ISSN: 0041-4247
e-ISSN: 2791-9714

ALİ SEVİM

İbnü’l- Kalânisî Ebû Ya’lâ Hamza b. Esed b. Ali b. Muhammed Arab Temim kabilesine mensup ünlü bir ailenin çocuğu olarak 1073 yılında Dımaşk'ta dünyaya gelmiş olup ailesinin başlık, takke ve külâh anlamına gelen kalansüve imalatı yapması nedeniyle İbnü’l-Kalânisî lâkabını almış ve bu lâkapla tanınmıştır. İbnü’l- Kalânisî, doğduğu kent Dımaşk'ta, dil, tarih, edebiyat ve dinî bilimler eğitimi almıştır. Böylece o dönemin değerli bir bilim adamı olan İbnü’l-Kalânisî, Türk asıllı Böriler Hanedanı döneminde yöneticilik mesleğine başlamış bir süre sonra da Dımaşk’ta, önce Haberleşme ve Yazışma Dairesi (Divanur-Resâil ve’l-İnşa)'nde kâtip, daha sonra da bu Divanın başkanı olmuştur. Bu arada Vergi Dairesi (Divanü'l-Harac)’nin de yönetimini üzerine almıştır. Bu görevleri sırasında gösterdiği başarılardan dolayı da İbnü’l-Kalânisî, iki kez Dımaşk Reisliği görevinde uzun yıllar bulunmuştur; nihayet şâir ve hattat da olan İbnü’l- Kalânisî, doğduğu ve uzun bir ömür geçirdiği Dımaşk'ta ölmüştür (15 ya da 27 Mart 1160).

İbnü’l- Kalânisî’nin, çeşitli müellifler ve araştırıcılar tarafından Zeylü Tarihi Dımaşk adlı eseri, Tarih, Zeylü Kitab-i Tarih-i Hilâl es-Sâbi’, Müzeyyelü’t-Tarihi’d-Dımaşkî, ez-Zeyl fi Tarihi Dımaşk, el-Müzeyyel bihi alâ Tarih-i Dımaşk ve Zeylü Tarih-i Medînet-i Dımaşk, nihayet Tarihu Dımaşk ve Zeylü’t-Tarihi’d- Dımaşk adlarıyla kaydedilmiştir. Esasında İbnü’l - Kalânisî, Hilâl b. el - Muhaşşin es-Sâbi’in 1056/57 yılında sona eren Tarihine zeyl olarak kaleme aldığı eserinin ilk bölümü 971-1049 yılları arasında cereyan eden olayları kapsamaktadır; eserin Hilâl es-Sâb i’nin eserine zeyl olan ikinci bölümü isel056/57 yıh olaylarının yıl esasına göre anlatımından başlayıp 1160 yılına kadar gelir. Bu eserden Azimî, İbnü’l-Esîr, İbnü’l-Adîm, Ebû Şâme, İbn Asâkiı, İbn Hallikan, Zehebî ,Sıbt İbnü’l-Cevzî, İbn Şeddâd ve Safedî gibi müellifler eserlerine nakiller yapmışlardır. Eser, ilk olarak H.F. Ahmedroz tarafından (Beyrut 1908) Zeylü Tarih-i Dımaşk adıyla, daha sonra da Süheyl Zekkâr tarafından Tarihu Dımaşk adıyla (Dımaşk 1983) yayımlanmıştır. Eser, Selçuklular ve Böriler döneminde Dımaşk, Suriye, I. Haçlı Seferinde Müslüman-Haçlı mücadelesi için birinci elden bir kaynak niteliği taşımaktadır; esasında İbnü’l-Kalânisî, görevli bulunduğu Divanur-Resâil'e gelen belgelerden yararlanmış, hattâ bunların bir bölümünü de eserine kaydetmiştir[1].

Biz, bu araştırmamızda eserde kaydedilen Selçuklularla ilgili bir kısım bilgilerin öteki ilgili kaynak ve araştırmalarda yer alan aynı konudaki bilgilerle karşılaştırıp değerlendirmelerini yapacağız. Eserdeki H. 500 (1106/07) yılından sonraki olaylar, daha sonra tarafımızdan yayımlanacaktır.

Eserin metinlerinin Türkçe tercümesi sırasında bana çok yardımcı olan Prof. Dr. Faruk Toprak’a teşekkür ederim.

H. 436 (1044/45) Yılı Olayları

Bu yılda, metinde çok genel nitelikte olmak üzere, Büyük Selçuklu Devleti’nin ilk hükümdarı olan Sultan Tuğrul Bey hakkında şu bilgiler yer almaktadır: Sultan Rüknü ’ d - Dünyave’d-Din Tuğrul Bey Muhammed b . Mîkâî1b . Selçuk ’un bayraklarının gözüküp Türklerin güç ve kuvvetinin pekişip onların devletlerinin kurularak geliştiği ve ülkeler fethetmek suretiyle hâkimiyetlerinin genişlediği, bu nedenle Büveyhoğulları Devleti’nin zayıflayıp hükümdarlarının durumlarının kötüleştiği hususunda Irak'tan haberler geldi[2].

H. 448 (1056/57) Yılı Olayları

Metinde, bu yıla ait Selçuklularla ilgili çok genel nitelikte şu bilgiler bulunmaktadır:

Abbasî Halifesi el - Kâimbi-Emril-Lâh’ın, Sultan Rüknü’d- Dünya ve ’ d-Din Tuğrul Bey’in kardeşi Davud (Çağrı) Bey’in kızıyla evlendiği haberi, Irak ’tan geldi. Esasında Davud Çağrı Bey’in kızıyla ilk nikâh, halifenin oğlu Zahîretü’d-Din arasında kıyılmıştı, fakat Zahir etü’d-Din ölünce bu kez nikah, Muharrem ayının bitimine yedi gün kala Çarşamba günü ( 24 Muharrem 448 = 13 Nisan 1056 Cumartesi) kızla halife arasında kıyıldı; bu nedenle kız, 23 Rcbîülevvel (10 Haziran 1056)’de Bağdad'a getirildi[3].

H. 450 (1058/59) Yılı Olayları

Bu yıla ait ilk olay metinde, Arslan Besâsîrî ’nin Halife el - Kaimbî- Emri’l- Lâh’a tahakkümü ve isyanı hakkında olup şöyledir:

el-Muzafeı Ebu’l- Hâris Arslan el- Fesâsîrî (Besâsîrî)’nin halifeye karşı güçlendiği haberleri Irak’tan gelmeye devam etti. Yandaşları gittikçe çoğalan Besâsîrî, mü’minlerin emîri Halife el-Kâim bi-Emril-Lâh’ı tahakkümü altına alarak Halifelik topraklarına el koymuş, halifenin yakın adamlarını hor görmeye ve onlara şiddetle tahakküme başlamış, hattâ onun bu baskı ve tahakkümü o kadar artmıştır ki, o, Halife'nin Haremi’ne girerek istediğini yapmış ve kendisine hiç kimse engel olmaya cesaret edememiştir.

İbnü’l-Kalânisî, Hatîb Ebû Bekr Ahmed el- Bağdadî’den Besâsîrî hakkında şu bilgileri nakletmiştir.

Halife el - Kâimbi – Emri’l- Lâh, Besâsîrî tarafından yakalanıp etkisiz hâle getirilinceye kadar durumu çok iyi idi. Esasen bir Türk memlükü olan Besâsîrî, öteki memlükler ve ileri gelen kimseler ve komutanlar arasında eşi ve benzeri bulunmadığı için durumu çok iyileşip güç ve kuvveti artmıştı; bunun bir sonucu olarak da hâkim olduğu kent ve halklarını baskı altına alıp vergi toplama işlerine el koymuş, böylece her yerde korku yaratmış, dolayısıyla da adı, birçok yerlerde üstünlüğüyle anılır olmuştur; Araplar ve başka milletlere mensup insanlar ondan korkup çekinir olmuşlardır. Bütün bu üstünlüğünün bir sonucu olarak bütün Irak’ta, ayrıca Ahvaz ve yörelerindeki camilerin minberlerinde onun adına hutbe okutulmaya başlarımıştır. Halife el-Kâimbi-Emri’l-Lâh da onun fikir ve görüşlerini almaksızın herhangi bir karan alıp emir veremez duruma gelmiştir. Fakat bir süre sonra sözlerinden asla şüphe duyulmayacak Türkler, Halife el-Kaimbi-Emri’l-Lâh’a “Besâsîrî’nin bozuk inançlı ve kötü niyetli olduğu ve onun Vâsıt’ta bulunduğu ve Halifelik Sarayı’nı yağmalayıp kendisini de yakalamaya karar verdiği” haberini bildirdiler. Bunun üzerine Halife bu sırada Rey kenti yörelerinde bulunan Sultan Ebû Ta1ib Muhammed Tuğrul Bey b . Mîkâîl’e bir mektupla Besâsîrî’ nin durumunu bildirdi ve “Irak’a gelerek onun ihtiraslarının artmadan, bu nedenle de du-lumun kendi aleyhine daha da kötüleşmeden onu bertaraf etmesini” istedi. Fakat öte yandan Besâsîrî, Vasit'tan Bağdad'a gelerek Dâr-ı İshak’ta bulunan Halifelik Sarayı’na yürüyüp buradaki binaları içinde bulunan her şeyi ile ele geçirdikten sonra yakıp yıktı. Öte yandan Sultan Tuğrul Bey, Ramazan 447 (Kâsım/Aralık 1055)’de Bağdad’a yöneldi. Bu arada Besâsîrî, Sultanın Fırat ırmağı yörelerine ulaştığını öğrenince Bağdad’ dan çıkıp Rahbe’ye doğru yöneldi. Bu arada da Mısır Fatımî Halifesi el-Müstansırbi’1-Lâh’a bir mektup gönderip “Ona tâbi olup itaat ettiğini, onun tarafını tutma hususunda samimi olduğunu, Irak’ta onun adına (Şiî) hutbesi okutmaya azmedip bunda kararlı olduğunu ve bu hususta güçsüz duıumda olmayıp aksine güç ve kuvvetinin yeterli olduğunu” bildirdi; bunun üzerine el-Mustansır, para yardımı yaparak onu destekledikten başka bir mektupla “Rahbe valiliğini de kendisine verdiğini” bildirdi. Öte yandan Sultan Tuğrul Bey, Bağdad’da tanı bir yıl kaldıktan sonra Musul yönüne gidip Sincar halkıyla savaştı; daha sonra da buradan Bağdad'a dönüp burada kısa bir süre kaldıktan sonra yeniden Musul'a geldi, buradan da beraberinde, kardeşi İbrahim Yınal olduğu hâlde, Nusaybin’e yöneldi (II. 450= 1058/59). Bu arada İbrahim Yınal, Tuğrul Bey’le arasının açılması nedeniyle kuvvetleriyle ondan ayrılarak Rey kentine doğru gitti. Esasında Besâsîrî, İhral1im Yınal’a mektup yazıp onu kardeşine karşı isyana teşvik etmiş ve Selçuklu saltanatına tek başına hâkim olması hususunda onu iknaya çalışarak kendisine yardım ve destek sözü vermişti. Bunun üzerine Sultan Tuğrul Bey, ordusunu bırakıp az bir kuvvetle onu izlemeye başladı. Öte yandan Tuğrul Bey’in veziri Amîdü’l-Mülk Kündürî, Sultanın üvey oğlu Enûşirvanve eşi Hatun (A11uncan), geri kalan Selçuklu askerleriyle birlikte Bağdad'a döndüler (Şevval 450= Kâsım/Aralık 1058). Bağdad’a Altuncan Hatun’a oğlu Enûşirvanve vezir Amîdü’l-Mülk’e gelen haberlere göre, Sultan Tuğrul Bey, kardeşi İbrahim Yınal ile Hemedan yörelerinde savaşa tutuşmuş, İbrahim Yınal, Sultanı yenilgiye uğratıp onu Hemedan’da kuşatmıştır. Bunun üzerine onlar Sultana yardım amacıyla askerleriyle birlikte Hemedan'a gitmeye karar verdiler. Bu haber, Bağdad'da yayılınca şehir çalkalanmaya başladı. Halk, korku ve endişeye kapıldı; bu arada da “Besâsîrî’nin Bağdad'a yaklaşmakta olduğu” söylentileri çoğalmaya başladı. Öte yandan Vezir Amîdü’l-Mülk Kündürî, Hemedan'a gitmekten vazgeçince Altuncan Hatun, onun bu davranışını yadırgayıp onunla mücadeleye niyetlendi. Bu arada her ikisinin Sultana yardıma gitmelerini durdurmaları üzerine Hatun’un oğlu Enûşirvan da onlar gibi durakladı. Bununla birlikte vezir ve Enûşirvan, Bağdad’ın batı kesimine gittiler ve üzerinden geçtikleri köprü ve yolları tahrip ettiler, bunun üzerine onların şehirdeki evleri yağma edildi. Altuncan Hat un ve beraberindeki Oğuz askerleri, bu evlerde bulunan para, eşya, araç-gereçleri ve silâhları ele geçirdiler. Çok geçmeden de askerleriyle birlikte Sultana yardım amacıyla Hemedan’a gittiler. Vezir de Ahvaz’a gitmek üzere Bağdad'dan ayrıldı. Bu arada 6 Zülkade 450 Cuma günü (25 Aralık 1058 Cuma) Arslan Besâsîrî’nin Enbâr'da olduğu haberi geldi. Bu sırada halk, Mansur Camii’ne Cuma namazı kılmaya gitmişti. Fakat imam ortada yoktu. Minarede ezan okuyan müezzin aşağı indi ve “Dârurrakîk Mahallesi Sokağı [4]’nın karşı tarafında Besasîrî’nin askerlerini gördüğünü” halka söyledi. Bunun üzerine halk, derhal camiinin kapılarına koştular. Besâsîrî’nin adamlarından bir grubun halkı sakinleştirdiğini gördüler; o gün Mansur Camii'nde hutbe okunmaksızın dört rekât Cuma namazı kılındı. Cumartesi günü ise Besâsîrî’nin askerlerinden bir grup Bağdad'a geldi. Pazar günü de Besâsîıî, Şiî Mısır Bayraklarıyla Bağdad’a girip, Dicle ırmağı kıyılarına çadırlarını kurdular; bu arada Kerh Mahallesi halkı ile şehrin batı kesiminden gelen insanlar, Besâsîrî’yi desteklemek amacıyla toplanmışlardı. Besâsîrî, başıbozuk ve bozguncu insanları toplayıp onları Halifelik Sarayını yağmalamaları için kışkırttı. Bu arada Dicle ırmağındaki teknelerde her iki grup arasında çarpışmalar sürüp gidiyordu.

Bağdad halkı ardarda gelen kuraklıklar nedeniyle sıkıntı içinde bulunuyordu; bu nedenle de şehirde yiyeceklerin azalması nedeniyle fiyatlar yükselmişti. Daha sonraki Cuma günü Mansur Camii’nde Mısır Fâtımî Halifesi el-Mustansır bi’l-Lâh adına Şiî hutbesi okutuldu ve ezana “Haydin hayırlı iş yapmaya” cümlesi eklendi. Daha önce yıkılmış olan köprü onartılıp Bâbü’t-tâk’a[5] bağlandı ve halkın birbirleriyle olan çarpışmaları durdurulmaya çalışıldı. Bu arada Bağrfod’daki Rusafe Camii'nde de el-Mustansırbi’l-Lâh Şiî hutbesi okutuldu. Öte yandan Halife el-Kâimbi-Emri’l-Lâh, oturduğu evin çevresine hendek kazdırttı ve evin ve şehir surlarının yıkılmış olan yerlerini onarttı. Zülkade ayının son iki gecesine rastlayan Pazar günü (17-18 Pazar-Pazartesi 1059) Besâsîrî, Bağdad’ın batı kesimi ve Kerh Mahallesi halkını toplayıp onlarla birlikte halifenin adamlarıyla çarpışmaya girişti, iki gün süren bu çarpışmalarda çok sayıda insan öldü. Zülhicce ayının başladığını (19 Ocak 1059) gösteren ay göründüğü zaman Besâsîrî halifenin Sarayı’na doğru harekete geçti; Muallâ ırmağı civarındaki çarşıları ve buranın devamındaki yerleri ateşe verdi, halk da halifenin sarayını yağmalamak amacıyla harekete geçti, yapılan bu yağmaların haddi hesabı yoktu. İşte bu sırada Halife el-Kâimbi-Emri’l-Lâh Ukayloğulları kabilesinin emîri olan Kureyş b. Bed ran el-Ukaylî’ye kendisine yardım etmesi için haber gönderdi; esasında Kureyş, Besâsîrî’ye yardım ettiği için halifeye karşı içinde, bir suçluluk duygusu vardı, işte bunun bir sonucu olarak o, halifenin huzuruna gelip defalarca yer öptü. Çok geçmeden halife önünde siyah bir bayrak, üzerinde yine siyah renkli bir kaftan, bir kılıç ve bir kuşak, başında da bir sarık, altına da bir başlık giymiş olduğu hâlde, atına binip sarayından çıktı, Türkler de önünde ve çevresinde idiler. Kureyş, halife için Bağdad’ın batı kesiminde bir çadır kurdurdu, halife de bu çadıra girip oturdu; çadırın çevresi Kureyş’in adamları tarafından çevrildi. Öte yandan Besâsîrî Halifelik veziri Reîsü’r-Rüesâ Ebu’l-Kâsım bel-Müslime’yi eli-kolu bağlı bir hâlde yanına getirtti; ayrıca Kadi’l-kudât (Başkadı) Damganî ve beraberinde bulunan bir gıup insan da yakalanarak zincirlere bağlı olarak Harimü’t-Tahiri'ye[6] götürüldüler. Zülhicce ayının dördüncü Cuma günü (12 Şubat 1059 Cuma) halifenin camiinde hutbe okunmadı, öteki camilerinde ise el - Muntansır adına şıî hutbesi okutuldu, Abbasîler adına okunmakta olan Sünnî hutbesi artık okunmuyordu. Öte yandan Zülhicce ayının dokuzuncu günü (27 Ocak 1059), Halife el-Kâim bi-Emri’l-Lâh, bulunduğu yerden çıkarılarak Enbar’a, oradan da Fırat ırmağı üzerindeki Hadîsetü Ane’ye götürülüp hapse atıldı. Doğru ve dürüst bir insan olan bura emîri Muhâriş, halifenin hizmetini bizzat kendisi üzerine aldı. Bu arada, halifenin veziri İbün’l-Müslime, bir deveye bindirilerek Bağdad’ın batı kesimindeki mahallelerde dolaştırılıp halka teşhir edildi, daha sonra da Bâbüttâk ve Horasan Kapısı’nda, iki çene kemiğinin arasına demir bir kerpeten konmuş olduğu hâlde, bir hurma ağacının üzerine asıldı, böylece o, ikindi vaktinden sonra öldü. Ebû Bekr Hatîb Bağdadî, sözlerine şöyle devam etmiştir:

Ben, 451 yılının Safer ayının ortasına rasdayan gün (14-15 Mart 1060), Bağdad’dan ayrıldım. Sultan Tuğrul Bey, kardeşi İbrahim Yınal ’ı bozguna uğratıp öldürdükten sonra Asy’den Bağdad'a dönünccye kadar Halife el - Kâimbi-Emri’l-Lâh hâlâ Hadisetü Âne'de hapiste idi. Bu arada Sultan, halifenin serbest bırakılıp Sarayı’na götürülmesi hususunda Kureyş’e bir mektup gönderdi. Besâsîrî, Sultan Tuğrul Bey’in Irak’a gelmekte olduğunu haber alınca Ebû Mansur Abdü1melik b . Muhammed b . Yusuf’a “Halifeyi serbest bırakmak niyetinde olduğunu, bu nedenle onu, kendisiyle halife arasında elçi olarak görevlendirdiğini, fakat Besâsîrî’nin halifeye Tuğrul Bey’in, kendisinden uzaklaştırmayı garanti etmesi (söz vermesi) şartını koştuğu bana (Hatîb Bağdadî ’ye) bildirildi. Bu arada Sultan Tuğrul Bey, halifenin durumu ve hapisten çıkarılması hususunda Muhâriş’e bir mektup gönderdi; bunun üzerine Muhâriş, halifeyi derhal hapisten çıkarıp onunla birlikte Fırat ırmağını geçerek amca oğullarından bir gıup eşliğinde Tikrit’e yöneldi; bu sırada “Tuğrul Bey’in Şehrizûr’da olduğu” haberi, kendisine ulaştırılmıştı; bir süre sonra da Tuğrul Bey’in Bağdad’da olduğunu öğrendi ve geri dönüp Nehrevan'a geldi. Halife’de burada ikamete başladı; Tuğrul Bey de derhal halifeye çadırlar ve çeşitli eşyalar gönderdi, daha sonra da onu bizzat kendisi karşılamak üzere Bağdad'dan ayrıldı; sonunda Bağdad'a getirilen Halife el-Kâimbi-Emri’l-Lâh kendi Sarayı’na yerleştirildi. Öte yandan Sultan Tuğrul Bey, ordusuyla harekete geçerek Fırat ırmağının sulama kanalları tarafında bulunan Besâsîrî’ye karşı harekâta girişip onunla savaştı ve onu yenilgiye uğrattı. Yakalanan Besâsîrî öldürülüp kesilen başı Bağdad'a gönderilerek şehirde dolaştırılıp halka gösterildi, daha sonra bu kesik baş, Halifelik Sarayı’nın karşı tarafında bir yere asıldı[7].

H. 451 (1059/60) Yılı Olayları

Bu yıl, metinde, Selçuklularla ilgili yeni bir olay verilmemiş ancak II. 450 (1058/59) yılında söz konusu edilen “Besâsîrî’nin öldürüldüğü, halifenin de Bağdad’a getirilip Sarayı’na yerleştirildiği ve nihayet Sultan Tuğrul Bey’in kardeşi İbrahim Yınal’ı Hemedan Kapısında yenilgiye uğrattığı” tekrar edilmek suretiyle kaydedilmiştir.

H. 454 (1062/63) Yılı Olayları

Bu yılda, metinde, Selçuklularla ilgili ayrıntılı bilgi verilmeyip sadece “Sultan Tuğrul Bey’in öldüğü ve yerine kardeşinin (Çağrı Bey) oğlu Alp Arslan’ın Büyük Selçuklu Devleti tahtına geçtiği haberlerinin Irak tarafından geldiği kaydedilmiştir[8].

H. 456 (1063/64) Yılı Olayları

Daha önce (H. 455=1063) amcası Atiyye’nin elinde bulunan Haleb'e gelip kuşatan, fakat başarılı olamayan Mahmûd b . Şiblüd- Devle b. Sâlih, bu vıl da yeniden Haleb'e gelip amcası Atiyye’yi şiddetli bir kuşatma altına aldı. Sıkışık bir duruma düşen Atiyye, Hanoğlu (Hârun) et-Türkî’den[9] yardım istedi, o da derhal kuvvetleriyle birlikte ona yardıma gitti; bunun üzerine Mahmûd, kuşatmayı bırakıp geri çekilmek zorunda kaldı; Atiyye ise kendisine yardıma gelen Hanoğlu’ndan korkup çekinmesi üzerine Haleb Ahdâsı’na[10] “Hanoğlu Harun’un askerlerini yağmalamalarım” emretti, bunun üzerine Hanoğlu, Haleb'den çekilip M a h m û d’a haber göndererek “Kendisine karşı Atiyyeye yardımda bulunduğu için” ondan özür diledi ve onunla birlikte Trablusşam’a gitti, daha sonra da Atiyye ile birlikte Haleb’e gelip kuşatmaya başladı.

H. 457 (1064/65) Yılı Olayları

Bu yıla ait tek olay metinde, Hanoğlu Mahmûd ilişkileriyle ilgili olup şöyledir:
Enıîr Mahmûd b. Şiblü’d-Devle b. Sâlih , beraberinde, Hanoğlu Türkî olduğu hâlde, üçüncü kez Haleb'e gelip kuşatmayı sürdürdü ve sonunda şehri ele geçirdi. Hanoğlu, daha önce kendi askerlerine karşı yaptıkları yağma ve saldırılar nedeniyle Haleb Ahdâsı'ndan çekinip şehre girmedi ve enıîr Mahmûd’dan ayrılıp kuvvetleriyle Irak yönüne hareket etti[11].

H. 462 (1069/70) Yılı Olayları

Bu yılda, metinde, Türkmen Beyi Kurlu Bey ile ilgili olarak cereyan eden olaylar şöyledir:

Emîrü’l-Cüyûş Seyfü’l - İslâm Bedrü’l- Mustansırî, Mısır kuvvetleriyle Sûr’a gelip bura hâkimi Kadı Aynü’d- Devle b. Ebî Ukayl’ί kuşatmaya başladı. Kuşatmanın uzun sürmesi üzerine Aynü’d- Devle, Suriye'de oturmakta olan Türkmenlerin Beyi Kurlu’ya[12] bir mektup gönderip ondan yardım isteğinde bulundu, o da bunu kabul ederek 6 bin Türkmen kuvvetiyle Aynü’d- Devle’ye, süratle yardıma gitti ve Emîrü’l- Cüyûş’un yönetimindeki Sayda kentine gelerek kuşatıp sıkıştırmaya başladı. Türkmenlerin Sûr şehrindekilerin yardımı için geldiklerini haber alan Emîrü’l- Cüyûş, kuşatmakta olduğu Sûr kentinden ayrılmak zorunda kaldı; bu arada şehir halkını ve buradaki askerleri fitne ve fesat yaratmak suretiyle kendine çekmeye çalıştı, böylece onlara karşı güç ve kuvvetini ispatlamış oldu. Bir süre sonra yeniden harekâta başlayan Emîrü’l- Cüyûş, Sûr kentine gelip şehri denizden ve karadan kuşatıp sıkıştırmaya başladı; bir yıl süren bu kuşatmadan dolayı ekmeğin fiyatı (Bir rıth yarım altına) yükselmişti. Bütün bunlarla birlikte Suriye’de bulunan Türkmenlerin güç ve kuvveti nedeniyle amacına ulaşamayan Emîrü’l- Cüyûş, Sur kentinden ayrılmak zorunda kaldı[13].

H. 463(1070/71) Yılı Olayları

Bu yılda, Suriye’deki Oğuz Türkleri’nin kumandanı olan Uvak oğlu Atsız[14], as-ker toplayıp hazırlık yaparak Filistin topraklarına yüıîıyüp Remle ve Kudüs'ü fethetti, Dımaşk’a da yürüyüp sıkıştırdı. Şehri ve buraya bağlı yerleri yağmalattı ve şehre dışardan gelen yiyeceklerin sokulmasını önledi. Dımaşk'ı almak amacıyla yıllarca ekim yapılan yerleri kontrol altına aldı. Şehir halkını zora ve zarara sokmak amacıyla bu kontrolü sürekli olarak sürdürdü. Bu nedenle şehirde fiyatlar yükseldi. Dolayısıyla halk şehirden ayrılmak zorunda kaldı. Çok geçmeden şehirdeki askerler ile Ahdâs arasında zıddiyet ve çarpışmalar başladı. MuaIlâb Münzevde şehirden kaçtı. Ayrıca şehirdeki askerlerin kumandanları da şehirden kaçtılar; bütün bunlara rağmen şehirdeki askerlere karşı savaşan emir Zeynü’d- Devle, şehirde kaldı[15].

Metinde, Sultan Alp Arslan hakkında şu bilgiler kaydedilmektedir:

Bu yılın 17 Cumadelâhır Salı günü (22 Mart 1071 Sah), Selçuk oğlu Dâvud (Sultan Tuğrul Bey’in kardeşi Çağrı Bey) oğlu Adil Sultan Alp Arslan, emir Mahmud b. Sâlih’in yönetimindeki Haleb’e gelip kuşattı ve şehri ele geçirdi. Sultan, huzuruna gelen Mahmûd’a aman verip lütuf ve ihsanda bulunduktan sonra onu Haleb Emîrliği’ne atadı[16]. Daha sonra Sultan, 23 Receb (28 Ocak 1071)’de Bizans İmparatoruna karşı harekete geçmek üzere Anadolu (Rum)’ya yöneldi, bir süre sonra da onunla Malazgirt’te savaşa tutuşup onu yenilgiye uğrattı. Rivayet edildiğine göre Bizans ordusu, kendilerine katılan öteki milletlerle birlikte yaklaşık 600 bin kişi idi, Selçuklu ordusu ise Türk ve öteki çeşitli milletlerin askerleriyle birlikte yaklaşık 400 bin kişiden oluşmakta idi. Bizans ordusundan o kadar çok asker öldü ki iki ordunun karşılaştığı vadi cesetlerle dolmuştu. Bizans İmparatoru (Romanos Diogenes) tutsak alındı, onlara ait pek çok silâh, para, eşya, araç ve gereçler Selçukluların eline geçti. Sultan Alp Arslan ile tutsak Bizans İmparatoru arasında yapılan müzakereler sonunda imparator “İslam ülkelerine saldırmaması, ellerindeki Selçuklu tutsakların serbest bırakılması”[17] şartlarıyla serbest bırakılarak ülkesine gönderildi. Fakat Bizans yönetiminin kendilerinin hoşlanmadıkları bir takım hareketlerinden dolayı, onu tahttan indirip gözlerine mil çektikleri ve onun yerine başka birisini Bizans tahtına oturttukları, rivayet edilmiştir[18].

H. 465 (1072/73) Yılı Olayları

Bu yıla ait tek olay metinde "Sultan Tuğrul Bey’in kardeşi Davud (Çağrı) oğlu Adil Sultan Alp Arslan’ın Ceyhun ırmağı kıyısında bir kalede sûfi kılığındaki bir Bâtınî[19] tarafından şehit edildiği haberinin (Bağdad’a) geldiği” şeklindedir[20].

H. 466 (1073/74) Yılı Olayları

Bu yıla ait tek olay, kısa olarak, metinde Melikşah’ın Büyük Selçuklu Devleti tahtına geçmesiyle ilgili olup şöyledir:

Bu yıl, Hak'tan “Sultan Alp Arslan ’dan sonra oğlu Ebu’-Feth Muhammed Melikşah’ın, ordunun bütün ileri gelenlerinin ve ülke valilerinin onayını alıp Büyük Selçuklu Devleti tahtına geçtiği” haberi Irak’tan geldi. Devlet yönetimi, onun istediği doğrultusunda düzenlenip uygulanmış daha önce, ülkede zulüm ve baskıya hiç yönelmemiş olan babası gibi, o da adaletli, doğru, dürüst bir yönetim uygulamıştır; özellikle güvendiği kimseleri ülkede mal ve paraların kazanması için görevlendirmiştir[21].

H. 467 (1074/75) Yılı Olayları

Bu yılda metinde, Halife el-Kâimbi-Emri Ί- Lâh’la ilgili bilgiler şöyledir:

Bu yıl, hak ’tan el-Kadir bi’l-Lah’ın oğlu Halife el-Kâimbi-Emri’l- Lâh’ın ölüm haberi geldi. El -Kâimbi-Emri’l-Lâh 18 Zülkade 391 Cuma günü (9 Ekim 1001 Perşembe) dünyaya gelmiş vel1 Zülhicce 422 Pazartesi günü (29 Kasım 1031 Pazartesi) halife olmuştur. 76 yaşında ölen halifenin halifelik süresi 44 yıl, 9 ay ve birkaç gün idi. Yakışıklı, güzel yüzlü kırmızıya çalan beyaz tenli, düzgün vücutlu beyaz saçlı ve sakallı idi. Dindar, zâhid ve bilgin bir zat idi. O, Arslan Besâsîr î’nin belâsına uğramış, Sultan Tuğrul Bey’in azim ve çabalan sonunda Allah, Besâsîr î’yi yok edip ortadan kaldırınca rahatlamıştır. Rivayete göre, el-Hadîsetu Ane’de tutuklu iken bir kâğıda, Besâsîr î’ye karşı Allah ’tan yardım istediğine dair bir şeyler yazıp bunu Mekke'ye göndermiş ve yazı Aate’nin duvarına asılmıştır. Bu dua metni, Halifenin el-Hadîsetu Ane’de tutuklu bulunduğu yerden çıkıp evine döndüğünü ve düşmanı Besâsîrî’nin öldüğünü bildiren haberler gelinceye kadar Kabe’nin duvarından indirilmemiştiı. Bu dua metni şöyledir:

Zavallı kulundan Yüce Allah’a
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.

Allahım, sen gizli olanları bilen, vicdanlarda saklı olanlara vakıf olansın. Allahım, sen yarattıklarının durumunu yakından bildiğin için benim sana bildireceğim şeye zaten muhtaç değilsin. Benim ne durumda olduğumu zaten biliyorsun: Senin bu kulun, (Besâsîrî ) nimetini inkâr edip şükretmemiş, sonradan başına gelecekleri umursamamış ve zikredip hatırlamamıştır! Senin vakur ve yumuşak huylu olman onu azdırmış ve yine senin sabır ve yumuşaklığın karşısında öylesine kibirlenmiştir ki, bize saldırıp kötülük etmiş, zulüm, düşmanlık ve azgınlık göstermiştir!

Allahım, yardım eden azaldı, zâlim güçlendi! Sen, en iyi bilensin, insaf ve hüküm sahibisin! Ona karşı seninle güçleniyor, onun önünden sana doğru kaçıyoruz! O, insanlarla bize karşı güç kazandı, biz ise seninle güçlüyüz ey Alemlerin Rabbi!

Allahım, onun hükmünü sana havale ettik, ona karşı savunmamızda sana dayandık, bu mağduriyetimizi senin mahrem evine (Kabe’ye) ilettik ve mağduriyetimizin ortadan kalk-ması için sana güvendik! Aramızda hakkaniyetle hüküm ver! Sen hüküm verenlerin en üstünüsün. Allahım onun hakkındaki kudretini ortaya koy ve bekleyip umduğumuzu bize göster! Zira gücü, onu günaha sürüklemiştir.

Allahım, onun gücünü, şerefini, izzetini ondan al ve kudretinle onun alnından tutmamızı, onu sürükleyip zelil kılmamızı sağla ey rahmet edenlerin en iyisi! Ya Rab, senin salât, selâm ve keremin Muhammed’in üzerine olsun[22]...

H. 468 (1075/76) Yılı Olayları

Bu yıl, Haleb'den, emir Nasr b. Mahmud b. Salih’in Ramazan Bayramı’nda Pazar günü öldürüldüğü haberi geldi. Onu, el-Hâzırû’s-Süleymanî Türklerinden bir gıtıp insan öldürmüştür. Şöyle ki, Emîr Nasr onların Emîr Ahmed Şah olarak tanınan liderlerini yakalamış ve onları yağmalamak için üzerlerine yürümüş, karşı taraftan birisi de bir ok atarak onu öldürmüştür. Kendisinden sonra yerine kardeşi Sâbık b. Mahmûd b. Sâlih geçmiştir[23].

Bu yıl, Dımaşk minberlerinde Halife el- Muktedî bi-Emri’l-Lâh Ebu Ί- Kâsım Abdullah b. ez-Zahîre b. EL- Kâim bi-Emri’l-Lâh adına hutbe okutulmuş ve el-Mustansır adına okutulan hutbelere son verilmiştir. Melik Atsız b . Uvak , Dımaşk ve yörelerinin işlerinin düzeltilip ürünlerin artırılması konusunu ele almış, çayır ve sulak ve ekilebilir arazideki çiftçilerden ülünlerin vergilerini kaldırmış ve onlara imar ve ziraat işleriyle tığı aşma zorunluluğu getirmiştir. Böylece durum düzelmiş, bütün bölgelerde ürünler artmış, fiyatlar ucuzlamış, bunun getirdiği sevinç ve neşe de artmış, halkın gönlü huzur bulup sıkıntının ve fakirliğin ortadan kalktığına içten inanmışlar. Atsız, Mısır'ı ele geçirmek amacıyla ordusuyla sahil taraflarından yola çıkmıştır[24].

H. 469 (1076/88) Yılı Olayları

Bu yıl emir Atsız, asker toplayıp Dımaşk’tan yola çıktı ve büyük bir orduyla sahil tarafına, oradan da Mısır'a doğru yürüdü. Çünkü o, Mısır’a göz dikmiş ve oraya ele geçirmeye çalışıyordu. Kendisine Dımaşk’tan beddua yağıyor, Mısır’dan sürekli lânet okunuyordu. Mısır'a yaklaşıp atlarını oraya doğru sürünce Emîrü’l-Cüyûş Bedr, topladığı askerler ve kendisine katılan Arab gıtıplarla onun karşısına çıktı. O, daha önce Kahire’ye gelmiş ve vezirliği ele geçirmişti, Atsız’ın niyetini öğrenince de onunla savaşmak ve saldırısını püskürtmek için hazırlıklar yaptı. Esasında o, Atsız’la savaşmaya kesin kararlıydı. Arablar ve öteki askerlerle saldırıya geçen Emîrü’l-Cüyûş, Atsız’ı bozguna uğrattı, askerlerini kılıçtan geçirdi ve bir kısmını da tutsak alıp yağmalattı. Atsız, çok az sayıdaki askeriyle birlikte kaçıp kurtularak Remle'ye geldi; bir kardeşi öldürülmüş, bir diğerinin de eli kesilmişti. Atsız, bozgundan sonra Dımaşk’a gelince halk buna çok sevindi. Ölmediği için de çok duygulanıp sevindiler. Esasında onlar, Atsız’ın öldürüldüğünü sanmışlardı. Halk ondan bir an önce tâbilerinc ve adamlarına sahip ve hâkim olmasını istediler[25].

H. 470 (1077/78) Yılı Olayları

Bu yılda, metinde, Tâcü’d-Devle Tutuş hakkında verilen bilgi, kısa olarak şöyledir:

Adil Sultan Alp Arslan’ın oğlu ve Sultan Ebu’l-Feth Melikşah’ın kar-deşi Tâcü’d-Devle Ebû Saïd Tutuş’un Suriye’ye geldiği Kilâboğulları’na mensup Arabların onun enirine girdiği haberi Irak’tan geldi. (Musul eınîri) Şerefü’d-Devle Müslim b . Kureyşde Sultan Melikşah’ın eniriyle Suriye ’yi fethetme harekâtında Tutuş’a yardımcı olmak için onun yanına geldi. Bir süre sonra Tutuş, beraberinde Mahmud b. Sâlih’in oğulları Vessâb ve Şebîb ve Mübarek b. Şibl olduğu hâlde, ele geçirmek amacıyla Haleb'e yürümüş, fakat Zülkade ayında (Haziran/Temmuz) buradan ayrılmış, daha sonra ikinci kez Haleb'e yürümüşse de yine başarılı otamadan buradan ayrılmıştır[26].

H. 471(1078/79) Yılı Olayları

Bu yıla ait ilk olay, metinde, eınîr Atsız- Mısır Fatımîleri ve Tâcü’d-Devle Tutuş ilişkileri hakkında olup şöyledir:

Mısır Fatımîlerinin ordu komutanı (Emîrü’l- Cüyûş ’ ) Nâsıru’d - Devle el-Cüyûşî, büyük bir orduyla Mısır’dan çıkıp elegeçirmek amacıyla Dımaşk’a gelerek ku-şatmaya başladı; ayrıca Dımaşk ve Filistin'e bağlı olan yerleri istilâya girişti. Bunun üzerine Dımaşk Selçuklu emîri Atsız, Tâcü’d-Devle Tutuş’a bir mektup yazıp Nâsıru’d - Devle’ye karşı ondan yardım istedi ve “Dımaşk’ı kendisine teslim edip hiz-metine gireceği” hususunda ona söz veride bulundu, bunun üzerine Tutuş, ordusuyla Dımaşk’a yöneldi; bunu haber alan Nâsıru’d- Devle, Dımaşk kuşatmasını bırakıp sahil yönüne çekildi; Sûr ve Trablusşam’ın yönetimlerini ellerinde bulunduran kadılar, Nâsıru’d-Devle’ye itaat etmeyip armağanlar gönderip iltifatlarda bulunarak Türklere yakınlık gösteriyorlardı. Tutuş Dımaşk’a gitmek üzere Azra’ya[27] ulaştığı sıralarda Atsız, yakın hâdimleriyle birlikte onu karşılayıp itaati altına girdi, dolayısıyla da Dımaşk’ı ona teslim etti. Dımaşk’a giren Tutuş, burada kısa bir süre kaldı ve bu sürede Atsız’a kötülük yapmayı planladı; bu arada da Atsız, ona bazı kötü ve hoş olmayan davranışlarda bulundu; bunun üzerine Tutuş, Rebîülevvel ayında (Eylül/Ekim 1077) Atsız’ı tutuklattı; önce kardeşini öldürdü, sonra da “Atsız’ı tutuklu bulunduğu yerde bir yay kirişiyle boğdurulup öldürülmesini”[28] emretti. Böylece Atsız’ın öldürülmesinden sonra Tutuş Dımaşk’a hâkim olup yönetim işlerini istediği şekilde düzenledi. Halkına son derecede iyiliklerde bulundu; bu aradada Filistin'e bağlı yöreleri ele geçirdi[29].

Bu kayıtlardan sonra metinde Suriye’deki Türk kumandan Ahmed Şah’ın öldü-rüldüğü kaydedilmiştir[30].

Metinde, son olarak Tutuş hakkında şu bilgiler verilmiştir;

Tâcü’d - Devle Tutuş, ordusuyla Dımaşk’tan ayrılıp Haleb'e gitmiş, burada günlerce kaldıktan sonra Rebîülevvel ayında (Eylül/Ekim) buradan ayrılıp Fırat ırmağını geçerek doğuya yönelmiştir, Zülhicce ayında (Haziran/Temmuz) da Diyarbekir yörelerine ulaşmış, daha sonra da Suriye’ye dönmüştür. Tutuş, Buzâa[31] ve Bîre[32] kalelerini ele geçirmiş, dzâz’ın da dış mahallelerini ateşe verdikten sonra yeniden Dımaşk’a dönmüştür[33].

H. 472 (1079/80) Yılı Olayları

Bu yılda, metinde Selçuklu tâbi Musul emîri Şerefü’d-Devle Müslim b . Kureyş’in Haleb'i teslim aldığı, Anadolu (Rum)’da gaza yapmakta olan bir Türk birliğinin tamamının yok olduğu ve onlardan hiç birisinin kurtulmadığı, kaydedilmiştir[34].

H. 475 (1082/83) Yılı Olayları

Bu yılda metinde Tutuş - Şerefü’d - Devle Müslim ilişkileri “Tutuş’un bazı faaliyetleri ve Sultan Melikşah’ın Kuzey-Suriye'ye gelişi hakkında şu bilgiler verilmiştir:

Tâcü’d - Devle Tutuş, beraberinde emir Vessâb b. Mahmûd b. Salîh ve Mansur b. Kâmil olduğu hâlde, Dımaşk’tan ayrılıp Kuzey-Suriye'ye yöneldi, bu arada da Anadolu’ya girip bir süre burada kaldı. İşte bu sıralarda Şerefü’d - Devle Müslim b. Kureyş’in "Dımaşk’a yönelerek burayı kuşatıp ele geçirmek amacıyla bir takım hazırlıklar yaptığı ve kendisine, Arab Numeyr oğulları, Ukayl oğulları, Şeyban oğulları kabileleriyle Kürt ve karışık milletlerden kuvvetlerin katıldığı” haberi kendisine geldi; bunun üzerine Tutuş, Anadolu’dan ayrılıp Muharrem 476 başlarında (Mayıs 1082 sonları) Dımaşk’a ulaştı. Bu sıralarda Şerefü’d - Devle Müslim de ordusuyla kendisine katılan Kilâb oğulları kabilesinden bir grup askerle Dımaşk’a yöneldi. Burada ordusuna, Kays ve Yemen Arabları’ndan bir miktar kuvvet de katıldı. Böylece o, Dımaşklılarla birkaç gün savaştı ise de Tutuş’un ordusu, Dımaşk’tan çıkarak Müslim’in kuvvetlerine şiddetli ve azimle saldırıya geçti. Yapılan çarpışmalar sonunda Müslim’in ordusu yenilgiye uğrayıp dağıldı, bu nedenle kendisine katılan Arab kuvvetleri, geldikleri yere geri döndüler. Bu arada Tutuş’un kuvvetleri, yeniden saldırıya geçince Müslim’in kuvvetleri tam bir bozguna uğradı ve hareketsiz kalan Müslim, nerdeyse tutsak alınacaktı. Esasında o, Mısır kuvvetlerinin Dımaşk’a kendisine yardıma geleceklerini ve şehri almak için onlarla birlik olmayı umuyordu. Fakat Mısır yardımının gecikmesi onun durumunu güç bir hâle soktu; böylece o, arzu ettiği Dımaşk’ı alamayınca hayal kırıklığına uğradı. Bu arada kendine ait memleketlerden canını sıkan üzücü haberlerin gelmesi üzerine oralarda bozulan düzeni düzeltmesinin yerinde olacağına kanaat getirdi. Bu nedenle Müslim, yenilgi dolayısıyla değil de güya önemli işleri nedeniyle Dımaşk’tan ayrılma görüntüsü verip buradan çekilerek Dımaşk'a bağlı Mercü’s- Suffer’e gitti. Fakat onun bu hareketlerini anlayan Dımaşk halkı, korku ve endişeye kapıldı. Yoluna devam eden Müslim, çöle yönelip doğu yönünde gece, gündüz hızla ilerledi. Bu ilerleyiş sırasında çok sayıda asker, binek hayvanı ve davarlar susuzluktan yok olup gitti. Sonunda Müslim, Humus’un güneydoğusundaki Selemiyye yakınlarındaki Benû. Hasın Vadisine ulaştı. O, veziri Ebu’l-İzz b. Sadak a’yı Humus’ta ikamet eden Halef b. Mülâib’e gönderdi; Müslim’in bundan esas amacı, ele geçirdiği Türk askerlerine gereken cezayı vereceğini bildiği Halef b. Mülâib’i Suriye ile Tutuş’un bulunduğu yer arasında tutmak idi. Bir süre Humus’ta kalan vezir Ebu’l-İzz, geri dönüp Müslim’e geldi, o da ona hil’at verip lütuflarda bulundu ve onunla Suriye'yi Tutuş’a karşı korumaya karar verdi, böylece de bu kararıyla moral bulup sevindi. Öte yandan Tutuş, Trablusşam’a yürüdü, Antarsus ile öteki bazı kaleleri ele geçirip Dımaşk’a geri döndü[35].

Âdil Sultan Ebu’l-Feth Melikşah 22 Şaban Çarşamba günü (15 Ocak 1083 Pazar), Haleb'e gelip kuşattı ve kalesiyle birlikte şehri ele geçirdi[36].

Bu kayıtlardan sonra metinde emîr Şemsü’d-Devle Sâlimb. Mâli k’in, Şerefü’d-Devle Müslim’e, Haleb' de bulunduğu sıralarda, Sultan Melikşah’ tan hil’atler getirip takdim ettiği kaydedilmiştir.

H. 477 (1084/85) Yılı Olayları

Bu yılın ilk olayı metinde Kutalmışoğlu Süleyman’ın askerî hazırlıklar yapıp Antakya ’ya yöneldiği ve şehri 10 Şaban Pazar günü (12 Aralık 1084 Perşembe) ele geçirdiği şehir yönetimine güvendiği bir vali ile adamlarını atadığı, kaydedilmiştir[37].

Bu kısa kayıttan sonra metinde, Şerefü’d-Devle Müslim hakkında şu bilgiler verilmiştir:

Rebîülevvel ayında (Temmuz/Ağustos) Şerefü’d-Devle Müslim’in ordusuyla Türk(Selçuklu) ordusu arasında Amid kenti yörelerinde bir savaş yapıldı, Müslim’in kuvvetleri bozguna uğradı. Daha sonra Receb ayında (Kâsım-Aralık), Sultan Melikşah ’m huzuruna çıkıp Sultanın eteğini öptü, Sultan ona saygı gösterip hil’at verdi ve onun hatalarını düzeltme isteğini kabul ile ona fırsat verdi ve sahip olduğu görevin (Musul Emirliği) başında kalmasını istedi. Bunun üzerine Müslim de Sultanın kendisine gösterdiği bu olumlu tutum ve davranıştan dolayı memnun ve mutlu olarak memleketine (Musul) döndü[38].

H. 478 (1085/86) Yılı Olayları

Bu yılda metinde, Kutalmışoğlu Süleymanşah- Müslim b. Kureyş mücadeleleri hakkında şu bilgiler yer almıştır:

24 Safer (21 Haziran)’de Kutalmışoğlu Süleymanşah ile Şerefü’d Devle Müslim arasında İfrin ırmağı üzerindeki Kurzâhil’de yapılan savaşta Müslim’in ordusu bozguna uğradı. Müslim de çarpışmalar sırasında öldürüldü. Kazandığı bu savaştan sonra Süleymanşah, Rebîülevvel ayının başlarıgıcında (Haziran sonları) Haleb’e yönelip şehri kuşatmaya ve sıkıştırmaya başladı, fakat şehri almada başarılı olamayınca ülkesine (Anadolu) geri döndü (5 Rebîülevvel = 1 Haziran)[39].

H. 479 (1086/87) Yılı Olayları

Bu yılda, metinde, Sultan Melikşah’ın faaliyetleri Kutalmışoğlu Süleymanşah - Tâcü’d-Devle Tutuş mücadelesi hakkında şu bilgiler yer almaktadır:

Sultan Melikşah , Irak ve Horasan’da ticaret yapmakta olan tacirlerden her mal için alman gümrük vergisini kaldırttı; ayrıca “Öteki bütün Selçuklu ülkelerinde alınmakla olan gümrük vergisinin de kaldırılmasını" emretti. Bunun üzerine buralarda yaşayan ileri gelen insanlar ve halk tabakası, Sultana dualar edip ona övgülerde bulundular[40].

Kutalmışoğlu Süleymanşah, kuvvetleriyle birlikte ele geçirmek amacıyla yeniden Haleb'e yönelip şehri kuşattı, fakat Tâcü’d-Devle Tutuş’un kendisine karşı harekete geçtiğini haber alınca kuşatmayı kaldırıp şehirden ayrılarak Tutuş’a karşı yöneldi; sonunda her iki tarafın kuvvetleri, 18 Safer Çarşamba günü (25 Mayıs 1087 Sah) Aynu Seylem’dc karşılaştılar, yapılan çarpışmalarda Süleymanşahın kuvvetleri bozguna uğradı, bu sırada Süleymanşah öldürüldü; Tutuş onun ordusuna ve mallarına el koyup Haleb'e yönelerek kuşattı ve Rebîülevvel ayında (Haziran/Temmuz 1087) da şehri ele geçirdi velbnü’l-Berûnî adıyla tanınan birisine teslim etti. Bir süre sonra Sultan Melikşah’ın Suriye'ye gelmesi üzerine Tutuş Haleb'den çekildi, Sultan da Ramazan ayında (Aralık/Ocak 1086/87) Haleb'e girdi; daha sonra da Antakya’ya yönelip ele geçirdi ve deniz kıyısına giderek orada bir süre kaldı, daha sonra ise Haleb'e dönüp Ramazan Bayramı’nı burada kutladıktan sonra Urfa’ya yönelip şehri bir süre kuşattıktan sonra ele geçirdi[41].

H. 480 (1087/88) Yılı Olayları

Bu yılda metinde, Haleb Selçuklu Valiliği'ne atanan Kasîmü’d -Devle Aksungur hakkında şu bilgiler yer alınıştır:

Sultan Melikşah tarafından Haleb Selçuklu Valiliği'ne atanan Kasînıü’d- Devle Aksungur, Haleb’e gelip iyi bir yönetim uyguladı. Halka adaletle davranan Aksungur, Haleb’e gelip giden yolcuları korumak, halka insaflı davranmak, bozguncuları ve kötü niyetli insanları Haleb ve yörelerinden uzaklaştırmak suretiyle kendine saygınlık kazandırdı. Bunun sonucu olarak da adı her yerde yayılarak anıldı, böylece kendisine teşekkür edip övenler çoğaldı. Özellikle Haleb yollan gelip geçen yolcularla dolduktan başka Haleb ve yörelerine çeşitli ülkelerden mal ve eşya getiren tacirlerle dolup taştı[42].

H. 481 (1088/89) Yılı Olayları

Bu yılda da yine metinde, Sultan Melikşah ve Kasîmü’d-Devle Aksungur hakkında şu bilgiler yer almıştır:

Sultan Melikşah, Suriye, Anadolu, Elcezire, Diyarbekir ve Diyar-ı Beni Ukayl bölge ve ülkelerinden buradaki çeşitli olumlu faaliyetlerinden dolayı huzur dolu bir kalple ayrılıp ele geçirmek amacıyla Semerkant’a yöneldi[43].

Yine bu yılda Kasîmü’d-Devle Aksungur, Sultan Melikşah’ın üvey annesi olan eşi Hatun’un cenazesini uğurlamak amacıyla Haleb'den ayrıldı. Rivayet edildiğine göre Hatun, Haleb’deki evinde Aksungur’la birlikte oturuyormuş. Bu sırada Aksungur, elindeki bir bıçağı şaka olsun amacıyla eşine doğru çevirmiş, bıçak da kasıtsız olarak yazılmış kader gereği Hatun’un ölümüne neden olmuş. Aksungur, eşinin ölümüne son deredece üzülmüş. Cumadelâhır ayının başlarında (Ağustos sonları 1088), eşini, ona ait bir mezarlığa defnetmek üzere Haleb’den ayrılıp doğu yönüne hareket etmiş. Bir süre sonra Kasîmü’d-Devle Aksungur, Recep ayının başı Salı günü (24 Haziran Cumartesi 1088), Haleb'den çıkıp Şeyzer'e gelerek kuşatmış ve şehrin dış mahallelerini yağma ettirmiş. Fakat şehir hâkimiyle kendisi arasında anlaşma ve ateşkes olunca buradan ayrılıp Haleb'e geri dönmüştür[44].

H. 482 (1089/90) Yılı Olayları

Bu yılda da yine Sultan Melikşah ve Kasîmü’d-Devle Aksungur hakkında metinde, şu bilgiler yer almıştır:

Bu yıl, Sultan Melikşah’ın Semerkant’ı fethedip bura hükümdarını tutsak aldığı haberi Bağdad'a geldi. Bu hükümdarın kız kardeşi, Sultan Melikşah’ın eşi idi ve ondan üç erkek çocuğu vardı. Sultan, ele geçirdiği Semerkant Valiliği'ne üç oğlundan Ahmet adlı oğlunu atadı ve “Onun adına cami minberlerinde hutbe okutulmasını” emretti. Ahmed’in II. 484 yılında (1091/92) öldüğü söylenmiştir. Sultan, bu eşinden olan bir kızım da Halife el-Muktedîbi-Emri’l-Lâh’la evlendirmiştir[45].

Yine bu yılda, metinde, Haleb’deki camiin minaresinin tamir edildiği, kaydedildikten sonra Aksungur’un Haleb ve yörelerindeki hırsız ve yol kesicileri izleyip onlarla mücadeleye giriştiği ve köklerini kazıdığı, böylece yolcuların güven ve huzura kavuştuğu, bunun sonucunda da kendisinin ün, saygınlık ve güveninin arttığı, herhangi bir arazide, ya da kalede yaşayanların, yolculara saldırmaları sonucunda tutuklanıp öldürülmekten korku ve endişeye kapıldıkları kaydedilmiştir[46].

H. 483 (1090/91) Yılı Olayları

Bu yılda, metinde, Tâcü’d - Devle Tutuş hakkında genel olarak şu bilgiler yer almıştır:

Tâcü’d - Devle Tutuş, beraberinde Haleb valisi Kasîmü’d-Devle Aksungur ve askerleri Urfa (Metinde yanlış olarak Antakya) valisi Bozan olduğu hâlde, ordusuyla Halef b . Mülâib’in elinde bulunan Humus'a yürüyüp kuşatmaya başladılar ve sonunda şehri aman'la ele geçirdiler ve anlaşma gereği Halef b. Mülâib’i serbest bıraktılar. Böylece serbest kalan Halef b. Mülâib, Mısır'a gidip bir süre orada kaldı daha sonra da Suriye'ye gelip bir yolunu bularak Efâmiye kalesini ele geçirdi[47].

H. 484 (1091/92) Yılı Olayları

Bu yılda metinde, Kasîmü’d-Devle Aksungur ve Sultan Melikşah’ın oğlu Melik Ahmed hakkında kısaca şu bilgiler yer almıştır:

Haleb valisi Kasîmü’d-Devle Aksungur, 3 Receb (21 Ağustos)’de Efâmiye kalesine yürüyüp ele geçirdi ve Halef b. Mülâib’i buradan uzaklaştırıp buraya bir nâibini atadıktan sonra Haleb'e döndü[48].

Bu yılda, doğudan Sultan Melikşah’ın oğlu Melik Ahmed ’in ölüm haberi geldi. Ahmed, dedesinin (Sultan Alp Arslan) hâkimiyeti altındaki Semerkant'ta yönetici olarak bulunmakta, daha önce de belirtildiği üzere burada camilerin minberlerinde adına hutbe okutulmakta idi[49].

H. 485 (1092/93) Yılı Olayları

Bu yılda, metinde Sultan Melikşah, veziri Nizâmü’l-Mülk ve Tâcü’d- Devle Tutuş hakkında şu bilgiler yer almıştır:

Sultan Melikşah, Mısır'ı ele geçirmek amacıyla İsfahan'dan çıkıp Bağdad’a yöneldi. Sultan, Hemadan’a geldiği zaman Deylemli bir Bâtınî, veziri Hâce-i Buzurg Nizâmü’l-Mülk Ebû Ali el-Hasan b. İshaket-Tûsî’ye saldırıp öldürdü, kaçan katil çok arandı ise de bulunamadı ve onun hakkında hiçbir haber de alınamadı. Herkes, daima doğru bir yol izleyip adaletli ve insaflı davranmış, din, fıkıh, bilim ve Kuran ehline daima iyilikte bulunmuş, hayır işleyerek iyi bir siyaset izlemiş olan Nizâmü’l-Mülk’ün böyle ölümüne son derece üzülüp acı duymuşlardır ve onun gibi bir kimseyi bir daha bulamamaktan dolayı da üzüntüleri çok artmıştı. Nizâmü’l-Mülk, Irak ve İran ülkelerindeki medrese ve tekkelerde çok iyi izler bırakmıştır. Meselâ o, 12 bin kadar fakih ve benzeri meslek sahiplerinin geçimini sağlıyordu. Vezirinin öldürülmesine son derece üzülen Sultan Melikşah, süratle yoluna devam edip Şevval ayında (Kasım/Aralık) Bağdad'a ulaşıp burada kısa bir süre kaldıktan sonra avlanmaya çıktı. Bağdad'a geri döndüğü zaman vücudunda bir gevşeme ve bitkinlik hissetti, sonunda bu amansız hastalığı şiddetlendi ve 6 Şevvâl Çarşamba gecesi (9 Kasım 1092 Salı) de vefat etti; veziri Nizâmü’l-Mülk’ün ölümüyle Sultan'ın ölümü arasında üç gün vardı. Sultan’ın ölümü üzerine Büyük Selçuklu Devleti tahtına oğlu Berkyaruk geçti ve devlet ileri gelenleri ona bîat ettiler. Selçuklu ülkesindeki camilerin minberlerinde onun adına hutbe okundu. Berkyaruk, devlet işlerini, istediği gibi düzenleyip yoluna koydu[50].

Tâcü’d - Devle Tutuş, kardeşi Sultan Melikşah’ı karşılamak ve ona yakın olup hizmette bulunmak amacıyla Dımaşk’tan ayrılıp Bağdad’a hareket etmekte iken kendisine “Melikşah’ın ölüm haberi” gelince yolunu değiştirip Rahbe’ye gelerek şehri kuşattı ve içindeki yöneticilerle mektuplaşarak “Şehrin kendisine teslim edilmesini” istedi ise de kabul edilmedi, bunun üzerine de Dımaşk’a geri döndü. Bununla birlikte Tutuş, kuvvetleriyle birlikte Rahbe’ye geldi. Ayrıca Haleb valisi Kasîmü’ d-Devle Aksungur ve Antakya valisi Yağısıyan’a mektuplar gönderip kendisine yardım etmelerini istedi. Onlar da kuvvetleriyle gelip Tutuş’a katıldılar. Böylece daha güçlü bir dununa gelen Tutuş, Rahbe’yi yeniden kuşattı ve içindekilere aman vermek suretiyle şehre hâkim oldu, halka karşı iyi davranışlarda bulundu. Tutuş, Rahbe’yi kendi gücüyle oman’la ele geçirdiği takdirde kılıcını çıkarıp sallayacağı hususunda bir adak tutmuştu, bu nedenle o, şehre girdiği zaman kılıcını sıyırıp havaya kaldırdı ve şehirde istikrar ortamı oluşunca da kılıcını kınına soktu, böylece adağını yerine getirmiş oldu. Tutuş, Rahbe’de yönetim işlerini düzene koyup şehre, koruyucu kimseleri atadıktan sonra Nusaybin’e yöneldi.

Sultan Melikşah’ın ölümünden sonra İbrahim b. Kureyş, ülkesine dönüp Musul ile buraya bağlı yerleri ele geçirip hâkim olmuş, Arab ve Kürtleri toplayıp Musul ve yörelerindeki Ukayloğulları kabilesine saldırıya geçerek kardeşinin oğlu Şerefü’d- Devle Muhammed’i yenilgiye uğratıp yönetimden uzaklaştırmıştı. Öte yandan Tutuş, Nusaybin'e ulaştığı zaman Urfa valisi Bozan onun yanına geldi. Bu arada Nusaybin valisi de kendisine gelerek “İtaat ile hizmette bulunacağını” bildirdi; yöre halkı da içinde İbrahim b. Kureyş’in adamlarının da yer aldığı kuvvetlerle savaşmaktan çekinip kaçındılar. Bu arada Tutuş, Nusaybin’e saldırıp bazı surları yıktıktan sonra şehri kılıç zonayla ele geçirdi, yaklaşık iki bin kişiyi öldürdükten sonra cami ve mescitlere sığınanları da öldürttü. Bununla birlikte bazıları dışında bütün erkek ve kadın tutsaklar serbest bırakıldılar. Bu olay, Safer 486 (Mart 1093)’da vuku bulmuştur[51].

H. 486(1093/94) Yılı Olayları

Bu yılın ilk olayları metinde Tâcü’d - Devle Tutuş hakkında olup şöyledir:

Tacü’d-Devle Tutuş, İbrahim b. Kureyş’i yakalamak amacıyla giriştiği harekâttan sonra Nusaybin’den ayrıldı. Fakat, öte yandan İbrahim, Tutuş’un giriştiği bu harekâtı haber alınca, etraftan kendisine yardım ve destek istedi. Sonunda oluşturduğu büyük bir kuvvetle Hirmâs ırmağının (Hirmâs, Nusaybin Irmağı) doğusuna geldi. Bu sırada Tutuş da Dârâ'ya gelmişti. Çok geçmeden her iki tarafın kuvvetleri, 2 Rebîülevvel Pazartesi günü (2 Nisan 1093 Cumartesi), Hirmâs ırmağı civarında, karşı karşıya gelip şiddetli çarpışmalara başladılar. İki taraftan da çok sayıda Türk ve Arab öldürüldü. Bu nedenle her iki taraf kuvvetleri, kendi yerlerine çekildi. İşte bu sırada Tutuş, İbrahim’in kuvvetlerini hazırlıksız yakalayarak onları gafil avladı, bunun sonucunda da Arablar bozguna uğratılıp kılıçtan geçirildiler. Öldürülenlerin çoğu özellikle çadırlarda bulunan yaya askerlerdi. Çarpışmalar sırasında İbrahim b. Kureyş ve Ukayloğulları kabilesinin ileri gelenleri de öldürüldü. Her iki taraftan ölenlerin sayısının yaklaşık 10 bin kişi olduğu rivayet edilmiştir. Bu arada pek çok eşya, hayvan ve silâh Tutuş’un kuvvetlerinin eline geçti. Bu nedenle bir deve bir altına, 100 tane kuzu da bir altına satıldı. Bu devirde böyle kanlı ve kötü sonuçlar doğuran bir savaş görülmedi.

Nusaybin’i böylece ele geçiren Tutuş Diyarbekir'e yönelip Amid’e geldi. Burayı ve Elcezîre’yi ele geçirdi. Buraları elinde tutan İbn Cüheyr’i ise Nusaybin yönetimine atadı. Esasında Tutuş, Amid Meyyâfârikîn (Silvan) ve buralara bağlı olan yerleri hâkimiyetine alıp yönetimlerini düzene soktu, dolayısıyla buranın valilerini Sincar ve Musul’a gönderdi, böylece bu şehirlere bağlı birçok yerlere hâkim dununa geçti. Bunun üzerine Ukayloğulları kabilesine bağlı insanlar, evlerinden ve yurtlarından kaçarak Büyük Selçuklu Devleti Sultanı olan MeIikşah’ın oğlu Berkyaruk’a gittiler. Ayrıca Ali b. Şerefü’d-Devle Müslim b. Kureyş ve Sultan Alp Arslan’ın kızı ve Sultan Melikşah’ın halası olan annesi de Tâcü’d-Devle Tutuş’un bu yaptıklarından dolayı hep şikâyette bulunmuşlardı. Ülkeleri ele geçirip halklarını itaat altına alması sonucunda Tutuş’un askerî gücü arttı. Dolayısıyla da kendini Büyük Selçuklu Devleti Sultanı olarak görmeye başladı. Bu nedenle de kuvvetleriyle birlikte Horasan yönüne hareket etti; geçtiği bütün kent ve kale halkları, kendisini karşılayıp itaatlarını bildirirlerdi, bu nedenle de onun güç ve kuvveti artmaya başladı. Öte yandan kendisinin bu tutum ve davranışlarına karşı muhalefet ve hattâ isyan durumu olan Haleb valisi Kasîmü’d-Devle Aksungur ve Urfa valisi İmâdü’d-Devle Bozan, Sultan Melikşah’ın oğlu Berkyaruk tarafına geçtiler. Onların bu tutum ve davranışları karşısında Tutuş, Diyarbakır’a dönme kararı aldı ve çok geçmeden de Suruç’a gelip ele geçirdi, buraya ve Elcezîre'ye güvendiği kimseleri atadı. İşte bu sıralarda Tutuş, kendinden ayrılıp Berkyaruk’un saflarına geçen “Haleb valisi Kasîmü’d-Devle Aksungur ve Urfa valisi Bozan’ın oğlu Müeyyidü’d-Devle’nin Suriye'ye yaklaşmakta olduğu” haberini aldı. Bu ikisi, Sultan Berkyaruk’un huzuruna çıkıp ondan ilgi ve saygı görmüşler dolayısıyla onun yanında iyi bir durum kazanmışlardı, Berkyaruk da onların kendisine katılmalarına memnun olup sevinmişti. Bu iki emîr, Tutuş’u söz konusu ederek Berkyaruk’a “Onu hiç ihmal etmemesi” hususunda uyarmışlar, “Durumu güçlenerek Selçuklu saltanatını ele geçirip Sultan’ın hâkimiyeti altındaki memleketleri ele geçirmeden bir an önce Tutuş’a karşı harekete geçmesini” teşvik etmişler ve “Kendilerini valileri oldukları Haleb ve Urfa’ya ulaştırmasını” ondan istemişlerdir. Bunun üzerine Berkyaruk, her ikisini Musul'a ulaştırmak amacıyla onlarla birlikte yola çıktı. Berkyaruk, Ukayloğulları kabilesinin başına Ali b. Şerefü’d-Devle Müslim’i atadı ve ona Sâdu’d-Devle lâkabını verdi. Bu arada Kasîmü’d-Devle Aksungur, bu yılın Şevval ayında (Ekim/Kasım) beraberinde, Ukayloğulları kabilesinden ve Berkyaruk’un askerlerinden kuvvetler olduğu hâlde, Haleb’e geldi. Bunu haber alan Tâcü’d-Devle Tutuş, Rahbe'den ayrılıp Fırat ırmağı yönüne hareket etti. Sonunda Antakya'ya gelip burada oturmaya başladı, bu arada da kendisine “Berkyaruk’un Rahbe’den Bağdad’a gelip kışı burada geçirme niyetinde olduğu” haberi geldi. Tutuş’un Antakya’da kaldığı süre zarfında şehirde fiyatlar çok yükseldi. Bu nedenle kendisine “Suriye’ye dönmesi” söylendiyse de o, buna hiç aldırış etmedi, fakat o, Zülhicce ayının sonlarında (Ocak 1094 sonlan) beraberinde, emir Vessâb b. Mahmud b. Sâlih, Kâmiloğulları kabilesi ve bazı Arab kuvvetleri olduğu hâlde, Dımaşk’a döndü. Esasında bu Arablar, Aksungur’dan korkuları nedeniyle Suriye’de kalmaya cesaret edemiyorlardı[52].

Bu kayıttan sonra metinde, Hacılarla ilgili şu kayıtlar yer almıştır:

Hacıların, bu yıl geçirdikleri tehlike dolayısıyla yaşadıkları korku ve endişe nedeniyle Hac Seferlerinin iptal edildiği haberi Hak’tan geldi. Tutuş’un ileri gelen komutanlarından emîr el-Hânî’nin koruması altında Hacılar Suriye ve Dımaşk’tan yola çıktılar; esasında Hacıların korunmasını üzerine alması hususunda el-Hânî ile bir anlaşma yapılmıştı. Hacılar, Hac'larını ve ibadetlerini yerine getirdikten sonra Harem emîri İbn Ebî Şeyhe (Tâcü’l-meâ1i Muhammed b. Câfer)’den korkuları nedeniyle günlerce memleketlerine dönemediler. Hacılar, Mekke’den ayrıldıktan sonra İbn Ebî Şeyb e’nin adamları onları izleyip Mekke yakınlarında da yağmaladılar, bu nedenle Hacılar, Mekke'ye dönüp memleket ve evlerinden uzak olmalarından başka başlarına gelen bu yağma olayından dolayı şikâyet ve yalvarmalarda bulundular. İbn Ebî Şeybede onlardan yağmalattığı develerin bir kısmını onlara geri verdi. Çatışmalar sırasında emîr el-Hânî’nin kardeşi de öldürüldü. Kendilerinden yağma edilen diğer şeylerin geri verilmesinden ümidini kesen Hacılar, Mekke'den ayrıldılar. Onlar, Mekke’den ayrıldıklarından bir süre sonra bir grup Arab onların çevresini sardı, fakat sonunda Hacılar, onlara belirli bir miktar para vermek suretiyle onlarla anlaştılar. Bu süre zarfında Hacılardan bir çokları öldürülmüş, bazıları yokluk ve zayıflıktan dolayı hayatlarını kaybetmişlerdi; sağ, sâlinı memleketlerine dönenlerin de durumları pek iç açıcı değildi[53].

H. 487(1094/95) Yılı Olayları

Bu yılın ilk olayı, metinde, Halife el-Muktedî bi-Emri’l-Lâh’ın öldüğü ve bu sırada da Sultan Berkyaruk’un Bağdad’da bulunduğu ve yıl sonuna kadar da burada kaldığı, kaydedilmiştir.

Bu kayıttan sonra metinde, Tâcü’d-Devle Tutuş’un saltanat mücadelesi ve sonu hakkında şu bilgiler yer almıştır:

Tâcü’d-Devle Tutuş, Rebîülâhir ayında (Nisan/Mayıs), ordusuyla Dımaşk’tan çıkıp kuzeye yönelerek Asi ırmağını geçti ve askerlerine “Ziraat ürünlerini korumalarını, hayvanları ve vergi memurlarını yağmalamalarını” emretti. Tutuş’un bu hareketi Haleb valisi Kasîmü’d-Devle Aksungur’a ulaştırılınca o, Tutuş’la savaşmaya karar verip onu buralardan uzaklaştırmak amacıyla asker toplayıp hazırlıklar yaptı. Bu arada “Aksungur’tın bu hareketi, Urfa valisi Bozan Musul valisi Gürboğa ve Rahbe emîri Abakoğlu Yusuf un 2500 atlıyla Haleb'e gelip Aksungur’a yardım ve destek olmaları” haberi Tutuş’a ulaştırılınca o, derhal Kefer-i Himâr (Maaretü’n-Nûman yakınındaki Tellü Mennes kalesi yöresinde)’daki ikamet yerinden ayrılarak, önce Rahbe'ye bağlı el-Hânûte oradan da Haleb'le Bâlis arasındaki en-Nâûre’ye[54] gitti ve buradaki davar sürülerine saldırdı ve ekinleri de ateşe verdi, daha sonra da Haleb'in doğusundaki Buzda Vadisîne gitti. Öte yandan Kasîmü’d-Devle Aksungur, 8 Cumadelûlâ Cuma günü (26 Mayıs Cuma) yaklaşık 20 bin kişiden oluşan hatta daha fazla olan ordusuyla harekâta başlayıp Seb’în ırmağının kanallarını geçerek Tutuş’un ordusuna doğru harekete geçti. İki ordu, ertesi gün sabahı Merih’in Satürn’le Aslan Burcunda birleştiği vakitte savaş için karşılaştılar. Gür boğa ve Bozan’ın askerleri bazı su kanallarından geçemeyerek oldukları yerde kaldılar ve beraberlerinde bulunan Arab askerlerine pek güvenilmeyerek onlar ordunun sağ kanadından sol kanadına geçirilmişler, fakat yine de faydalan görülmemiştir. Tutuş’un ordusunun zaferi kazanması sonucunda, Gürboğa, Bozan ve Yusuf un askerleri bozguna uğratılıp kılıçtan geçirilmişlerdir. Kasîmü’d-Devle Aksungur ve askerlerinden çoğu tutsak alınmışlardır. Tutuş, huzuruna getirilen Aksungur ve müttefiklerinin boyunlarının vurulmasını emretmiş, bu emrin yerine getirilmesi sonucunda da onlar öldürülmüşlerdir. Bu arada bozguna uğrayan askerler Haleb’e gelip şehir halkı ve Ahdâs ile anlaşarak Sultan Berkyaruk’tan yardım isteme karan almışlardır. Öte yandan Tutuş da derhal Haleb'e yönelmiştir. Her şeye rağmen şehirdekiler arasında fikir birliği sağlanamadığı için Tutuş’a karşı nasıl bir tavır takınılacağını bilmez bir dununa gelmişlerdir. Çok geçmeden diğerleri tarafından pek ciddiye alınmayan bir grup halk, harekete geçip şehir kapısını kırarak Tutuş lehinde gösterilerde bulunmuşlardır. Emîr Vessab b. Mahmûd b. Sâlih, Tutuş’u karşılamaya çıkmış, Tutuş da şehir kapılarının birisinden içeri girmiş, bu arada Haleb kalesinin hâkimi olan emîr Nuh’un elçisi ve eşi gelip Nuh için Tutuş’tan aman almışlar, sonra da Nuh’a gelip gelinen dununu ve kendisi için aldıkları ahid ve amanı ona bildirmişlerdir. Bunun üzerine emîr Nuh da Haleb'i Tutuş’a teslim etmiştir. Böylecel1 Cumâdelûlâ Pazartesi günü (29 Mayıs 1094 Pazartesi) şehre giren Tutuş’a Suriye’deki bütün kaleler teslim edilmiştir. Bu arada Tutuş, savaş sonrasında tutsak alınan Urfa valisi Boza n’ın öldürülmesini emredince o da hemen eli kolu bağlı olarak boynu vurulmak suretiyle öldürülmüştür. Aynı şekilde savaşta tutsak alınan Musul valisi Gürboğa, Haleb’e nâibler ve muhafızlar atanıp durum belirginlik kazanıncaya kadar şehirde tutuklu olarak kalmıştır. Tutuş ise ordusuyla Haleb’den ayrılıp Fırat ırmağı yönüne hareket etti. Bir süre sonra ırmağı geçip Harran, Suruç ve Urfa'yı aldıktan sonra Berkyaruk’un geleceği yoldan çekilmek amacıyla Diyarbekir'e yöneldi. Berkyaruk ise ölen Sultan Melikşah’ın eşi ve kendi kardeşi Mahmûd’un annesi olup İsfahan'ı ele geçirip mal ve mülklere el koymuş olan Hatun (Terken Hatun)’la buluşmak üzere Musul yörelerine gelmişti; bu arada Hatun’la yazışmalar yaparak Selçuklu saltanatını aralarında bölüştüler. Esasında Hatun, Berkyaruk’u ülkeyi istediği gibi yönetmekten men etmişti. Öte yandan Tutuş, Berkyaruk’a karşı saltanat mücadelesini sürdürmek için harekete geçti ise de amacına pek ulaşamadı. Hatun bunu haber alınca ordusuyla Tutuş’a ulaşmak üzere İsfahan'dan ayrıldı. Fakat yolda ağır bir hastalığa yakalanıp vefat etti, beraberindeki kuvvetlerden bir kısmı Berkyaruk’a bir kısmı da başkalarına katıldı. Bunu haber alan Berkyaruk, süratle İsfahan'a yürüyüp ele geçirdi, şehir halkı yiyecek yokluğu ve kıtlık yüzünden ölümle karşı karşıya gelmişti. Bu arada Hatun’un ve Be ı ky anı k’un ordusundan çok sayıda asker Tutuş’a gelip katıldılar. Böylece Tutuş’un güç ve kuvveti artmış, bunun sonucunda da onun adına Bağdad camilerinde dua ve niyazda bulunulmuştur. Hemedan'a ulaşan Tutuş, Dımaşk’ta bulunan oğlu Fahrü’l-Mülûk (Rıdvân)’a bir mektup göndererek “Suriye’de geri kalan bütün askerlerle birlikte kendisine gelmesini emretti. Bunun üzerine Rıdvan, beraberinde Artukoğlu Necme’d-Din İlgâzi, Vessâb b. Mahmud b. Sâlih, bazı Arab emirleri ve Haleb’in Aksurgar’a ait olan Türklerden oluşan kuvvetler olduğu hâlde, Haleb'e, sonra da Irak'a yönelip H. 487 yılı başlarında (1094) Rahbe üzerinden Bağdat'a gitti. Öte yandan Tutuş, Rey kentine gelip kuşatarak ele geçirmişti. Böylece o, Suriye’den Rey’e kadar uzanan memleket ve kaleleri ele geçirmiş oldu. Bu arada Tutuş, Ukayloğulları ve Numeyroğulları kuvvetlerinin içinde bulunduğu bir orduyu Ukayloğullarına ait topraklara sevkedip Musul dışında, bütün yerleri ele geçirmiştir. Öte yandan Sultan Berkyaruk, ordusuyla İsfahan'dan çıkıp, amcası Tutuş’un üzerine yürüdü. Bu arada Tutuş, halkının kendisine isyan edebileceği korku ve endişesiyle Tîey’den ayrılıp buradan dört fersah uzaklıkta bir yere gidip konakladı. Sultan Berkyaruk da ordusuyla Tutuş’un karşı tarafına gelip çadırlarını kurdu. Her iki tarafın müneccimlerinin yorumlan nedeniyle savaş hemen yapılmadı. Fakat iki tarafın orduları hazırlık yapıp savaş düzenine girdiler. Nihayet 17 Safer 488 (26 Şubat 1095) iki taraf arasında çarpışmalar başladı; bir süre sonra Tutuş’un ordusu bozguna uğrayıp darmadağın oldu, birçok asker öldürüldü, birçoğu da tutsak alındı; çarpışmalar sırasında Tutuş da öldürüldü. Tutuş’u kendi yanına aldığı Kasîmü’d-Devle Aksungur’un bir adamı öldürdü; onun kesik başı Berkyaruk’un ordusunda teşhir edildikten sonra Bağdad'a gönderilip oradan da halka teşhir edildi[55].

H. 488 (1095) Yılı Olayları

Bu yılda, metinde, Tâcü’d - Devle Tutuş’un oğulları Fahru’l-Mülûk Rıdvan ve Şemsü’l-Mülûk Dukak hakkında şu bilgiler yer almaktadır:

Fahru’l-Mülûk Rıdvan, babasının Berkyaruk’la giriştiği savaşta yenilgiye uğrayıp öldürüldüğünü haber alınca telâşa kapıldı. Esasında o, bu sırada bulunduğu Âne’den[56] Bağdad'a, oradan da kendisini çağırması nedeniyle babası Tutuş’a gitmek istiyordu. Fakat babasının öldürülmesi üzerine, kendisine saldırıp yakalamak isteyenlerden endişeye kapılması sonucunda, derhal kendisinin ve askerlerinin çadırlarını söktü, son derecede hızlı koşan atlarını ve yakın adamlarını yanma aldı, geri kalan askerlerinden ayrılıp Haleb'e ulaştı. Haleb kalesinde bulunan kendisinin nâibi vezir (Ebu’l-Kâsım b. Mu hammed), şehir kapısını açtırıp onu kaleye çıkarttı ve herhangi bir saldırıya karşı kalede hazırlıklar yapıp bir takım önlemler aldı. Öte yandan babası Tutuş’un dağılan ordusundan bir grup askerle ayrılan Şemsü’l-Mülûk Dukak, Diyarbekir üzerinden Haleb’e geldi. Burada kısa bir süre kalan Dukak, Dımaşk'ta bulanan Tutuş’un nâibi emîr Savtekin’le gizlice haberleşti. Çok geçmeden de hiç kimsenin haberi olmaksızın Haleb'den ayrılıp Dımaşk'a yöneldi. Fahrü’l-Mülûk Rıdvân, onu yakalatmak için Dukak’ın arkasından çok sayıda atlı bir kuvvet gönderdi ise de onu yakalamak mümkün olmadı. Nihayet Dımaşk'a ulaşan Dukak’ı emîr Savtekin karşılayıp Dımaşk yönetimini ona vererek babası Tutuş’un makamına oturttu ve şehirdeki askerlerden de ona bîat aldırdı, böylece Dukak, Dımaşk’a hâkim bir duruma gelmiş oldu[57].

Bu kayıtlardan sonra metinde, emîr İspehbud Sabave (Metinde Esfehuz)’nin dört yüz Türkmen, atlısıyla Hicaz taraflarından Mekke'ye gelip yöre halkıyla savaşıp onları yenilgiye uğratarak şehri ele geçirdiği, İbn Ebî Şeyb e’nin soyguncularından çoğunu öldürdüğünü, bunun sonucunda da Îbn Ebî Şeybe ile Mekke ileri gelenlerini bozguna uğratıp dağıttığı, daha sonra da onun Mekke’den ayrıldığı, kaydedilmiştir[58].
Bu genel kayıttan sonrada metinde Atabek emîr Zahîrü’d-Din Tuğtekin hakkında şu bilgiler yer almıştır:

Tâcü’d - Devle Tutuş’un beraberinde olan ve bozgundan sonra tutuklanan Atabek emîr Zahîrü’d-Din Tuğtekin, esaretten kurtulduktan sonra Dımaşk’a geldi, burada kendisini dostu Dımaşk askerî valisi (Şiline) Hısnu’d-Devle Bahtiyar karşıladı ve yeniden hizmetine girdi. Tuğtekin, daha gençlik çağlarında Tutuş’un takdir ve teveccühünü kazanmış, onun en yakın ve gözde adamı olmuştu. Bunun sonucunda Tutuş, onu ordu komutanlığına atamış ve kendisi yokken Dımaşk’ı yönetme görevini de ona vermiş, o da bu görevi en iyi şekilde yapıp halka insaf ve adaletle davranmış, bu nedenle onun bu özelliği halk arasında yayılarak durumu yükselmiş, kendisine dualar edilip övgüler yağdırılmış, böylecc verdiği bütün emirler yerine getirilmişti. Tutuş, onun yönetimde gösterdiği başarı nedeniyle onu ilk görevi olan Meyyâfârikin (Silvan) valiliğine atamış ve oğlu Dukak’ı da ona teslim edip onu yetiştirmesini istemiştir. Tuğtekin Meyyâfârikin’i en iyi bir şekilde yönetmiş, bozulan yönetim düzenini en kısa bir sürede düzeltip yoluna koymuştur. Fakat bir ara Meyyâfârikin ileri gelenlerinin ve soylularının kendisine karşı çıkıp isyan edeceklerini öğrenen Tuğtekin, diğerlerine ibret olması için onları cezalandırmış, böylece gücünü ve saygınlığını artırmak suretiyle yönetim işlerini istediği şekilde yürütmeyi başarmıştır. Bir süre sonra Tuğtekin, Tâcü’d - Devle Tutuş’la birlikte Berkyaruk’a karşı saltanat mücadelesi için Rey kentine gitmiş, Tutuş’un öldürüldüğü savaşa katılmış, diğer ileri gelenlerle birlikte kendisi de tutsak alınmış ve nihayet tutsaklıktan kurtulup 488 (1095) yılında Dımaşk'a dönmüş ve kendisini Dukak ile ileri gelen sivil ve askerî yetkiler karşılamıştır. Kendisine son derecede saygı gösterilen Tuğtekin’e Dımaşk'm sivil ve askerî yönetimi devredilmiştir. Fakat bununla birlikte yönetim işlerinde huzursuzluk ortaya çıkması sonucunda emîr Savtekin’in öldürülmesi gerçekleştirilmiş, böylecc yönetimde huzur ve sükun sağlanmıştır. Çok geçmeden Dukak’ın annesi ile Tuğtekin evlenmiş, böylece Tuğtekin, yönetimde daha güçlü bir duruma gelmiş, Dukak da bütün yönetim işlerinde ona son derecede güven duyup itimat etmeye başlamıştır. Öte yandan Haleb hâkimi Fahru’l-Mülûk Rıdvan, daha önce yetişip büyüdüğü ve son derecede çok sevdiği Dımaşk’ı ele geçirmek amacıyla askerî hazırlıklar yaptıktan başka Artukoğlu Sökmen’den de yardım aldıktan sonra Dımaşk’a karşı harekâta başladı. Bu sırada Şemsü’l-Mülûk Dukak, emîr Yağısıyan, Artukoğlu Necme’d-Din İlgâzi ve kuvvetleri Dımaşk'la bulunmuyorlardı. Bir süre sonra Rıdvân, kuvvetleriyle gelip II. 489 (1096) yılında şehrin dış taraflarından Dımaşk üzerine yürüdü; bu sırada şehirde Dukak’ın veziri Zeynü’d-Devle Muhammed b. Ebu’l-Kâsım az sayıda askerle bulunmakta idi. Bu sırada Dımaşk'a bağlı yöre halkından bir grup insan da kendisine katıldı, şehir kapıları kapatılıp surlara yerleşildi ve çığlıklar atarak Rıdvân’ın askerlerine ok atmaya başladılar. Rıdvân’ın askerleri, Sûku’l-Ganem'e gelip şehir surlarına ve Bâbü’s-Sagîr'e yaklaşmışlardı. Şehir Ahdâsı ve askerler, şehri onlara karşı savunmak istediler, fakat şehir Şıhnesi (Askerî valisi) Bahtiyar ve Şehir Reisi Emînü’d-Devle Ebû Muhammed b. es-Sûfî, onların bu hareketlerine engel oldular. Bu arada bir mancınık taşı, askerleri çarpışmaya teşvik eden Rıdvân’ın hâcibinin başına isabet etti ve hâcib de hemen orada öldü. Bunun üzerine çarpışmalar derhal durdurulup hâcible ilgilenilmeye başlarıdı ve askerler de çadırlarına geri döndüler. Böylece Rıdvân, Dımaşk’ı ele geçirmeyi başaramadı. Bu arada Şemsü’l-Mülûk Dukak’ın da kuvvetleriyle birlikte Dımaşk’a gelmekte olduğu haber alındı; bunun üzerine Rıdvan, Dımaşk’ı ele geçirme isteğini gerçekleştiremeden Haleb'e geri döndü. Bu arada da o, Dımaşk’m kuzeyindeki Mercü's-Suffer[59] ve Havrana uğradı, askerleri de buralarda bir takım zararlı hareketlerde bulundular. Daha sonra da Rıdvân, Kudüs’e yöneldi. Rıdvân’ın bu harekâtını haber alan Şemsü’l-Mülûk Dukak, süratle Dımaşk’a doğru harekete geçip Rıdvân’ın bu harekâtını haber alan Şemsü’l-Mülük Dukak, süratle Dımaşk’a doğru harekete geçip Rıdvân’ın kuvvetlerini izledi ve çok geçmeden de iki ordu arasında mesafe azalmaya başladı. Bunun üzerine Rıdvân, derhal buradan uzaklaşıp Zilhicce ayının sonunda (Aralık sonu) da Haleb'e geldi[60].

H. 489 (1096) Yılı Olayları

Bu yıla ait ilk kayıtta, Sultan Melikşah’in Humusu ele geçirdiği sırada tutuklatıp İsfahan'da hapse attırdığı Halef b . Mülâib’in, Sultanın ölümünden sonra serbest bırakılıp Mısır’a gittiği belirtilmiştir[61]. İkinci kayıtta ise emîr Yağısıyan’ın, Şemsü’l-Mülük Dukakın hizmetinden ayrılıp Muharrem ayında (Aralık/Ocak) valilik yaptığı Antakya’ya döndüğü kaydedilmiştir[62].

H. 490 (1096/97) Yılı Olayları

Bu yılda, metinde, Fahrü’l-Mülûk Rıdvân ve Haçlıların Anadolu'dan Suriye’ye gelip işgale başlamaları hakkında şu bilgiler yer almaktadır:

Şaban ayında (Temmuz/Ağustos) Haleb hükümdarı Fahrü’l-Mülûk Rıdvân’ın Atabeği emîr Cenâhü’d-Devle Hüseyin, Rıdvân’dan endişelenip korkmaya başlaması nedeniyle gizlice askerleri ve yakın adamlarıyla birlikte Haleb’den ayrılıp Humus’a geldi ve burada nâibi durumunda bulunan emîr Karaca, şehri ona teslim etti, o da şehri ve kalesini her yönden tahkim etti. Ailesini de Humus’a getiren Cenâhü’d-Devle Hüseyin, burada kendisini huzur ve güven içinde hissetti. Onun Haleb’den ayrılmasından hemen sonra emîr Yağısıyan, Antakya’dan Haleb’e gelip buradaki halka ve askerlere neyi emredip neyi yasaklayacağı hususunda önlemler almaya başladı. Çok geçmeden Melik Rıdvân, Yağısıyan’la birlikte Şeyzer yönüne gitmek üzere Haleb’den ayrıldılar. Esasında onlar, Dımaşk üzerine yeniden bir sefer düzenlemek amacıyla hazırlıklar yapmak istiyorlardı. Onlar, Şeyzer’de yaklaşık bir ay kadar kaldılarsa da ordu komutanları arasında anlaşmazlık çıkması üzerine buradan ayrılıp memleketlerine (Haleb ve Antakya) döndüler[63].

Mısır Fatımî Halifesi el-Mustalîbi’l-Lâh, Haleb Selçuklu Meliki Rıdvân’a bir elçi gönderip “Kendisine tâbi olup Halifeliği adına Şiî hutbesi okutmasını” bildirdi. Aynı şekilde Fatımî Halifeliği ordu komutanı el-Efdalda Melik Rıdvân’a bir mektup gönderip “Fatımî Halifeliği adına Şiî hutbesi okutmasını bildirmişti. Bu iki mektubu alan Melik Rıdvân, Haleb ve buraya bağlı yerlerin camilerinde “Önce el-Musta’lî, sonra el- Musta’l, daha sonra kendi adına Şiî hutbesi okunmasını” emretti. Melik Rıdvân’ın yakla-şık dört Cuma okutulması süren bu Şiî hutbesini okutmasındaki esas amacı Mısır ordusuyla birlikte Dımaşk'ı kardeşi Melik Dukak’tan almak idi. Şiî hutbesinin okunması üzerine Artukoğlu Sökmen ve Antakya vâlisi Yağısıyan, Melik Rıdvân’a gelip onun böyle bilişe girişmiş olmasını tenkid ettiler ve “kararını derhal değiştirmesini” bildirdiler. Bunun üzerine Rıdvân, okutmakta olduğu Şiî hutbesini değiştirip Sünnî hutbesini okutmaya başladı[64].

Bu yıl, pek çok sayıda Frenk (Haçlı) askerinin İstanbul Denizi'nden (Marmara Denizi) sefere çıkmaya başladığı hakkında sürekli olarak haberler (Bağdad'a) gelmeye başladı. Bunun üzerine bütün insanlar, korku ve endişeye kapıldılar. Haçlılara en yakın konumda olan Davud b. Süleyman b. Kutalmış, asker toplayıp cihad görevini yerine getirme hazırlıklarına başladı. Kendisine yardımcı olmaları için gücünün yettiği kadar Türkmenleri çağırdı. Bunun sonucunda da kardeşi (I. Kılıç Arslan) ordusuyla, ayrıca Türkmen kuvvetleri de kendisine katıldı. Böylece güçlü bir duruma gelen Davud, Haçlıların geçtiği geçit ve yollara yönelerek onlarla savaştı ve çok sayıda Haçlı askeri öldürdü ise de Haçlılar, ona karşı üstünlük sağlayıp çok sayıda askerini de öldürdüler, bazılarını da tutsak aldılar, mallarını yağmaladılar. Binek hayvanlarının Haçlılar tarafından ele geçirilmesi üzerine Türkmenler dağılıp çekildiler. Bizans imparatoru da çok sayıda tutsak alıp onları İstanbul’a götürdü. İslâmlar aleyhine ortaya çıkan bu kötülüklere ait haberler sürüp gitti, bu nedenle korku ve endişe artıp çoğaldı. Bu savaş, Receb ayının bitimine on gün kala (4 Temmuz 1097) yapıldı[65].

Antakya valisi Yağısıyan, Artukoğlu Sökmen ve emîr Gürboğa, Şaban ayının ortasında (Ocak 1098 sonları) kuvvetleriyle Antakya ’ya yöneldiler, bu sırada da onlara Haçlıların Belen’e geldikleri haberi ulaştırıldı. Yağısıyan, derhal Antakya ya gidip oğlunu Haçlılara karşı yardım istemesi için Dımaşk’taki Dukak’a Humusla ki Cenâhü’d-Devle Hüseyin’e ve diğer yerlerin hâkimlerine gönderdi, kendisi de Antakya’yı tahkim edip buradaki Hıristiyanları şehirden çıkardı. Öte yandan Şevvâl ayının ikinci günü (12 Eylül 1097), Haçlılar Bagras’a gelip Antakya'ya bağlı yerleşim yerlerine saldırıya geçtiler. Bu sırada Antakya'ya komşu olan kale ve hisarlarda bulunanlar, yöneticilere isyan edip kaledekileri öldürdüler. Bunlardan bazıları buradan kaçıp kurtuldu. Antakya halkı da aynı şekilde isyan edip Haçlılardan yardım ve destek isteğinde bulundular. Bu arada 30 bin kişiden oluşan bir Haçlı ordusu, geçtiği yerlerin halkını bozgunculuk yapa yapa kışkırtıp Maarretü’n-Nûman’ın batısında el-Bâre'ye gelerek burada yaklaşık 50 kişiyi öldürdü. Öte yandan Dımaşk ordusu, harekete geçip Haçlılara saldırarak onlardan bir kısım askerleri öldürdü. Bunun üzerine Haçlı ordusu, Haleb'e bağlı er-Rüc'a döndü, daha sonra da Antakya'da yağ, tuz ve diğer gıda maddeleri bulunmaz oldu, bu nedenle fiyatları çok yükseldi, bunun sonucunda da hırsızlık olayları başladı. Bütün bunlar da normal karşılanır oldu. Öte yandan Antakya askerlerinin kendilerine sık sık saldırmaları üzerine Haçlılar, kendilerinin bulunduğu yerle Antakya arasında bir hendek kazdılar. Esasında Haçlılar, İstanbul'a ilk geldikleri zaman Bizans İmparatoru ile “Elegeçirdikleri ilk şehri onlara verecekleri” hususunda bir anlaşma yapmışlardı. Fakat ilk şehir olarak ele geçirdikleri Nikia (İznik)'yı Bizans'a vermemişlerdi. Bu arada, Haçlılar, yollan üzerindeki bazı geçitleri ve sınır boylarını da ele geçirdiler[66].

Haleb'i tahakküm ve zorbalıkla yönetmesi sebebiyle Reis el-Micenn (Berekât b. Fârisel-Fav’î) tutuklanmış, evi yağmalanmış, kendisiyle birlikte bazı çocukları da öldürülmüş, böylece kökü kazınmıştır. İşte bu, canlan yok edip kan dökenlere verilen cezadır; bu ceza ve akıbet, zalimlerden asla uzak kalmaz. Bu olay, bu yılın Zülkade ayında (Ekim/Kasım 1097) vuku bulmuştur[67].

Haleb Meliki Rıdvân, Ebu’l-Fazl b. el-Mevsûl(Hibetu’l-Lahb. Abdü’l-Kâhir b. EL-Mevsûl)’ü kendine vezir yapmış ve ona Müşeyyidüddin lâkabını vermiştir[68].

H. 491 (1097/98) Yılı Olayları

Bu yılda, metinde Haçlılarla mücadeleler ve Mısır Fatımîlerinin Kudüs'ü ele geçirmeleri hakkında şu bilgiler yer almaktadır:

Bu yılın Cumadelevvel ayının sonlarında (Mayıs 1098 başları), Antakya halkından ve vali Yağısıyan’ın taifesinden olan bir grup zırh imalatçısı, kendilerine daha önce yapı-lan bir kötülük ve mallarına el konulması nedeniyle Antakya şehri aleyhine faaliyet gösterip şehri Haçlılara teslim etme hususunda onlarla anlaştılar. Bunun sonucunda da dağa yakın burçlardan birini Haçlılara sattılar, çok geçmeden de Haçlıları gece, bu burçtan içeri aldılar ve Haçlılar, şafak söktüğü sıralarda da çığlıklar atarak şehri ele geçirdiler. Vali Yağısıyan ise Haçlılar karşısında bozguna uğrayıp kalabalık bir gnıp insanla şehirden çıktı. Fakat beraberindekiler grup Haçlılar tarafından öldürüldü. Yağısıyan, Maarretu Masrîn[69] yakınlarındaki Ermenaz’a yaklaştığı sırada atından yere düştü. Adamlarından birisi, onu kaldırıp atma bindirdi. Fakat o, atın üstünde duramadı ve yeniden yere düşüp öldü. Öte yandan Antakya’da çok sayıda erkek, kadın ve çocuk öldürüldü ve bir kısmı da tutsak alınıp köle yapıldı, ancak üç bin kişi kaleye kaçıp sığındılar[70].

Mısır Fâtımî ordu komutanı (Emîrü’l-Cuyûş ) Efdal, Şaban ayında (Temmuz/Ağustos), büyük bir orduyla Mısır’dan çıkıp Suriye’ye yürüdü. O, doğruca Kudüs’e yöneldi, şehirde Artuk'un iki oğlu Sökmen ve İ1gazi ile yakınları ve çok sayıda da Türk bulunmakta idi. Efdal, “Savaşıp kan dökülmeden yazışmak suretiyle şehrin kendisine teslimini” istedi. Fakat Sökmenveîlgâzi, bunu kabul etmediler, bunun üzerine Efdal, şehre karşı mancınıklar kurdurup savaşa başladı. Bir süre sonra surlarda açılan bir gedikte şehre girerek Sökmen’in ve oturduğu yeri ele geçirdi. Bütün şehre hâkim olunca da Sökmen ve İlgaz iye iyi davranışlarda bulundu ve beraberindekileri serbest bıraktı bunun üzerine onlar, her ikisini ve beraberindekileri serbest bıraktı. Bunun üzerine beraberindekilerle Şevval’in ilk on günü (4-13 Temmuz 1098), Kudüs’ten ayrılıp Dımaşk'a gittiler. E f d a 1 da ordusuyla Mısır'a döndü[71].

Haçlılar, harekete geçip 29 Zülhicce (27 Kasım 1098)’de Maarretü’n-Nûman’a gelerek şehri ele geçirmek amacıyla surlara merdivenler dayadılar. Bu arada Nirûz adlı zırh ustası bir Ermeninin ihaneti sonucunda Haçlılar, Receb ayı başlarına bir Cuma gecesi ( 12 Mart Cuma) Antakya'yı ele geçirdiler. Bunun üzerine çok sayıda Suriye ordusu, Haçlılarla savaş için Antakya’ya yürüdü ve buradaki Haçlıları kuşattı, bu sebeple şehirdeki Haçlılar, yiyeceklerinin bitmesi nedeniyle ölülerin etini yemeye başladılar. Son derecede zayıf ve bitkin bir durumda bulunmalarına rağmen Haçlı ordusu, sayı ve güç bakımından kendilerinden üstün olan İslâm ordusuna saldırıp onları bozguna uğrattılar, bu arada Müslümanlara savunmak amacıyla gelen gönüllü mücahidler de kılıçtan geçirildi (6 Receb Sah = 9 Haziran Çarşamba)[72].

H. 492 (1098/99) Yılı Olayları

Haçlılar, Muharrem ayında (Kasım/Aralık 1098) kuzey ve doğu yönlerinden Maarretü'n-Nûman’ın surlarına karşı harekâta geçip surdan daha yüksek olan mancınıkları surlara dayayıp üstündeki Müslüman askerleri buradan uzaklaştırdılar, 14 Muharrem (11 Aralık) akşamına kadar burada savaş sürüp gitti. Haçlı elçilerinin şehir yöneticilerine gelip giderek ‘‘Kendilerinin can ve malları için” aman vermeleri ve kendilerinin de bunu kabul edip Haçlılara teslim olmaları, özellikle şehir şıhnesinin de çabalan sonucunda şehri savunanlar, geri çekildiler. Böylece Haçlılar, şehre hâkim oldular. Burada yapılan çarpışmalarda iki taraftan da çok sayıda insan öldürüldü. Haçlılar, anlaşmaya rağmen evlerine çekilen halka karşı harekete geçip onları yağmaladılar. Şehre haç diktiler, halktan vermelerine güçlerinin yetmeyecekleri pek çok şeyler istediler. Nihayet Haçlılar, 17 Safer Perşembe günü (13 Ocak 1099 Perşembe) de Maarretü'n-Nûman'dan ayrılıp Kefertab’a yöneldiler. Daha sonra Receb ayının sonlarında da (Haziran sonları) Kudüs'e yöneldiler. Geçtikleri yerlerde bulunan halk, süratle bulundukları yerlerden uzaklaştılar. Haçlılar, önce Remle'ye gelerek hasat mevsimini burada geçirdikten sonra Kudüs’e yönelip şehir halkıyla savaştılar, şehri kuşatıp surlarına kuleler yapıp dayadılar. Bu arada Haçlılar, cihad ve Kudüs’ü konuna amacıyla Efdal’in büyük bir Mısır Fâtımî ordusuyla Kudüs'e gelmekte olduğunu haber aldılar. Bir süre sonra Haçlılar, Mısır ordusuyla sabahtan akşama kadar çarpıştılar, fakat biraz geri çekildiler. Bunun üzerine Efdal, ertesi gün, Haçlılara karşı kesin bir saldırıya niyetlendi. Kudüs halkı, akşam vaktinde surlardan inmeye başlayınca bunu fırsat bilen Haçlılar, yeniden saldırıya geçtiler. Kuleye çıkarak şehrin surlarına geçtiler, çok geçmeden de Kudüs'ü işgal ettiler. Bir kısım halk, Kutsal Mihrab’a gitti. Buna rağmen yine pek çok insan öldürüldü. Hattâ Haçlılar, Yahudileri bir kilisede toplayıp kiliseyi ateşe verdiler, 22 Şaban (14 Temmuz 1099)’da da Kutsal Mihrabı amanla teslim aldılar. Bu arada da Hz. Ha1i1 İbrahim ‘in mezarını da yıktılar[73].

H. 493 (1099/1100) Yılı Olayları

Bu yıl, metinde, Sultan Berkyaruk, Melik Dukak ve Haçlılarla ilgili şu bilgiler bulunmaktadır:

Bu yılın Safer ayında (Aralık/Ocak), Sultan Berkyaruk, kardeşi Muhammed Tapar’la giriştiği savaşta onu yenilgiye uğratıp İsfahan kentini ele geçirmiştir[74].

Dımaşk Selçuklu Meliki Dukak, ordusuyla Dımaşk’tan çıkıp Diyarbekir'e yürüdü, onun esas amacı, bu bölgeyi istilâcılardan geri almaktı. Dukak, çöl yoluyla Rahbe’ye oradan da Diyarbekir bölgesine gelerek Meyyâfârikin'î teslim alıp buraya, koruması ve savunma işlerini yürütecek kimseleri atadı[75].

Antakya Haçlı prensi Bohemund, Receb ayında (Mayıs/Haziran), Efâmiye’ye yönelip burada günlerce kaldı ve buradaki ekinleri tahrip etti. Fakat bu sıralarda, Danişmendli hükümdarı Dânişmend ve Türkiye Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan’ın beraberlerinde kalabalık Türk askerlerinden oluşan kuvvetlerle Malatya’ya ulaşmaları üzerine Bohemund, Antakya'ya dönerek kuvvetlerini toplayıp Türk kuvvetlerine karşı Malatya’ya yöneldi, çok geçmeden burada yapılan savaşta, Bohemund’un kuvvetleri ağır bir yenilgiye uğratıldı. Birçok askeri öldürüldü, kendisi de bir miktar askeriyle tutsak alındı. 12 Safer (28 Aralık 1099)’de, Bohemund’un kendilerine teslim edilmesini isteyen onun Antakya’daki nâiblerine anlaşma için elçiler gönderildi[76].

H. 494(1101) Yılı Olayları

Bu yılda, metinde genellikle Haçlılarla mücadeleler ve Sultan Berkyaruk Dımaşk Meliki Dukak, Musul Selçuklu Valisi Gürboğa hakkında şu bilgiler yer almaktadır:

Artukoğlu Sökmen, Türkmenlerden oluşan kuvvederiyle Rebîülevvel ayında (Aralık/Ocak 1100/1101), Urfa ve Suruç Haçlılarına karşı harekâta başladı. Bir süre sonra Suruç'u ele geçirdi. Burada çok sayıda kimse kendisine katıldı. Bunun üzerine Sökmen, hazırlanıp harekete geçen Haçlılarla savaşa tutuştu. Sökmen, Haçlıları bozguna uğratmak üzereyken emrindeki Türkmenlerden bir kısmının kumandasından ayrılıp kaçmaları üzerine morali son derece bozuldu, bu nedenle çarpışmalardan çekilmek zorunda kaldı. Bundan yararlanan Haçlılar, Suruç’u ele geçirdiler. Şehirden kaçmayı başaranların dışındaki şehir halkının bir kısmını öldürüp bir kısmını tutsak aldılar[77]. Öte yandan Akka’ya saldırıya geçen Kudüs Kralı Godefroi, çarpışmalarda kendisine isabet eden bir okla öldü; daha önce o, Yafayı imar edip Tankred’e vermişti. Kardeşinin ölümü üzerine Urfa kontu papaz Baudouin, 500 kişilik atlı ve yaya bir Haçlı kuvvetiyle Kudüs'e yöneldi. Bunu haber alan Dımaşk Meliki Dukak, asker toplayıp Humus hâkimi Cenâhü’d-Devle Hüseyin’le birlikte harekete geçerek Beyrut sınırı yakınlarında Baudouin’le çarpışmaya giriştiler; Cenâhü’d-Devle, Baııdoui n’e saldırarak onu bozguna uğrattı ve bir kısım askerlerini öldürdü[78].

Haçlılar, Cenevizlilerin de yardımıyla Hayfa’yı kılıç zoruyla, Ursuf’u[79] da amanla ele geçirdiler ve halkı da şehirden çıkardılar ve Recep ayının sonlarına doğru (Mayıs sonları) da Kaysâmiyye’yi[80] kılıç zoruyla ele geçirip halkını öldürdüler ve şehri yağmaladılar[81].

Sultan Berkyaruk, kardeşi Muhammed Tapar’la savaşmak üzere Bağdad's yaklaşıp yapılan çarpışmalarda Muhammed Tapar tutsak alınıp öldürülmüş, ayrıca onun veziri ve bir gnıp ileri gelen adamları da yakalanıp öldürülmüştür. Bu savaştan sonra Berkyartık, derhal devletin başkenti İsfahan’s, gidip yerleşmiş ve burada yönetim işlerini düzene sokmuştur[82].

Cebele sınırını ele geçirip hâkim olan kadı İbn Süleyhâ (Ebû Muhammed Ubeydu’l-Lah b. Mansûr), emîr Atabek Zahîrü’d-Din (Tuğtekin)’e Şaban ayında (Haziran/Temmuz), bir haber gönderip "Cebele sınır bölgesini teslim edebileceği, güvenilir bir adamını göndermesini, ayrıca mal, para ve ailesiyle birlikte güven içinde kendisinin Bağdad's gönderilmesini” rica etmiştir. Onun bu isteğini kabul eden Atabek Zahîrü’d-Din, Cebele sınır yönetimine oğlu Tâcü’l-Mülük Böri’yi gönderdi. Esasında Dımaşk Selçuklu Meliki Dukak, Dımaşk’tan oldukça uzak olan Diyarbakır’da bulunuyordu. Fakat o, Şevval ayı başında (Temmuz sonu) Dımaşk’a döndü. İbn Süleyhâ’nın isteğinin gerçekleşmesi üzerine Böri, kuvvetleriyle gidip Cebele yönetimini ondan devraldı. Bunun üzerine İbn Süleyhâ , beraberinde adanılan, eşyası, silâh ve binek hayvanları ve daha başka şeyleri olduğu hâlde, Cebele'den ayrılarak Dımaşk’a geldi. Dımaşk'ta kaldığı sırada kendisine saygı gösterilip iyi davranılan İbn Süleyhâ, oldukça kalabalık bir askerî kuvvet eşliğinde Bağdad’s gönderildi ve orada yerleşti. Fakat çok geçmeden İbn Süleyhâ’nın malı, mülkü ve servetinin çokluğu Sultana (Berkyaruk) bildirilince malları yağmalandı ve ayrıca sahip olduğu her şeye el konuldu. Öte yandan Böri, Cebele sınır bölgesini ele geçirip buraya hâkim olduktan sonra halka kötülük, çirkin hareketler ve adalete aykırı davranışlarda bulundu ve kendilerine yakın dununda olan ve Trablus sınırını ele geçirmiş bulunan kadı Fahrü’l-Mülk Ebû Ali Ammâr b. Muhammed b. Ammâr’a bu durumlarını bildirip şikâyette bulundular, o da onlara “Yardım ve içinde bulundukları kötü dunundan kurtarma” sözü verdi, çok geçmeden de kalabalık askerî birliklerden oluşan bir ordu gönderdi. Bu ordu, Cebele sınırına girip bura halkıyla birlikte Tâcü’l-Mülûk Böri’nin kuvvetlerini yenilgiye uğratıp bölgeden çıkardılar. Yapılan çarpışmalar sırasında Börî’yi tutsak alıp Trablus’a gönderdiler. Fahrü’l-Mülk Ebû Ali Ammâr,Böri’ye iyi davranıp saygı gösterdi ve çok geçmeden de onu Dımaşk’a gönderdi ve babası Atabek Tuğtekin’e de bir mektup gönderip durumu anlattı ve meydana gelen olaylardan dolayı da ondan özür diledi[83].

Dımaşk Selçuklu Meliki Şemsü’l-Mülûk Dukak, Dımaşk Reisi Em înü’d- Devle Ebû Muhammed b. es - Sûfî’yi tutuklattı ve ondan alıp Meliklik Hazinesi’ne aktaracağı mal ve paralar hususunda onunla anlaştıktan sonra onu serbest bırakıp yeniden eski görevi olan Dımaşk Reisliği'ne getirdi[84].

Musul ve Elcezire Selçuklu valisi Gürboğa, yönetimi altındaki bölgelerin durumunu incelemek ve kendisine karşı gelenleri yeniden itaati alıma almak amacıyla Sultan Berkyaruk’ıın yanından ayrıldı, Meraga’ya geldiği zaman ölümcül bir hastalığa yakalandı ve kurtulamayarak hayatını kaybetti[85].

H 495 (1101/02) Yılı Olayları

Bu yılın tek olayı, metinde, Haçlılarla mücadele hakkında olup şöyledir:

Trablus emîri Fahrü’l-Mülk b. Ammâr, Haçlı kuvvetleriyle Trablus'a yönelen Raymond de Saint Gi1les’e karşı Dımaşk Meliki Dukak ve Humus emîri Cenahüd Devle’den yardım istemiştir. Bunun üzerine toplanan kalabılık kuvvetler, Trablus'a yöneldiler. Bir süre sonra Haçlılarla yapılan savaşta, Haçlılar, İslâm kuvvetlerini bozguna uğrattılar ve çok sayıda askeri öldürdüler. Kurtulanlar ise Dımaşk ve Humus’a döndüler. ( 22 Cumadelâhir = 13 Nisan 1102)[86]

H. 496 (1102/03) Yılı Olayları

Bu yılda, metinde, Şemsü’l-Mülûk Dukak, Humus emîri Genâhü’d-Devle Hüseyin ve Türkiye Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan ve faaliyetleri hakkında şu bilgiler verilmiştir:

Şemsü’l-Mülûk Dukak, beraberinde Zahîrü’d-Din Tuğtekin ve ordusu olduğu hâlde, Dımaşk'tan çıkıp Rahbe'ye yönelerek kuşatmaya başladı, şehre yiyecek getirilen yolları kapattı. Şiddetle sürdürülen kuşatma ve savaş sonunda şehir hâkimi, amanla şehri Dukak’a teslim etmek zorunda kaldı (Cumadelâhir = Mart/Nisan). Dukak, şehri koruyacak güvenli kimseleri atayıp yönetim işlerini düzene koydu ve halkın nasıl hareket etmeleri gerektiğini karara bağladıktan sonra 22 Cumadelâhir Cuma günü (2 Nisan Perşembe) şehirden ayrılıp Dımaşk'a döndü.

Humus emîri Cenâhü’d-Devle Hüseyin, beraberinde, bütün silâhlarıyla donanmış adamları olduğu hâlde, Cuma namazı için camide namaz kılınan yere gelir gelmez üç bâtınî kendisine saldırdı. Bâtmîlerin yanında, zâhid kıyafetli kendisine saygı gösterdikleri bir de şeyh vardı. Bâtınîler, hem Cenâhü’d-Devle’yi, hem de bir grup kimseyi bıçaklayarak öldürdüler. Bu sırada camide bulunan Arab olmayan on mutasavvıf insan da bu sûikasttan suçlu gösterilip elleri bağlanmak suretiyle haksız yere öldürüldü. Bu olaydan dolayı canlan çok sıkılıp üzülen Humus halkı, her tarafa dağılıp gösteri yaptılar. Burada oturan Türklerin çoğu Dımaşk'a kaçtı. Şehir halkı Dımaşk Meliki Şemsü’l-Mülûk Dukak'a, mektup yazarak “Bu karışıklığın Haçlılara ulaştırılıp şehri onların işgal etme hevesine kapılmadan önce şehri teslim alıp koruyacak birisini göndermesini” istediler. Bunun üzerine Dukak ve Tuğtekin, askerleriyle Dımaşk’tan hemen çıkıp Humus’a gelerek şehri teslim aldıktan sonra kaleye çıkıp yerleştiler. Bu sırada da Haçlılar, Resten kentini kuşatmakta idiler. Onlar, Dukak’ın Humus’u ele geçirdiğini haber aldıkları zaman Humus’a yönelmekten vazgeçtiler[87].

Haleb Selçuklu Meliki Fahrü’l-Mülûk Rıdvân’ın yakın dostu Hakîmel-Müneccimel-Bâtınî, Haleb ve öteki Suriye şehirlerinde Bâtınî mezhebini ilk kez ilân etmişti. Ccnahü’d-Devle Hüseyin’i Humusla öldüren üç kişiyi de o göndermişti. Bu olaydan ondört gün sonra onun öldüğü haberi Bağdad'a geldi[88].

Dımaşk Selçuklu Meliki Dukak, Humus’ta yönetim işlerini yoluna koyup Şaban ayı başında (Mayıs başları) Dımaşk'a dönmekte olduğu sıralarda, Şâhinşah Efda Fin oğlu Şerefü’l-Meâlî, Haçlılarla mücadele için Mısır ordusuyla denizden ve karadan harekete geçti. Bu arada da ülkeyi Haçlılardan korumak amacıyla giriştiği cihad için “Dımaşk ordusunun gönderilmesini” Dukak’tan istedi, Dukak da ona kuvvet gönderdi, fakat bu kuvvetlerin ilerlemelerine engel olan bir takım olaylar ortaya çıktı. Mısır donanması, Şevval ayı sonlarında (Ağustos başları) Yafa'ya geldi; donanmadaki askerler sahile inip dağıldılar, bu nedenle bölgede yiyecek maddelerinin azalması sonucunda fiyatlar yükselmişti; fakat donanmanın getirdiği tahıl dolayısıyla durum düzelip fiyatlar ucuzladı. Bununla birlikte Haçlıların Yafa ve dolaylarına saldırıları sürüp gitmiştir[89].

Türkiye Selçuklu Devleti Sultanı, I. Kılıç Arslan, Zülkade ayında (Ağustos/Eylül), Antakya'yı ele geçirmek amacıyla Anadolu’dan hareketle Maraş’a ulaştı. Esasında Kılıç Arslan, aralarında bir takım anlaşmazlıkların olması nedeniyle önce Malatya emîri Danişmend üzerine yürüyüp onun etkisiz dununa getirdi, daha sonra da Suriye’ye yöneldi. Bu arada Haleb'e bir elçi gönderip “Kendi ordusuna yiyecek gelebilmesi, ayrıca diğer orduların da ihtiyaçlarının giderilebilmesi için sefere çıkan yolculara izin verilmesini” bildirdi. Halk, Sultanın bu isteğinden son derecede memnun olup sevindiler[90].

H. 497 (1103/04) Yılı Olayları

Metinde, bu yılda, Haçlılarla mücadeleler, Dımaşk Selçuklu Meliki Dukak’ın ölümü ve daha sonra cereyan eden olaylar hakkında, şu bilgiler yer almaktadır:

İçlerinde tacir, asker ve Hıristiyan hacıların bulunduğu Haçlı gemileri Receb ayında (Nisan) Lâzkiye yakınlarına geldi. Bu sıralarda Trablus'a saldıran Saint Gilles, şehri kuşatıp ele geçirmek için onlardan yardım isteğinde bulundu; çok geçmeden Saint Gilles, gemilerdeki askerlerle birlikte, Lazkiye’ye saldırıp kuşattılar, günlerce yapılan savaştan sonra Haçlılar, buradan ayrılarak Cübeyl’e saldırıp kuşattılar, sonunda da şehri amanla ele geçirdiler. Haçlılar, amanla verdikleri sözleri yerine getirmeyip halkın mallarına el koyduktan başka onlara türlü işkenceler yapıp cezalar vermişlerdir[91].

Artukoğlu Sökmen ve Musul Selçuklu valisi Çökürmüş, kuvvetleriyle birlikte Haçlılara karşı cihad hususunda anlaştılar. Böylece her iki emir, Şaban ayı başlarında (Mayıs başları), Re’sülayn’a geldi; öte yandan Bohemund ve Tankred de bu iki emîre karşı Urfa Haçlı prensine yardım amacıyla harekete geçtiler. Bir süre sonra (9 Şaban = 7 Mayıs) iki taraf savaşa tutuştular. İki emîr, yedek kuvvetleri dışında adı ve yayadan oluşan 10 bini aşkın Haçlı ordusunu bozguna uğratıp çok sayıda askerini öldürdüler. Bohemund ve Tankred, az sayıdaki kuvvetleriyle kaçıp gittiler. Bu, Müslümanlar için eşine pek rastlanmayan büyük bir zaferdi. Bu zaferden sonra Haçlıların maneviyatı zayıfladı, güç ve sayıları oldukça azalıp zayıf bir duruma düştüler; buna karşılık Müslümanların maneviyatı yükselip güç ve kuvveti arttı, İslâmiyeti koruma ve kâfirlere cihad hususunda çabalan artıp pekişti. Müslüman halk da Haçlılara karşı kazanılan bu zaferi haber alınca sevinip heyecanlandılar[92].

Kudüs Haçlı Kralı Baudouin, ordusuyla Akkâ sınırına gitti, beraberinde, karadan ve denizden kendisine eşlik eden Cenevizliler vardı; Cenevizliler, daha önce, doksan küsur gemiyle Cübeyl sınırını ele geçirmişlerdi. Haçlı kuvvetleri ve Cenevizliler, Akkâ’yı kuşatıp savaşa başladılar. Şehir valisi Zahîrü’d-Devle el-Cüyûşî ve kuvvetleri, onlarla savaşmaktan güçsüz ve âciz kalınca ve yardım da gelmeyince Haçlılardan kendisi ve şehir halkı için aman dileyip şehri onlara teslim etti. Vali Zahîrü’d-Devle el-Cüyûşî, Akka’dan Dımaşk’a gelmiş Atabek Zahîrü’d-Din Tuğtekin, kendisini iyi karşılamış, gönlünü hoş tutup ona yakınlık göstermiştir. Böylece Dımaşk’ta bir süre kalan Zahirü'd-Devle, Mısır’a gitti ve uğradığı bu yenilgiden dolayı devlet erkânından özür diledi; bu yenilgisinden dolayı yadırganıp öfkeyle karşılanan Zahîrü’d-Devle’nin özıü sonunda kabul edildi[93].

Tâcü’d - Devle Tutuş’un oğlu Dımaşk Selçuklu Meliki Şemsü’l-Mülûk Dukak, gıda zehirlenmesi, daha sonra da şiddetli bir sıtmaya yakalandı; bu nedenle her gün zayıflamaya başlayıp ve bitkin bir hâle gelinesi sonucunda hayatından ümit kesilince annesi Safvetü’1-Mülk Hatun gelip ona “İçinden geçenleri vasiyet etmesini, böylece Melikliğin ve çocuğunun işlerini başıboş bir hâlde bırakmamasını” söyledi. Dukak da “Kendisinden sonra Atabek Zahirü’d-Din Tuğtekin’in Dımaşk yönetimini üzerine almasını, oğlu Tutuş’un da korunup iyi bir şekilde eğitilmesini” söyledi. Ayrıca içindeki bütün düşünce ve fikirlerini açıkladı vel2 Ramazan (8 Haziranfda hayata gözlerini yumdu. Atabek Tuğtekin de çok ıstırap verici bir hastalığa yakalandıysa da sonradan iyileşip sağlığına kavuştu. Bunun üzerine o, askerlere, emirlere Melikliğin diğer ileri gelenlerine ve halka son derecede iyi davranışlarda bulundu, Hazine’den hil’at, yardım, bağış ve ödül verme işlerinden uzak durdu, iyiliği emredip kötülüğü yasakladı, böylece de insanların kalblerini hoş tutup sevgi ve lütufla onları kendine bağladı. Bu nedenle de işler yoluna girdi ve dolayısıyla herkes ona itaatte birlik oldu. Şemsü’l-Mülûk Dukak, Dımaşk Reisi Ebû Muhammed b. es - Sûfî’ye karşı harekete geçip II. 496 (1102/03) yılında onu tutuklatmıştı; daha sonra bir süre tutuklu kalan Dımaşk Reisi’yle emirlere uyması hususunda bir anlaşma yapıldı, bundan hemen sonra o, bir hastalığa yakalınıp öldü ve yerine oğlu Ebu’l- Mücel Seyf ve kardeşi Ebu’z- Zevâd el-Müferric geçtiler. Bu nedenle her ikisinin Riyaset görevinde ortak oldukları hususunda bir ferman yazıldı. Atabek Tuğtekin, Dukak’ın ölümünden sonra her ikisini de çağırıp gönüllerini almış ve halkın yönetimi hususunda neler yapmaları gerektiğini sıkı bir şekilde onlara tenbih etmiş, iyilik yapanın iyilik görmesi, kötülük yapanın da ceza görmesi hususlarında ne zaman lütufkâr, ne zaman da seri davranıhnası gerektiği tavsiyelerinde bulunmuştur, onlar da onun dediklerini aynen yapmışlar ve kararlarını da aynı şekilde uygulamışlardır[94].

Dukak, ölmeden önce, kardeşi Muhyi’d-Din Ertaş’ı Baalbek valisi ve babasının hâdimi Fahru’d- Devle Gümüştekin et-Tâcî’nin yanında tutuklu kalması için Baalbek kalesine göndermişti. Atabek Tuğtekin, Tutuş’un çocukları hakkında gerekli işleri yerine getirmek için Gümüştekin’le yazışmalar yapıp “Ertaş’ı serbest bırakıp Dımaşk’a göndermesini” istedi; bunun üzerine Tuğtekin, çok geçmeden Dımaşk’a gelen Ertaş’ı karşılayıp saygı gösterdi ve kardeşi Dukak’ın yerine Dımaşk Selçuklu Melikliği tahtına oturttu ve emirlere, ileri gelen sivil ve askerî görevlilere”ona itaat etmelerini ve hizmet hususunda örnek davranışlarda bulunmalarını” söyledi. Nihayet Atabek Tuğtekin, Zülhicce ayının bitimine beş gün kala Cumartesi günü (18 Eylül Pazar), Ertaş’ı Dımaşk Selçuklu Melikliği tahtına oturttu. Böyle yönetim işleri düzenlenip yoluna girdi. Halk da onun tahta oturmasıyla güven ve huzura kavuştu. Fakat çok geçmeden bu güven ve huzuru bozacak bir takım gelişmeler oldu: Dımaşk Meliki Muhyi’d-Din Ertaş, Tuğtekin ve Dukak’ın annesi Safvetü’1-Mülk Hatun’dan korkup çekinmeye başladı; esasında bu korkuyu Ertaş’ın annesi, “Atabek ve Hatun’un, kendisinin aleyhine harekete geçip onu öldüı teceklerini” söylemişti. Halbuki durum, kendisine bu haberi getiren fesatçı kimsenin dediğinin tam tersine olmuştur. Bunun üzerine Ertaş, Dımaşk Melikliği’nden ve Dımaşk’tan ayrılarak Baalbek’e dönüp orada çevresine asker ve adamlarını toplamayı kendisine daha uygun gördü. Bu nedenle de Safer 498 (Ekim/Kasım 1104)’de gizlice Dımaşk’tan ayrıldı bu arada Busra emîri Aytekin el -Haleb î’de birlikte hareket etmek üzere kendisine katıldı. Böylece harekete geçen Ertaş ve Aytekin, Havran yörelerinde bozgunculuk yapıp çevreye zarar verdiler. Bu arada da Kudüs Haçlı Kralı Baudouin’e mektuplar yazıp ondan yardım istediler. Hattâ onun yanında kaldılar ve kralı “Dımaşk’a saldırıp yörelerinde bozgunculuk yapması için” kışkırttılar. Fakat onlar, bu girişimlerinden hiçbir sonuç elde edemediler. Bu nedenle de bozkır yoluyla Rahbe'ye geldiler. Bunun üzerine Dımaşk Selçuklular Melikliği'nin yönetimi Atabek Tuğtekin’in eline geçti, son sözü ve karar ancak onun emriyle oldu, bunun sonucunda da Dımaşk ve yörelerinde durum düzeldi, onun isabetli ve yerinde siyasetiyle de her yer mamur bir duruma geldi. Bu günlerde Dukak’ın oğlu Tutuş öldü. Bu sıralarda Dımaşk ve yörelerinde fiyatlar ucuzladı, ürünler elde edildi. Tuğtekin’in iyi yönetimi ve kendilerine olan davranışlarını, adaleti yayıp kötülük ve zulmü bertaraf etmesi sonucunda huzur ve güven kazanan halk, Dımaşk içinde ve dışında mülk edinmeye başladı[95].

H. 498 (1104/05) Yılı Olayları

Bu yılda, metinde, Atabek Tuğtekin’in durumu, Haçlılarla mücadeleler, Muhammed Tapar, Sultan Berkyaruk’un ölümü ve sonraki olaylar hakkında şu bilgiler yer almaktadır:

Atabek Zahir ü’d-DinTuğtekin, ağır bir hastalığa yakalanınca sonunun ne olacağı hususunda ailesi, çocuğu, adamları ve halkı korku ve endişeye kapıldı. İşte bu sıralarda Trablus hâkimi Fahrü’l-Mülk b. Ammâr ile kendisi arasında, “Şehre gelen Haçlılara karşı yardım ve onları şehirden uzaklaştırıp sıkıntıyı gidermek amacıyla askerî yardımın bir an önce kendisine gönderilmesi” hususunda yazışmalar ve elçiler gönderildi. Bu arada Artukoğlu Sökmen ve Musul Selçuklu valisi Çökürmüş, kâfir Haçlılara karşı cihada girip Müslümanlara yardım hususunda anlaşmaya vardılar. Bu durum karşısında ağır hasta bulunan Tuğtekin, Sökmen’e haber gönderip “onu ordusuyla Dımaşk’a çağırarak bazı tavsiyelerde bulunmak ve Dımaşk'm korunması hususunda onun kendisine destek olmasını” istemek niyetinde idi. Bu arada İbn Ammâr’ın kendisine süratle yardıma gelmesini içeren mektupları da Sökmen’e ulaşmıştı. Tuğtekin, kendisine yardıma geldiği takdirde Sökmen’e bol miktarda para verecekti. Bunun üzerine Sökmen, süratle Dımaşk'a yöneldi. Yapması gerekli görülen işleri yapmak üzere Fırat ırmağını geçerek Karyeteyne ulaşınca bu sıralarda yaptığı işler Atabek Tuğtekin’e bildirilince Atabek’in adamları, onun bu yersiz hareketlerinden dolayı onu kınadılar, hattâ Sökmen’i Dımaşk’a çağırdığı için de Tuğtekin’i sert bir şekilde eleştirdiler ve bunun yaratacağı âkibet hususunda da onu korkuttular ve ona “Dımaşk yönetiminin başına Artukoğlu Sökmen’i getirmekle bu şehri elden çıkardın, bu durumda senin ve bizim hâlimiz ne olacak? Daha önce, Atsız’ın ne yaptığını bilmiyor musun? Atsız, Tâcü’d - Devle Tutuş’u davet edip Dımaşk’ı ona teslim etmiş, o da derhal Atsız ve ailesini öldürmek suretiyle ortadan kaldırmıştı” dediler. Bu sözler üzerine Atabek Tuğtekin, yaptığı yanlışı ve içine düştüğü hatayı ve gafleti anladı. Bu durum, onun hastalığından başka gönlünün ve kalbinin huzursuzluğuna da neden oldu. Bu arada Tuğtekin ve adamları Sökmen’in Dımaşk’a gelmesi durumunda ne yapacaklarını ve kime güveneceklerini düşünürlerken “Karyeteyrie ulaşan Sökmen’in ağır bir hastalığa tutulup öldüğü ve adamlarının da onun cenazesini alıp geri döndükleri” haberini aldılar. Bu habere çok sevinen Tuğtekin, hastalığının iyi olmasından başka mutluluğa da kavuştu. Çok geçmeden adamları, Sökmen’in cenazesini Elcezire'ye götürdüler (Safer başı = Ekim sonları)[96].

Bu yılın başlarında Muhammed Tapar, Musul'a geldi ve kendisini şehir valisi Çökürmüş karşılayıp ona itaat ile hizmetine girdi, daha sonra Muhammed Tapar Musul’dan ayrıldı.

Sultan Berkyaruk Nihavend'de öldü. Ölmeden önce kendisiyle kardeşi Milli ammed Tapar arasında şu hususlar kararlaştırılmıştı:

1- Horasan bölgesi, Ebu’l-Hâris Sencer’e verilecek.

2- İsfahan ve buraya bağlı yerler kendi üzerinde kalması şartıyla Berkyaruk’un olacak.

3- Ermenistan, Azerbaycan, Diyarbakır, Elcezire, Suriye ve onun devamı olan yerler Muhammed Tapar’ın yönetiminde olacak Sultan Berkyaruk’un ölümünden sonra askerleri, emir Ayâz ve emîr Sadaka b. Mezyed b. Dübeys olduğu hâlde Bağdad'a yöneldiler; bu arada Sultan Muhammed Tapar da Bağdad'a hareket etti; bunu haber alan emîr Ayaz, kendi geleceğini düşünüp Berkyaruk’un oğluyla birlikte kaçtı. Bu arada Sultan M u hammed Tapar, Bağdad'a girince emîr Seyfü’d- Devle Sadaka b. Mezyed el-Esedî gelip Sultana katıldı. Emîr Ayaz ise Sultan Muhammed Tapar’a dönüp ona bağlı olan kimselerle birlikte hizmetine girmediği takdirde istikrar içinde olamayacağını anladı, bu nedenle de Sultanla yazışıp ondan kendisi için aman diledi ve “Verdiği söze sadık ve bağlı kalacağı hususunda ettiği yemini teyit etmesini” ondan istedi. Sultan da buna olumlu cevap verince Ayaz, beraberinde Berkyaruk’un küçük çocuğu olduğu hâlde, askerleriyle birlikte gelip Sultan Muhammed Tapar’ın ordusuna katıldı. Bir süre sonra Sultan, sözünde durmayıp huzur içinde olan Ayaz’a ihanet edip onu yakalatarak öldürttü; bunun gerekçesi olarak da Sultan, nefsinde gizlediği bazı sebepleri ileri sürerek bu hareketini mazur göstermeye çalıştı. Fakat Ayaz’ı öldüıtmesi mazur görülüp takdir edilecek bir şey değildi[97].

Atabek Tuğtekin, Şaban ayı başında (Nisan ortalan), Baalbek valisi Hâdim Gümüştekin et-Tâcî hakkında kendisine ulaştırılan bir takını olumsuz haberler üzerine ordusuyla Baalbek'e gelip kuşattı. Bunun üzerine G ü müştekin, Tuğtekin’in ne amaçla geldiğini anlayınca ona haber gönderip “Kendisine itaat edeceğini, kendisine iftira edildiğini, halbuki kendisinin bunlara lâyık olmadığını” ant içerek bildirdi. Bunun üzerine de Tuğtekin de onu bağışlayıp “Kendisinden razı olduğunu, konumunu tespit ile kendi bölgesindeki halka eziyet etmekten vazgeçmesini” emretti. Daha sonra o, Humus, sonra da Rafeniyye’ye geldi. Bu sıralarda Behra dağından çok sayıda insan gelerek halkın ve koruyucularının habersiz oldukları bir sırada Rafeniyye'ye saldırarak burada ve yörelerindeki ve ayrıca Haçlılar tarafından yapılan kalelerdeki insanları öldürdüler, kale ve diğer yerlerdeki her şeyi yaktılar, Rafeniyye kalesini yakıp burçlarını ele geçirdiler ve içindekilerini öldürüp Humus’a gittiler[98].

Haleb Selçuklu Meliki Rıdvan, Recep ayında (Mart/Nisan), topladığı çok sayıda kuvvetlerle, Trablus’a saldıran Haçlıların kendilerine gösterdikleri zulüm ve eziyetler nedeniyle Ermenilerin kendisine vermek istedikleri Artah kalesini almak amacıyla harekete geçip kaleye sahip oldu. Bunun üzerine Tankred, Artah'ı geri almak için kuvvetleriyle Antakya'dan ayrıldı ve geçtiği yörelerdeki Haçlı kuvvetlerini de beraberine alarak Artah’a geldi. Rıdvan da onu buradan uzaklaştırmak için Artah yönüne hareket etti. Esasında Rıdvan, Haleb yörelerinden ve Haleb ahdâsından mümkün olduğu kadar kuvvet toplamıştı. Bir süre sonra iki taraf arasında çarpışmalar başladı. Rıdvân’ın yaya kuvvetleri dağılıp gitti, bu nedenle yaya kuvvetlerden pek çok asker öldürüldü, geri kalanlar ise Haleb'e döndüler. Yapılan tespitlere göre yaklaşık üç bin asker öldürülmüştü. Artah’ta bulunan Müslümanlar, bunu haber aldıkları zaman hepsi süratle buradan uzaklaştılar. Öte yandan Haçlılar, Haleb'e yönelince halk da şehirden kaçıp uzaklaştı. Haçlılar, halktan bazılarım tutsak aldıktan başka yağma hareketlerinde de bulundular (3 Şubat = 2 Nisan). Bunun üzerine Suriye'de huzur ve güven ortadan kalktı[99].

Mısır Fâtımî Emîri Şerefü’l-Meâlî, fazla bir orduyla Haçlılara karşı cihad için Mısır’dan ayrıldı; bu arada Atabek Tuğtekin’e haber gönderilerek "Haçlılara karşı yapılacak cihad için yardımda bulunması” istendi. Fakat Tuğtekin, bazı nedenlerden dolayı Fatımîlerin isteğine, cevap vermedi. Ancak o, kuvvetleriyle Haçlılarla işbirliği yapan Tutuş’un oğlu Ertaş ve Aytekin el-Ha1ebî’nin hâkim oldukları Busra'ya gelip kuşatmak niyetinde idi. Fakat Tuğtekin, bu niyetini değiştirip cihad amacıyla Mısır ordusuna yardım ile destek olmanın daha doğru olacağını anladı ve derhal harekete geçip Askalan yakınlarına gelip burada konakladı. Bunu haber alan Haçlılar, Askalan'a yöneldiler. İki ordu 14 Zülhicce (27 Ağustos)’de, Yafa – Askalan arasında bir yerde karşılaştı. Haçlılar, Müslüman ordusunu yenilgiye uğrattılar, çarpışmalarda Askalan valisi öldüğü gibi ileri gelen yönetici ve diğer bazı kimseler tutsak alındı. Bu yenilgi üzerine Mısır ordusu Askalan’a Dımaşk ordusu da Busra’ya çekildi. Rivayet edildiğine göre Müslümanlardan ölenlerin sayısı Haçlılardan öldürülen kadardı. Tuğtekin, ordusuyla Busra’ya döndüğü zaman Haçlılardan yardım ümitleri kesilen Melik Ertaş ve Aytekin eI-Ha1ebî’nin Rahbe’ye dönüp burada bir süre kaklıklarını gördü. Bunlar, bu sırada Busra’da ikamet etmekte olan Anuştekin ve Aytekin, Tuğtekin’le yazışıp ondan aman dilemişler ve Busra’nın kendisine teslimi için de uygun gördüğü bir tarihe kadar süre istemişlerdi. Tuğtekin de onların bu isteklerini kabul ile Busra’dan ayrılmıştı. Verilen, sürenin dolması üzerine Anuştekin ve Aytekin, Busra’yı Tuğtekin’e teslim edip şehirden ayrıldılar. Tuğtekin ise onlara verdiği aman ve ıkta hususunda verdiği sözü yerine getirdi. Hattâ daha fazlasını yaptı. Bu durum, böylece sürüp gitti[100].

H. 499 (1105-06) Yılı Olayları

Bu yılda, metinde, Haçlılarla mücadeleler, Bâtınî faaliyetleri, I. Kılıç Arsan ve Atabek Tuğtekin’in faaliyetleri hakkında şu bilgiler yer almaktadır.

Haçlılar, Sevâdu Taberiyye’ye[101] yönelerek Sevâd ve Buseyne[102] arasında sağlam bir kale olarak bilinen Alâl kalesini onartmaya başladılar. Atabek Tuğtekin, Haçlıların bu girişimini haber alınca bu durumun daha kötü bir hâle gelmesinden korku ve endişeye kapılıp kuvvetleriyle derhal harekete geçerek kendisinin bu hareketinden habersiz olan Haçlılara saldırdı ve birçok Haçlı askerini öldürdü ve Alâl kalesini içindeki bütün silâh ve teçhizat ve diğer eşyalarıyla birlikte ele geçirdi. Tutsak aldığı Haçlılar, ganimetler ve öldürdüğü Haçlı askerlerinin kelleleriyle Dımaşk’a döndü (Rebîülevvcl ortaları Pazar = Kasını sonları Pazar)[103].

Efâmiye[104] emîri Halef b. Mülâib, Ebû Tâhires-Sâigel-Acemî’nin gönderdiği birkaç kişi tarafından öldürüldü (26 Cumadelûla = 3 Şubat). Ebû Tâhir, Halebli olup Bâtınî propagandacıları arasında Ebu’-Feth es - Serminî adıyla bilinen kimsenin uygun görmesiyle Bâtınî lideri el - Hakîm el-Müneccim’in ölümünden sonra, onun yerine Batınî lideri olmuştu. Efâmiye’de oturmakta olan Ebu Tâhir, bu öldürme işini Efâmiye halkıyla birlikte kararlaştırmıştır. Katiller, Halef b . Mülâib'e ulaşabilmek için suru delip içeri girerek ona yaklaştıkları sırada onların kendisine geldiklerini hissedince karşılarına çıktığı sırada saldırganlardan birisi, onun üzerine atlayıp karnını deşmiş. Halef de çocuklarından birinin evine sığınmak amacıyla kendini burçtan aşağı atmış, bir başka saldırgan da ona yaklaşıp ikinci bir darbe vurmuş, bundan bir saat sonra Halef ölmüş, bunun üzerine burçta çığlık ve bağırtılar duyulmuştur. Melik Rıdvân adına tezahürat yapılmaya başlarıınca Halefin çocukları yakın çevresi, surdan kaçıp kurtulmak istemişlerse de ancak bulundukları yer tespit edilince onlardan bazıları öldürülmüş, ancak Halefin oğlu Musbih, kaçıp Şeyzer’e giderek orada bir süre kalmış, fakat daha sonra buradan da uzaklaştırılmıştır[105].

Türkiye Selçuklu Devleti Sultanı I. Kılıç Arslan, ordusuyla Urfa'ya gelip buraya yakın bir yerde konaklamıştı. Bu sırada Çökürmüş’ün Harran’da ikamet eden adamları, Sultam, Urfa'yı kendisine teslim etmek üzere davet etmişlerdir; bunun üzerine Sultan, derhal harekete geçerek Harran'ı onlardan teslim aldı. Şehir halkı, Sultanın cihad için gelmiş olmasından sevinç duydular. Harran'da birkaç gün kalan Sultan, bir hastalığa yakalanması nedeniyle Malatya'ya gitmek zorunda kaldı, fakat adamları Harran'da kaldılar[106].

Atabek Tuğtekin, kendisine verilen süre dolunca şehri, oturanların elinden bizzat teslim alma işini yakından görüp kontrol etmek üzere ordusuyla Busra’ya[107] gitti. Tuğtekin, kendisine tâbi emir, ileri gelen kimse ve askerlerine, giysi, at ve diğer binek hayvanlarının en iyisini ve ayrıca hil’atlar vermişti. Bu nedenle kendisine yapılan övgüler artmış, cömert olduğu söylenmiş ve onun lütuf ve ihsanlan hakkındaki haberler, etrafa yayılmıştı. Askerlerin kendisinin hizmetine girme, ona itaat etmede gönüllü olma ve onun tâbileri arasına katılma istekleri de artmıştı. Tuğtekin, bir süre sonra Busra'ya gelince orada oturanlar için yeterli ıkta dağıtımında bulundu. Bu arada daTuğtekin, Anuştekin ve Felvâ ( Aİ ¼-108].

H. 500(1106/07) Yılı Olayları

Bu yıl, metinde, Haçlılar ve ayrıntılı olarak Bâtınîlerle yapılan mücadaleler hakkında şu bilgiler yer almaktadır:

Haçlıların Sevâd, Havran ve Cebelü Avf taraflarında yaptıkları bozgunculuk haberlerinin gelmesi üzerine o yörelerdeki halk, Atabek Tuğtekin’e şikâyette bulundular. Bunun üzerine Tuğtekin, kendisine katılan Türkmenlerle birlikte ordusunu toplayıp harekete geçti. Bir süre sonra da Sevâd'a gelip konaklardı. Bu arada Sûr valisi İzzü’l- Mülk, kuvvetleriyle harekete geçip Tibnîn kalesine[109] yürüyüp dış mahallelerine saldırdı ve buradakileri öldürüp mallarını yağmalatarak pek çok ganimet elde etti. Bunu haber alan Haçlı Kralı Baudouin, Taberiyye'den çıkıp İzzü’l-Mülk’e karış harekete geçli. Bu arada Atabek Tuğtekin, Taberiyye yakınlarındaki içinde Haçlı şövalyelerinden bir grubun bulunduğu bir kaleye saldırıp ele geçirdi, içindekilere öldürüp Medan[110]’a geri döndü. Bu sırada Haçlılar da buraya gelmekte idiler; onlar, Tuğtekin’e yaklaştıkları zaman Tuğtekin’in ordusu, Zurrâ[111] yönüne çekildi. Her iki tarafın öncü birlikleri, karşı karşıya gelip savaşa azmetmişlerdi. Tuğtekin’in kuvvetleri cesaretle güçlü bir hâlde, Haçlıların çadırlarının bulunduğu yere doğru yöneldiler. Fakat onların öncü Taberiyye, oradan da Akkâ'ya dönmüş olduklarını gördüler. Bunun üzerine Tuğtekin de ordusuyla Dımaşk'a döndü[112].

Sultan Gıyasü’d-Dünyave’d-Din Muhammed Tapar, İsfahan'a yakın Şahdîz (Dizkûh) adlı Bâtınî kalesini kuşatıp ele geçirme ve içindekilerin ülkeye yaydığı kötülüklere son verme amacıyla sayı ve güç bakımından kuvvetli olan ordusuyla harekete geçti; çok geçmeden Sultan, kaleyi kuşatıp ele geçirdi ve içindeki Bâtmîleri öldürdü ve kaleyi de yıkıp dünyayı buradan yayılan kötülüklerden ve buradaki insanların tehlikesinden kurtardı. Sultanın kâtibi Emîrü’l-Küttâb Ebû Nasrb . Ömer el-İsfahânî, camilerin minberlerinde okunması için, şehirli ve göçebelere hitaben kalenin nasıl ele geçirildiğini tasvir eden bir fetihname kaleme aldı. Esasında Ebû Nasr, açıklık ve üslûbunun güzelliğiyle bilinen ve takdir edilen bir kimse idi. Okuyacak olanların, Bâtınîlerin şerrinden dolayı Allah’ın lütfettiği rahatlığı ve burada yaşayanların çektikleri eziyetleri öğrenip bilsinler diye bu fetihnâme’nin kapsamını aynen burada kaydediyorum. Metin başlık ve üzerine konan tuğradan sonra şöyledir:

Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla

Fetihname, değerli vezir, dinin ve İslâm'ın şanı ve şerefi, devletin güçlü dayanağı, ümmetin lideri, milletin güzelliği, vezirlerin övünç kaynağı ve Emîrü’l-Mü’minîn' in razı olduğu kişi Ebu’l- Me’âlî Hibetullah b. Muhammed b. el-Muttalib’e hitaben yazılmıştır:

Allah, vezirin bekâsının ve lâkaplarını uzatsın, gücünü ve nüfuzunu dâim kılsın, lütfü ve iyilikleriyle müridine ihsanda bulunsun. Sözü doğru olan Yüce Allah şöyle buyulur: Ey iman edenler, sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah , sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı da onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. Onlar Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından çekinmezler. Bu Allah ’m lütfü olup dilediğine verir. Allah alimdir ve lütfü geniştir[113].

Hamd olsun Allah bize bu tutumdan öyle bir şey bahşetti ki onun sayesinde biz, İs-lâm dünyasının kolu en uzun (nüfuzu ve gücü en büyük), tebaasını ve taraftarlarını korumada en güçlü, öfkelendiği anda kuvveti pekişen, her türlü şâibenin kirinden arınmış en temiz elbise giyen, hakkın yolunu izlerken en orta yolu takip eden, Allah ’in ve dinin düşmanlarına karşı en ağır darbeyi indiren hükümdarları olduk. Biz, bir şey yapmaya azmettik mi kılıcımızı konuşturup son sözü söylemiş, kesilmesi gerekeni kesmiş, yakılacak kıvılcımı yakmış ve hakkı üstün tutup bâtılın da burnunu koparmışızdır. Bu, diğer insanlardan ayrı tutularak Allah ’m bize bahşettiği bir nimettir. Meziyetleri bize has kılarak bizleri zirveye oturtmuştur. Dolayısıyla, Allah’m nimetlerinin miktarına eşdeğer olacak kadar hamd eder, lütuf ve kereminden daha çok isteriz. Sonra yine, dinimizi aziz kılmayı, dinin direğini yükseltip düşmanlarını ezmeyi ve başkaldıran Bâtmîlerin kökünü kazımayı bize nasip edip kolaylaştırdığı için Allah’a hamdolsun. O Bâtınîler ki akılları zayıflatıp kendi bâtıl görüşleriyle azmışlar, sapıklıklar onları cezbetmiş, süslü ve uydurma sözleriyle Allah’ın dinini alaya alıp oynamışlardır. Özellikle Allah, Şahdiz kalesinin fethini burada galip gelmenin sebeplerini müyesser kıldı. Burası, yüksek ve görkemli bir dağın üstünde, bâtılın, yumurtlayıp yavruladığı, ülkelerin gözüne batmış bir çöp, Müslümanların tehlikeye düşmelerine sebep olan ve nereye giderlerse gitsinler kötü bir amaçla gözetlendikleri bir kale olup içinde, aklı sapıklığın içine dalıp azmış İbn Attâş bulunmaktaydı. Kendisi, insanlara sapıklığı doğıaı yol olarak gösterir, yalanlarla dolu kitabı temel kitap edinir, Müslümanların kanını mubah, mallarını da helâl kılardı. Nice kanlar dökülmüş, nice mahrem şeyler ihlâl edilmiş, mal, mülk telef edilmiş ve sineye çekilip öcü alınmayan cinayetler işlenmiştir. Yaptıkları tek iş, İsfahan'da olduğu gibi, insanları gizlice pusuya düşülüp yavaş yavaş kandırmak, sonra çeşitli cezalar ve işkenceler yoluyla onları feci bir şekilde öldürmek, seçkin kişilerin ve bilginlerin önde gelenlerinden başlayarak onların kökünü kazımak, sayılmayacak miktarda Müslümanın kanını dökmek ve - bunlara ilaveten- İslâm’ın muğber olduğu ve çaresine bakıp üstesinden gelmedikçe Allah ’in da Müslümandan razı olmayacağı işler ise, o hâlde bizim de dinin mahremiyeti için mücadele edip bu uğurda her türlü sıkıntıya katlanıp gerekirse Çin’e kadar gitmemiz farzdır. Bu kale, Bâtmîlerin ileri gelenlerinin tam anlamıyla bağlı oldukları en önemli kalelerdendi. Çeşitli bölgelere ağ kemendini fırlatıyor; bozgunculuğun ve fesadın sonuçları da müstahkem bir kartal yuvası olan bu kaleye kuş hızıyla dönüyordu. Öylesine müstahkem ve güçlü ki, güneş gibi yüksek bir yerde, sadece görülebilen, ama ulaşılamayan, gözlerin ona bakmaktan bîtap düştüğü ve çok sayıda insanın bile onu kuşatmaktan aciz kaldığı bir yerdir. Sanki semadan dağın üstüne inmiştir. Bu özelliklere sahip olan kale, saltanatın merkezi, ikamet yurdu, fitnelerin çalkantısından ve sapık arzuların kargaşasından ilk temizlenmesi gereken yer olan İsfahan'ın karşısında yer almaktadır. İşte biz de bu uzun müddet boyunca burada kalıp bu kale meselesini halletmek uğruna her türlü yolu ve çareyi hattâ tuzağı deniyoruz. Karşımızda, hizmetimizde olanlardan ve Divan ehlinden öyle bir grup var ki, dine muhalefet konusunda yüreklerinden gelen sese kulak veriyorlar; hile ve tuzaklarıyla, yapılan anlaşmayı bozmaya ve atılan adımı geri almaya çalışıyorlar, bunları da kabul edilip uyulması gereken birer nasihat olarak gösteriyorlar. Ancak beklentilerimizin üstünden zaman geçip de bu topluluğun inancı, gerçek yüzünü gösterince bize de doğıu ve isabetli olan neyse onu yapmak kaldı. Bu şartlar altındayken, dini hamiyyetlc dolu askerlerimizi kalenin olduğu yerden çekmemiştik. Bu askerler, orayı sıkı bir kuşatma altına almış, oradakilerle savaşmak için kolları sıvamış, onları her yönden gözetim altında tutup tüm yollarını kapatmıştı. Öyle ki, azık yolları kapanmış ve kendilerine gelen her türlü malzeme kesilmiştir. Böylece bazıları, izin aldıktan sonra aman isteme yoluna gitmiştir. Oradan çıkmalarını emrettik ve hayatlarını güvenceye aldık. Bu grubun çıkmasıyla, kalenin yansı güvenli hâle geldi. İbn Attâş, bir grup seçkin savaşçı adamıyla birlikte Dâlân denilen sarp bir yere çekildi ki burası, kalenin en müstahkem, en geçilmez yeriydi. Burada birkaç gün kalıp sonra aşağı inerler ve diğerlerine verildiği gibi kendilerine de aman verildi. Yukarıda zikrettiğimiz Bzuaıı’daki hizmetkârlarımız vasıtasıyla bir söz ve lütfa ınazhar olurlar umuduyla, ellerinde geriye kalan azıkla gerektiğinde kullanacakları silâhlarını da yanlarına almışlardı. Ancak olayın iç yüzü, dışarıdan görünenin tersiydi. Sanıyorlardı ki, kalenin boşaltılıp teslim olan yarısı, yerinde mamur olarak bırakılacak; sığındıkları yer de müstahkem oluşundan dolayı ulaşılmaz bir yer olarak kalacak. Bu dağa yerleşmekle, daha önce teslim ettikleri bazı şeyleri hile yoluyla çalıp geri almak istiyorlar. Kaleden inip aman yoluyla teslim olanların karnını doyurma işinden kurtuldular. Geride kalan adamları için yeterince azıkları var. Onların neye niyet ettiklerini ve neye dayanıp güvendiklerini anlayınca derhal kaleye saldırı emri verip yerle bir ettik; altı üstüne geldi. Sonra memlekete ve dine ihanet eden o hizmetkârlardan intikamımızı aldık ve kader onları ölüme sürükledi.

Şiir

Onlardan ne bir kişi, ne de beraberindeki dostu kurtuldu, Mutsuzluk, kötü kimselerin üstüne dökülür durur

Ardından, Dâlân'da geriye kalanların belirtilen zamanda aşağıya inme vakti geldi. Ancak inmeyip oyalama ve ağırdan almaktan başka bir şey yapmadılar. Günler bu şekilde, onların isyan ve serkeşliğiyle geçmeye başladı. Yüce Allah ’ın dediği gibi "Tanrı birinin yolunu saptırmak isledi mi, sen artık onun için Allah ’a karşı bir şey yapamazsın. Onlar öyle kimselerdir ki Allah onların kalplerini temizlemez. Onlar için bu dünyada rüsva olmak, âhirette de büyük bir azap vardır”[114]. Bu durum karşısında, Allah ’dan hayır dileyip bizim için en önemli karar olan cihad kararını aldık. Cihad işinde de hiç kimseden çekinmeyiz. Zülhicce'nin ikisine rastlayan Salı günü, aramıza katılan muzaffer orduyla adı geçen kaleyi kuşattık. Askerler, toplu olarak burayı ortadan kaldırmak ve samimi bir şekilde saldırmak için bir araya gelmişlerdi. Aynı gün başlayan karşılıklı ok atışması, kalede bulunan birçok kişiye hasar verdi. Müslümanlar bu geceyi, öfkelerini gemlemiş olarak geçirirken mülhidler (inançsızlar, zındıklar) de âdeta, kurbanlık koyun gibiydiler. Sabah ortalık aydınlanıp, horozlar ötünce, gece elbisesini katlayıp şafak vakti sancağını dikince, Allah, hakka yardım etti ve dini üstün kıldı. "Ve böylece uyarılan, ama yola gelmeyenlerin sabahı çok kötü oldu"[115]. Zafer ordusu, yardımlaşma ve galibiyet için tek bir el, tek bir dil olup gücünü ve amacını birleştirip aslanlar gibi saldırdı. Kaledekiler de, şahin kanatlarıyla yüksek kayaların üstüne uçar gibiydiler. Güneş tam olarak doğup parlak rengini göstermeden kale ele geçirildi; sapık Bâtınîlerin kanlarından nehir oluştu. Onlardan ne kaçıp kurtulan, ne de keskin kılıçların ıskaladığı kimse kaldı. "Derhal kalenin yıkılıp izlerinin silinmesini”, emrettik. Böylece ondan geriye ne bir iz, ne bir eser kaldı. Câ1ût'un[116] başı ve Tâğut'un dostu olan ve Yüce Allah’ın onun gibiler hakkında "Onları, cehenneme davet eden öncü kişiler yaptık”[117] dediği İbn Attâş tutsak alındı. Onu, yanındaki oğluyla birlikte, gören kişiler ders alsın diye ibret olacak bir hâle getirdik. Böylece zulmeden topluluğun kökü kazınmış oldu. Alemlerin Rabbi olan Tanrı’ya hamd olsun. Bu açık ve kesin bir fetihtir, devran döndükçe parıldayacak bir şereftir; tamamlanan, etrafa yayılan ve Allah ’ın ve Resûlü’nün düşmanlarının burnunu sürten bir nimettir. Bütün bunlar, -Allah şerefini arttırsın - Abbasî Devleti’ne taraf ve yardımcı olmamız konusundaki temiz inancımızın bereketindendir. Destek olma ve karşılıklı nasihat etme konusunda bize farz olanı yapar, düşmanlara saldırır, gelebilecek her türlü kötülüğe karşı koyar, şehirli olsun göçebe olsun çok sayıda insanı önümüze katar sürükleyip yürürüz.

İslâm'ın gözünü aydınlatan ve adı anıldıkça övülüp bayraklar yükseltilen bu müjdenin en yakın yerden en uzak yere ve özellikle -Allah şerefini arttırsın- “Hilâfet makamına iletilmesini” emrettik. Çünkü bu makam, böylesi bir zaferin müjdesinin verilip sevinileceği en lâyık yerdir. Emir İzzu’d-Devl e'yi, bu müjdeyi -Allah şânını yüceltsin - aziz Nebevi makama ulaştırmakla görevlendirdik. O da kendi adına bu hizmeti yerine getirecek ve bu nimetin kadrini bildiğimizi anlatacak bililerini görevlendirdi. Bu Emir, işin başında da sonunda da bu kalenin kuşatılması için görevlendirilenler arasındaydı. Büyük bir çaba gösterdi ve başkasında benzerini göremediğimiz yararlar sağladı. Dolayısıyla, bu şerefli görev için onu seçtik, bu güzel müjdeyi vermesi için onu tercih ettik. Bunu Peygamberin yüce makamının olduğu yerlere iletme konusunda vezirin göstereceği itinaya güvenimiz tamdır. Böylece ne denli dürüstlükle hizmet edildiği bilinecek. Dini üstün kılma yolunda çaba sari etmeyi en gerekli görevler arasında saydık ki, bu da bizi yüce makamın rızasına yakın kılacak; sonsuza kadar mükemmel bir şekilde anılıp övülmemizi ve en saygın konuma gelmemizi sağlayacak; müjdeci hakkında da -Allah sabit ve sağlam kılsın- devletin yapması gereken şey konusunda ileri adım atılacak, Vezir, bu yüce meziyeti ganimet bilip kucaklayan, isabetli ve doğru tesbit edip onu ele geçiren ve güzel çabaları ve giriştiği zahmetler sonucu bunu bize ileten en uygun kişidir. Nezaret edip gözetlediği diğer işler arasında bunu da ilgi ve ihtimamla üstlenecektir inşallah.

Bu Fetihnâme, 500 yılının Zülkade ayında (Haziran/Temmuz 1107) yüce makamdan gelen emir üzerine sözlü olarak yazıldı[118].

Atabek Tuğtekin ve Trablus hâkimi Fahrü’l-Mülûk b. Ammar, Haçlıların yaptıkları kötülükler Suriye ve kıyılarında ele geçirdikleri kaleler ve Müslümanları zarara uğratmaları ve Trablus sınırını kuşatmaları sonucunda Sultan Gıyasü’d-Dünya Muhammed b. Melikşah’a sürekli olarak mektuplar gönderdiler; onlar, bu mektuplarında, Sultandan “Kendilerine yardım ve destekte bulunması” istiyorlar ve bu hususta onu teşvik ediyorlardı. Bunun üzerine Sultan, emir Çavlı Sakave ile ordunun ileri gelen emirlerinden birisini Türklerden oluşan büyük bir orduyla harekete geçirdi. Bu arada da Bağdad'a (Halife el-Mustazhir bi’l-Lâh) emîr Seyfü’d-Devle Sadaka b. Mezyed’e ve Musul Selçuklu Valisi Çökürmüş’e haberler gönderip “Sevkettiği bu orduya maddî yardımla birlikte kuvvet gönderip takviye etmelerini” bildirdi ve Çökürmüş’e Rahbe ile Fırat ırmağı kıyısında bulunan yerleri ıkta olarak verdi. Sultanın bu isteği, haber gönderdiği kimselere biraz ağır geldi; bu nedenle Seyfü’ d- Devle Sadaka, Sultanın bu isteklerine karşı çıktı. Daha sonra da Musul'a gidip Çökürmüş’ten “Sultanın kendisinden isteği şeyleri yerine getirmesini” istedi. Fakat Çökürmüş, bunu kabul etmeyip ondan uzak durunca Sadak a’da Sin kalesine yürüyüp burasını yağma etti. Bu sırada çok sayıda insan da kendisine katıldı. Bunun üzerine Çökürmüş, ona karşı harekete geçti ise de Çavlı Sakave, onu bozguna uğrattı. Çökürmüş oğlu (Zengî) da Musul’a gidip şehri kontrol altına aldı, daha sonra da buradan ayrıldı. Bu arada Çavlı, Çökülmüş’ü öldürüp başını Musul’a gönderdi. Bunun üzerine oğlu (Zengî) bu sıralarda Malatya'da bulunan Türkiye Selçuklu Sultanı Kılıç Arslan b. Kutalmış’a haber gönderip ondan yardım istedi ve “Elinde bulanan memleketleri kendisine teslim edeceğini” bildirdi. Çökürmüş el-Cezîre ve Musul'da (Hazine’ye) çok miktarda mal ve para toplamış, halk arasında, iyi muamelesi, adaletli ve insaflı bir yönetici oluşuyla tanınmıştır. Çökürmüş’ün oğlunun (Zengî) daveti üzerine Sultan Kılıç Arslan, ordusuyla harekete geçip Nusaybin’e geldi ve Çökürmüş’ün oğlunu Musul'dan yanına çağırdı, oda hemen Sultanın yanına geldi. Çökürmüş’ün oğlu, Haçlılara karşı Bizans İmparatoruna yardım amacıyla Anadolu'da bulunduğu sıralarda Sultan Kılıç Arslan’ın ordusunda idi. Kılıç Arslan ordusuyla Çavlı’nın kuvvetleri birbirine yaklaşınca iki tarafın öncü kuvvetleri savaşa tutuştular. Daha sonra da Kılıç Arslan’ın bir kısım askerleri Çavlı’nın bazı askerlerine rastlayıp bir kısmını öldürdü, bir kısmını da tutsak aldılar. Bu arada Çavlı, Kılıç Arslan’ın kuvvetlerinin az kalması nedeniyle Anadolu’daki geri kalan kuvvetlerin kendisine gelmeleri için haber gönderdiğini biliyordu, bu nedenle o, Habur tarafına yöneldi, oradan da Rahbe'ye gidip kuşatmaya başladı ve Dımaşk Meliki Şemsü’l-Mülük Dukak’ın valisi olan Muhammed’den “Şehrin kendisine teslimini” istedi; Muhammed’in yanında da Dukak’ın ölümünden sonra kaçıp buraya gelen Melik Ertaş b . Tutuş ikamet etmekte idi. Şehir valisi, Çavlı’nın bu isteğini önemsemeyip onu bu isteğinden caydırmak için oyalayıp durdu. Bu arada Necme’d-Din b . Artuk, çok sayıda Türkmen terden oluşan ordusuyla gelip Çavlı’ya katıldı. Bunun üzerine Rahbe valisi şehrin savunulması hususunda Haleb Meliki Rıdvân’dan yardım isteğinde bulundu. Bunun üzerine Rıdvan, Antakya Haçlı Prensi Tankred’le ateşkes anlaşması yaptıktan sonra Haleb'den ordusuyla çıkıp Rahbe’ye yöneldi. Bunun üzerine Telbâşir Haçlı Prensi Joscel’in, kuvvetleriyle harekete geçip Haleb'e bağlı yörelere saldırılarda bulundu. Öte yandan Çavlı, Receb ayının ilk gününden (26 Şubat 1107), 22 Ramazan (17 Mayıs 1107)’a kadar Rahbe’yi kuşattı, bu sırada Fırat ırmağının suları, bilindiği üzere yükselip taştı. Çavlı’nın askerleri, kayıklara binip şehir halkının bazılarıyla işbirliği yapmak suretiyle sulara çıkmak istedilerse de çok geçmeden onların yardımı olmaksızın doğrudan doğruya surlara saldırıp şehri ele geçirdiler. Şehirde yağmalarda bulunup halktan bazılarını tutukladılar. Onları cezalandırmakla korkutarak bütün yiyecek maddelerini çıkarttılar; fakat daha sonra Çavlı, “Yağmanın durdurulmasını ve halkın güvenliğinin sağlanıp evlerine dönmelerine izin verilmesini” emretti. Beş gün sonra da 28 Ramazan (23 Mayıs 1107)’da da kaleyi teslim aldı ve şehir valisi Muhammed’e şehri ıkla edip ondan kendisine bağlılık yemini aldıysa da onun hakkında hoşlanmadığı bazı sözler duyunca onu tutuklatıp kalede hapse attırdı. Melik Ertaş’da Çavlı’nın grubuna girmiş, fakat kendisi hakkında bile söz ve tasarruf hakkına sahip olamamıştı. Esasında Rahbe valisi Muhammed, Çavlı’yı bölgeden uzaklaştırmak amacıyla daha önce Sultan Kılıç Arslan’ı yardıma çağırmış, Sultan da ordusuyla Rahbe'ye yönelmişse de buranın Çavlı tarafından ele geçirildiğini haber alınca, buradan Habur yakınındaki Şemsâniyye'ye[119] gelmişti. Esasında Sultan, Çavlı’yla karşılaşmak niyetinde değildi. Öte yandan Çavlı, beraberinde Melik Rıdvân olduğu hâlde, Musul taraflarına gitmeye karar vermişti. Böylece hep birlikte Kılıç Arslan’ın ordusuna doğru harekete geçtiler. Niyet iki ordu, 9 Şevval Perşembe günü (3 Haziran Pazartesi) savaş için karşılaştılar. Yaz mevsimi olması bakımından hava çok sıcaktı, bu nedenle iki taraftan da çok sayıda at telef oldu. Kılıç Arslan, Çavlı’nın ordusuna karşı saldırıya geçti. Bu savaş esnasında Çavlı, Kılıç Arslan’a saldırıp ona üst üste kılıç darbeleri indirdi ise de pek etkili olamadı. Çok geçmeden Kılıç Arslan’ın ordusu bozguna uğrayıp geri çekilmek zorunda kaldı. Amid ve Meyyafârikin emirleri, savaş sırasında Kılıç Arslan’ı terk edip ondan ayrılmışlardı. Bozgun sırasında Kılıç Arslan’ın ordusu kılıçtan geçirildi. Kılıç Arslan, Habur ırmağına atladı ise de suda boğuldu, birkaç gün sonra da cesedi bulundu. Zafer kazanan Çavlı Musul’a döndü, Melik Rıdvân ise korkup çekindiği için ondan ayrılıp Haleb'e döndü. Bu arada Çavlı, Necme’d- Din İlgâzi b. Artuk’u tutuklatıp ondan "Türkmenler için harcadığı paraları kendisine ödemesini” istedi, sonunda ödenecek miktar üzerinde onunla, “Ödeme tarihine kadar bazı kimseleri rehin almak” şartıyla anlaşma yaptı, parayı alınca da rehineleri geri verdi[120].

Kılıç Arslan, daha önce ileri gelen kumandanlarıyla birlikte çok sayıda Türkmen askerini Bohemund’a ve Suriye'ye gelen Haçlılara karşı Bizans İmparatoruna yardımda bulunmak amacıyla Anadolu'ya göndermişti. Bu askerler, Bizans İmparatorunun askerlerine katıldılar. Çok geçmeden Bizans ordusuyla Haçlı ordusu arasında yapılan savaşta Bizans ordusu, Haçlı ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. Onların bir çoğunu tutsak edip bir çoğunu da öldürdüler. Kaçıp kurtulanlar da memleketlerine döndüler. Bu arada Bizans imparatoru, Kılıç Arslan’ın Türkmen askerlerini hil’atler verip lütuf ve ihsanda bulunduktan sonra memleketlerine gönderdi[121].

Öte yandan Çavlı Saka ve Rahbe’den dönüp Musul’a geldiği zaman şehir halkı ve burada bulunan askerlerle haberleşti. Musul’dakiler, şehri ona karşı savunup savaşacak durumda olmadıkları için kendisinden aman alıp şehri ona teslim ettiler. Bu arada, Sultan Kılıç Arslan’ın buraya gelmiş olan oğlunu Sultan Muhammed Tapar’a gönderdi. O, Sultanın yanında bir süre kaldıktan sonra H. 503 yılı başlarında (Muharrem başları = Ağustos 1109 başları) Sultanın ordugâhından kaçarak babasının Anadolu'daki hükümdarlığına dönmüştü. Rivayet edildiğine göre o, Anadolu’ya dönünce amcasının oğluna karşı mücadele edip onu öldürtmüş, bundan sonra da Anadolu Selçuklu Devleti’nin saltanatı kendisinin hâkimiyeti altına girmiştir[122].

Emir Ispehbud (Sabave) et-Türkmanî[123], yönetiminde bulunduğu yerden çıkıp Dımaşk’a gelince Zahîrü’d-Din Tuğtekin, onu iyi bir şekilde karşılayarak ona iyi davranışlarda bulunmuştu; bu arada ona Vâdii Musa[124], Suriye’deki Şerât[125], Cibal[126] ve Belka[127]’yı ıkta olarak vermişti; bunun üzerine İspehbud, ordusuyla ıkta yerlerine gitti. Haçlılar, bu bölgelere saldırıp bir kısım insanları öldürüp bir kısmını da tutsak almışlar ve yağmalarda bulunup güçlerinin yettiği kadar kötü işler yapmışlardır. Ispahbud, bu bölgelere geldiği zaman halkın büyük bir korku, endişe ve kötü durumda olduklarını gördü ve derhal yapılması gereken işlere girişti. Öte yandan Haçlılar, onun bu yaptıklarını haber alınca bozkır tarafından gelerek Ispehbud’un kuvvetlerinin bulunduğu yerin karşı tarafında bir yerde konakladılar. Bunun üzerine İspehbud, askerlerinin büyük bir bölümüyle buradan uzaklaştı, geri kalan askerler ise Haçlılar tarafından öldürüldüler ve bütün savaş araç ve gereçlerini ele geçirdiler. Bunun üzerine İspehbud, Havran Bölgesi'ndeki Aynü’l-Ketîbe'ye geldi, bu sırada Dımaşk ordusu da buraya gelmişti. Zahîrü'd-Din Tuğtekin, İspehbud’u karşıladı ve onun bu durumuna acıdı, başına gelen bu kötü hâllerden dolayı onu teselli etti ve uğradığı bütün zararları karşıladı ve durumunu düzeltecek ne gerekiyorsa onu yaptı[128].

Dipnotlar

  1. İbnü’I - Kalânisî’nin hayalı ve eseri hakkında daha ayrıntılı bilgi için bk. İA. (Türkiye Diyanet Vakfı) “İbnü’l-Kalânisî” mad.
  2. Metinde, Tuğrul Be y’in ilk hükümdarı olduğu Büyük Selçuklu Devletinin kuruluşu, fetihler yapılması dolayısıyla sınırlarının genişlemeye başlaması, bu arada Cibal, Kirman, Huzistan ve yörelerine hâkim olmuş bulunan Büveyhoğullan Devletinin parçalanıp Selçuklulara tabi olmak zorunda kalmaları hakkında son derece genel nitelikte bilgiler verilmiştir. Bütün bu konularda ayrıntılı bilgiler için bk. Μ.Λ. Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı (İstanbul 1976), s. 11-33; O. Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti (Ankara 1965) s. 40-66; A. Sevim-E. Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi, Siyaset, Teşkilât ve Kültür (Ankara 1995), s. 15-44; ayrıca bk. A. Sevim, “Sıbt İbnü’l-Cevzî’nin Mir’âtü’z-zaman Eî Tarihi’l-âyan Adlı Eserindeki Selçuklularla İlgili Bilgiler, I. Sultan Tuğrul Bey Dönemi”, Belgeler, Türk Tarihi Belgeleri Dergisi (1998) XVIII/22, s. 3 vd.; A. Sevim “İbnü’l-Cevzî’nin el-Muntazanı Atili Eserindeki Selçuklularla İlgili Bilgileri”, Belgeler, Türk Tarih Belgeleri Dergisi (2005), XXVI/22.
  3. Halife el-Kaimbi-Emri’ l-Lâh’ın, Dâvud Çağrı Be y’in kızıyla evlenmesi hususunda metinde çok az bilgi verilmiştir. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. Λ. Sevim, a.g.m., Sultan Tuğrul Bey Dönemi, s. 45; aynı müell. İbnü’l-Cevzî, Selçuklularla İlgili Bilgiler, s. 15; Zekeriya Kitapçı, Abbasî Hilâfetinde Selçuklu Hatunları ve Türk Sultanları (Konya 1994), s. 30 vd.; A. Sevim-E.Mcrçil, a.g.e., s. 40-42; O. Turan, a.g.e., s. 85-87.
  4. Bağdad'da bir mahalle, Yakut Hamevî, Yakut b. Abdullah, Mu’cemü’l-Büldan (Yay. Ecrid Abdülaziz el- Cündî, Beyrut baskısı), III., s, 479/80.
  5. Bağdad’ın doğu kesiminde bir mahalle, Yakut, I, s. 866.
  6. Bağdad'ın yukarı tarafında batı yönünde bir yer (Yakut, II, s. 289-907).
  7. İ b n ü ’ 1 - K a 1 à n i s î, 11 a l î b Bağdael î’nin Tarihi Bagdad adlı eserinden yaptığı bu nakillerde hiçbir eksiklik görülmemiştir (Bk. Hatîb Bağdadî, Ebû Beki Ahmed, Tarihu Bağdad, yay. M. Emin el-Hancı, (Kahire 1931) IX, s. 399-404).<br> Besâsîrî isyanı konusunda görgü tanıklarına dayanan en ayrıntılı bilgiler için bk. A. Sevim, Silil İbnü’l-Ccvzî, “Sultan Tuğrul Bey Dönemi”, a.g.m., s. 3-37; s. 39, 57’deki not nr. 74 ve 86’daki bibliyografya. A. Sevim, İbnü’I-Cevzî’nin el-Muntazaın Adlı Eserindeki Selçuklularla İlgili Bilgiler, s. 6-13; A. Sevim, Biyografilerle Selçuklular Tarihi, İbnü’l-Adîm, Bugyelut-taleb fi tarih i Haleb (Ankara 1989, ΊΤΚ yay ), s. I-10.
  8. Görüldüğü üzere metinde, Sultan Alp Arşla n’ın, tahta geçtikten sonra Halife e I - K â i m bi- Emri’l - şâ h, Selçuklu veziri K ü n d ü r î Musa İnanç Bey, KutaImış ilişkileri, Doğu Anadolu ve Gürcistan seferi, Kirman Selçuklu Meliki Kavurt Be y’in isyanı ve Bizans’la ilişkileri hakkında hiçbir bilgi verilmemiştir. Bütün bu konularda ayrıntılı bilgiler için bk. A. Sevim, “Sıbl İbnü’I-Cevzî’nin Mir’âlü’z -Zaman Eî Tarihi l-Ayan Adlı Eserindeki Selçuklularla İlgili Bilgiler, II. Sultan Alp Arslan Dönemi", Belgeler, Türk Tarih Belgeleri Dergisi, XIX/23, s. 1 vd. ve bu sayfalardaki bibliyografya.
  9. Bu ad hakkında bk. A. Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi (Ankara 2000, TI K Yay. 3. Baskı) s. 35, not nr.6.
  10. Hades (Genç)’in çoğulu olan Ahdâs, Ortaçağlarda özellikle Suriye’de şehir gençlerinden oluşturulan bir kuruluş olup barışla, oturdukları kentin belediye işleriyle, savaş sırasında ise kentin savunmasına yardımcı olurlardı (genel bilgi için bk. El.Cahen, El2 “al-Ahdâs” mad.).
  11. Metinde HanoğIu Harun hakkında verilen bilgiler çok az ve yetersizdir. Bu konuda en ayrıntılı bilgiler için bk. A. Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, s. 35-47.
  12. “Kuşaklı, va da seçkin bir yere sahip soylu kimse” anlamına gelen ve Filistin Türkmen Beyliğinin kurucusu olan Kurlu'nun bütün faaliyetleri hakkında ayrıntılı bilgi için bk A. Sevim, a.g.e., s. 49, 50 (not m. 73, 54).
  13. Bu kotluda bk. A. Sevim, a.g.e., s. 52
  14. Atsız adının çeşitli imlâları hakkıda ayrıntılı bilgi için bk. A. Sevim, a.g.e., s. 63, not nr . 108.
  15. Metinde Suriye Selçuklu Melikliğini kuran Atsız ’ın faaliyetleri hakkında son dercede az ve yetersiz bilgi verilmiştir. Bu konuda en ayrıntılı bilgiler için bk. A. Sevim, a.g.e., s. 63-84.
  16. Metinde çok az bilgi verilen Sultan Alp Arslan’ın Kuzey Suriye seferi hakkında ayrıntılı bilgiler için bk. A. Sevim, a.g.e., s. 56-02.
  17. Bu andlaşma şartlarının ayrıntıları hakkında bk. A Sevim-E. Merçil, a.g.e., s. 70
  18. Metinde görüldüğü üzere Malazgirt Savaşı ve sonuçlan hakkında çok az ve yetersiz bilgi verilmiştir. Bu hususla ayrıntılı bilgi için bk. A Sevim, Anadolu'nun Fethi, s. 78-94; Malazgirt Savaşıyla ilgili İslâm kaynaklarında yer alan bilgiler için bk. E. Sümer - A. Sevim, İslâm Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı (Metinler ve çevirileri), Ankara 1971, TΤΚ Yay.
  19. İlgili hiçbir kaynakta, Berzem kalesi kumandanı Berzemli Yusuf'un Batıni olduğu kaydedilmemiştir.
  20. Görüldüğü üzerede metinde Sultan Alp Arslan’ın ölümüyle ilgili olarak son derecede az ve çok ye-tersiz bilgiler verilmiştir. Bu konuda ayrıntılı bilgiler için bk. A. Sevim, Belgeler XIX/28, s. 48-51; “İbnü’l-Cevzi’nin el-Muntazam Adlı Eserindeki Selçuklularla İlgili Bilgiler” Belgeler Türk Tarih Belgeleri Dergisi (XXVI/30, 2005) s. 52- 54; A Sevim - E. Merçil, a.g.e., s. 73-75; O. Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk - İslâm Medeniyeti (Ankara 1905), s. 134- 140; A. Sevim, “İlginç Yönleriyle Sultan Alp Arslan”, Prof. Dr. Ali Sevim, Makaleler. Yayına I lazırlayanlar E. Semih Yalçın, Süleyman Özbek (Ankara 2005), s. 281-804.
  21. M e 1 i k ş a h’ın, babası Alp Arslan’ın ölümü üzerine Büyük Selçuklu Devleti tahtına geçmesi hakkında metinde çok genel nitelikte bilgi verilmiştir. Bu konuda ayrıntılı bilgiler için bk. “Sıbı İbnü’l-Cevzî’nin Mir’âdü’z-zaman Fî Tarihi’l-Âyan Adlı Eserinde Selçuklularla İlgili Bilgiler, III. Sultan Melikşah Dönemi” Belgeler, Türk Tarih Belgeleri Dergisi (Ankara 2001) XX/24, s. 1-2; A. Sevim, İbnü’l-Cevzî’nin el-Muntazam Adh Eserindeki Selçuklularla İlgili Bilgiler, s. 54; O. Turan, a.g.e., s. 136-140; İ. Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu (İstanbul 1953) s. 16-18; A. Sevim-E.Mcrçil, a.g.e., s. 73-78.
  22. Bu hususta bk. Not nr. 7.
  23. Ahmed Şah’ın Haleb ve yörelerindeki faaliyetleri hakkında ayrıntılı bilgiler için bk. A. Sevim. Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, s. 85-90.
  24. Uvakoğlu Atsız’ın Suriye Selçuklu Melikliği'ni kurması ve giriştiği fetihlerin ayrıntıları hakkında bk. A Sevim, a.g.e., s. 03-74.
  25. Atsız’ın Mısır seferi hakkında ayrıntılı bilgiler için bk. A. Sevim, a.g.e., s. 74-78.
  26. Tacü’d-Devle Tutuş’un Suriye’ye atanması hakkında daha ayrıntılı Bilgiler için bk. A. Sevim, a.g.e., s. 82-27.
  27. Dımaşk’a bağlı bir köy (Yakut, IV, s. 103).
  28. Genellikle Uzak Doğu kültür çevrelerinde uygulanan ve Selçuklularda da uygulanan “Hanedan Mensuplarının Öldürülmesinde Kan Akıtma Yasağının" [Bk. M.E. Köprülü. Türk ve Moğol Sülâlesinde Hanedan Âzasının İdamımla Kan Dökme Memnûiyeli", Türk Hukuk Tarihi Dergisi (1941-42), I, I-9] hanedan mensubu olmayan Atsiz’ın öldürülmesinde de uygulanması dikkate şayandır. Atsız’ın Selçukluların mensup olduğu Kınık Oğuz boyundan bulunması ve ayrıca Suriye fatihi bir emir olması ve Melikü'l-muazzam unvanını alması sebepleriyle, tutuş’un onu bir asil gibi kabul ederek yay kirişiyle boğdurmak suretiyle öldürtmüş olabileceği ifade edilebilir.
  29. Bu konularda daha ayrıntılı bilgiler için bk. A. Sevim, a.g.e., s. 78-84
  30. Bu hususla ayrıntılı bilgi için bk. A. sevim, a.g.e., s. 85-90.
  31. Haleb'e bağlı bir belde (Yakut, I, 480).
  32. Sümeysat yakınlarında kalesi olan bir belde (Yakut, I, 624.)
  33. Tutuş ’un bu harekatı hakkında ayrıntılı bilgiler için bk. A. Sevim, a.g.e., s. 96-99.
  34. Suriye’ye hâkim olmak isleyen Selçuklu vasalı Musul emîri Müslim’in askerî faaliyetleri hakkında ayrıntılı bilgi için bk. A. Sevim, a.g.e., s. 99-102.
  35. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bk. A. Sevim, a.g.e., s. 99-106.
  36. Sultan Melikşah’ın Kuzey Suriye'ye gelişi hakkında metinde, verilen bu kısa bilgi, yanlış olarak 1083 yılında verilmiştir. Esasında bu bilgi, metinde 1086/87 yılında da verilmiştir
  37. Metinde, Türkiye Selçuklu hükümdarı Kutalmışoğlu SüIeymanşah’ın Antakya’yı ele geçirdiği hakkında verilen bilgiler son derecede az. ve yetersizdir. Bu konuda ayrıntılı bilgiler için bk. A. Sevim, a.g.e., s. 107-126.
  38. Büyük Selçuklu Devleti'ne bağh Diyarbekir ve yörelerindeki Mervan oğullarına ait yerlerin Selçuklu sınırlarına alınması sırasında Mervan oğullarına yardıma gelen vasal Musul enıîri Müsli m’in bütün faaliyetleri metinde yer almamakladır. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. A. Sevim, “Artukluların Soyu ve Artuk Bey’in Siyasî Faaliyetleri”, Belleten (1962), XXVI/101, s. 129-137; A. Sevim-E. Mcrçil, a.g.e., s. 101-105.
  39. Antakya'yı almak için davet edilen Süleymanşah in Kuzey Suriye seteri hakkında daha ayrıntılı bilgiler için bk. A. Sevim, a.g.e., s. 108-112.
  40. Bu konudaki bilgileri kış. İbrahim Kalesoğlu, a.g.es. 103-100
  41. Bu konuda ayrını ıh bilgi için bk. A. Sevim, a.g.e., s. 1 19-132.
  42. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. A. Sevim, a.g.e., s. 127; aynı müell., Biyografilerle Selçuklular Tarihi, İbnü’l-Adîm, Bugyetü’t-taleb fi Tarihi Haleb (Seçmeler) (Ankara 1989, TTK Yay.) s. 62-71.
  43. Bu konuda ayrıntılı bilgiler için bk. A. Sevim-E.Merçil, a.g.e., s. 117-119; İ. Kafcsoğlu, a.g.e., s. I 17-123; O. Turan, a.g.e., s. 151-154.
  44. Bu hususta daha değişik ve ayrıntılı bilgiler için bk. A. Sevim, Biyografilerle Selçuklular Tarihi, s. 70; aynı müel., Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, s. 132 vd.
  45. Bk. Not nr. 43teki eserler.
  46. Bu konuda bk. A. .Sevim, Biyografilerle Selçuklular Tarihi, s. 62 vd.
  47. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bk. A. Sevim, Suriye i’e Filistin Selçukluları Tarihi, s. 132-133.
  48. Bu konuda bk. A. Sevim, a.g.e., s. 134-135.
  49. Bk. İ. Kafesoğlu, a.g.e., s. 200.
  50. Büyük Selçuklu Devleti Sultam MeIikşah ve vezir Nizamü’l - Mü 1 k’ün ölümleri hakkında ayrıntılı bilgiler için bk. A. Sevim, “İbnül’-Cevzî’nin el-Muntazam Adlı Eserindeki Selçuklularla İlgili Bilgiler” (II. 430- 485 = 1038-1092) Belgeler, Türk Tarih Belgeleri Dergisi, XXVI/30), s. 74 vd. ; aynı müellif, Biyografilerle Selçuklular Tarihi, s. 36-61; İ. Kafcsoğlu, a.g.e., s. 196-206; O. Turan, a.g.e., s. 156-159, A. Sevim-E.Mcrçil, a.g.e., s. 131-136.
  51. Bu konuda ayrıntılı bilgiler için bk. A. Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, s. 137-139.
  52. Tutuş hakkında verilen bu bilgilerin ayrıntıları hakkında bk. A. Sevim, a.g.e., s. 187-145.
  53. İlacıların Arablar taralından yağma edilip öldürülmelerine karşı TuIuş’un ileri gelen emîri elli â n î’nin gerekli önlemleri alması dikkate şayandır, böyleee Hacılar, güven içinde memleketlerine dönebilmişlerdir.
  54. Bk. Yakut, V, 294.
  55. T u t u ş ’un Büyük Selçuklu Devleti Sultanı olmak için giriştiği bütün mücadeleler ve sonu hakkında ayrıntılı bilgiler için bk. A. Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, s. 137; 160.
  56. Elcezire’ye bağlı bir ilçe (Yakut, IV, 81-82.
  57. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. A. Sevim, a.g.e., s. 161,243-244.
  58. Melik Dukak’ın kumandanı İspelıbud Sabave’nin faaliyetleri hakkında bk. A. Sevim, a.g.e., s. 172, 199, 208-210.
  59. Bk. İA, “Mercüssutler” mad.
  60. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. A. Sevim, a.g.e., s. 166-168, 243-245.
  61. Halef b. MüIâib’in ayrıntılı hallereümesi için bk. A. Sevim, Biyografilerle Selçuklular Tarihi, s. 79-85.
  62. Bu konuda bk. A. Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, s. 245 vd.
  63. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. A Sevim, a.g.e., s. 174-176.
  64. Bu hususta daha ayrıntılı bilgi için bk. A. Sevim, a.g.e., s. 174-176.
  65. Türkiye Selçuklularıyla ilaçlılar arasında yapılan bu ilk savaş hakkında bk. O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, Siyasî Tarih, Alp Arslan'dan Osman Gaziye (1071/1318) (İstanbul 1971) s. 98 vd. Haçlıların Orta Doğu'va girişleri hakkında genel bilgi için bk. Işın Demirkent, Haçlı Seferleri (İstanbul 1997), s. 11 vd.; A. Sevim-E.Merçil, a.g.e., s. 428-432; A. Sevim, a.g.e., s. 179 vd.
  66. Haçlıların Kuzey Suriye’ye yönelmeleri ve Selçuklularla yapılan mücadeleler hakkında bk. A. Sevim, a.g.e., s. 189 vd.; I. Demirkent, a.g.e., s. 88 vd.
  67. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. A. Sevim, a.g.e., s. 177-178.
  68. Bk. Not nr. 67.
  69. Haleb'e bağlı bir ilçe (Yakut, V, 181-/82).
  70. Antakya’nın Haçlılar tarafından işgali ve burada bir Prenslik kurmalan hakkında bk. A. Sevim, a.g.e, s. 183; I. Demirken!, a.g.e., 38 vd.; A. Sevim-E.Merçil, a.g.e., s. 378.
  71. Bu konuda bk. A. Sevim, “Artukoğlu Sökmcn’in Siyasi Faaliyetleri” (Belleten, XXVI/103, 1962), 504-506; A. Sevim, a.g.e., s. 190-192.
  72. Bu hususta bk. A. Sevim, a.g.e., s. 190-192, not nr. 66.
  73. Bu konuda aynındi bilgi için bk. I. Demirkent, a.g.e, s. 47-60.
  74. Metinde çok kısa olarak verilen Sultan Berkyaruk'un Muhammed Tapar’la saltanat mücadelesi hakkındaki ilk savaşın ayrıntıları için bk. Abdülkcrim Özaydın, Suttan Muhamıned Tapar Devli, Selçuklu Tarihi (498-511/1105-1118), (Ankara 1990, ΊΤΚ. Yay.) s. 18-19; A. Scvim-E.Mcrçil, a.g.e., s. 157 vd.
  75. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. A Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, s. 249-250.
  76. Metinde Antakya Prensi Bohemund hakkında verilen bilgilerin ayrıntıları hakkında bk. A. Sevim, a.g.e., s. 13.
  77. Bu konuda bk. A. Sevim, “Artukoğlu Sökmen’in Siyasi Faaliyetleri” [Belleten (1962), XXVI/103], s. 508-510.
  78. Bu konuda bk. A. Sevim, a.g.e., s. 250-252.
  79. Suriye kıyısında bir kent. Bk. Yakut, I, s. 182.
  80. Suriye kıyısında bir kent. Bk. Yakut, IV, s. 478-479.
  81. Bu konuda bk. A. Sevim, a.g.e., s. 254-255.
  82. Metinde, Muhammed Tapar’ın öldürülmesi hakkında verilen bu bilgi yanlıştır. Esasında Muhammed Tapar, Mart 1118’de ölmüştür (A. Özaydın, a.g.e., s 149 vd.).
  83. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. A. Sevim, a.g.e.. s. 253-54.
  84. Bu hususta bk. Coşkun Alptekin, Dimaşk Atabeğliği (Tuğ-Teginliler), (İstanbul 1985), s. 165.
  85. Bu konuda genel bilgi için bk. İ.A. “ Kür-Buka" mad.
  86. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. A. Sevim, a.g.e, s. 254 - 255.
  87. Rahbe ve Humus'un Melik Duka k ın yönelimine geçmesi hakkında bk. A. Sevim, a.g.e., s. 255-257.
  88. Bu hususta bk. A. Sevim, a.g.e., s. 193-194.
  89. Bu bilgileri krş. İbnü'l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarih (Beyrut 1966), X, s. 364.
  90. Bu konuda bk O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 106-108; I. Demirkent, a.g.e., s. 82 vd.; A. Sevim-E. Merçil, a.g.e., s. 431-432.
  91. Metindeki bu kayıtları krş. İbnü’l-Esîr, a.g.e., X, 372-373.
  92. Bu hususta ayrıntılı bilgi için bk. A. Sevim, “Arlukoğlu Sökıncn’in Siyasî faaliyetleri”, s 515-5I8; I Demirken!, a.g.e., s. 83.
  93. Metindeki bu kayıtlar kış. C. Alptekin, a.g.e., s. 28-29.
  94. Melik D u k a k’ın ölümü ve tarihi kişiliği hakkında bk. A. Sevim, a.g.e., s. 257-2(50; C. Alptekin, a.g.e.,s.21 vd.
  95. Bütün bu konularda bk. Not nr. 94’teki eserler.
  96. Bütün bu konularda bk. A. Sevim, “Artukoğlu Sökmcn’in Siyasi Faaliyetleri”, s. 518-520; C. Alptekin, a.g.e., s. 21.
  97. Bu hususta bk. A Sevim-E.Merçil, a.g.e., s. 171-173
  98. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. C. Alptekin, a.g.e., s. 82-84.
  99. Bu konutla ayrıntılı bilgi için bk. A. Sevim, a.g.e., s. 196-200.
  100. Bu olayların ayrıntıları hakkında bk. C. Alptekin, a.g.e., s. 30 vd.
  101. Bk. Yakut, 111, 309 vd.
  102. Bk. Yakut, 1, 402.
  103. Bu konuda daha ayrıntılı bilgiler için bk. C. Alptekin a.g.e., s. 31-32.
  104. Efamiye (Fâmiye, Madîku Efâmiye, Kal’atü’l-Madik ve Apama) hakkında İ.A. “Efamiye” mad.
  105. Bu hususla ayrıntılı bilgiler için bk. A. Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, s. 202-204.
  106. Bu konuda bk. O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s 108-109; A. Sevim, a.g.e, s. 205-206.
  107. Dımaşk’a bağlı bir ilçe (Yakut, I, 522-523).
  108. Bu konuyla ilgili olaylar için bk. A Sevim, a.g.e., s. 259-260.
  109. Dımaşk-Banyas-Sur arasındaki dağlık bölgede bir belde (Yakut, II. 16).
  110. Kudâa beldesinde bir vadi. (Bk. Yakut, V, 88).
  111. Havranla bağlı bir yer (Bk. Yakut, 111, 151).
  112. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. C. Alptekin, a.g.e., s. 32.
  113. Kuran, Mâide Suresi, âyet nr. 54.
  114. Kuran, Mâide Suresi, âyet nr. 41.
  115. Kuran, Saffat Suresi, âyet nr. 177.
  116. Bakara Suresinde adı geçen ve 11 z. Dâvud taralından öldürülen azgın ve inançsız kişi (İA= Diyanet Vakit, “Câlûl” nıad.)
  117. Kuran, Kasas Suresi, âyet nr.41.
  118. Bu konuda bk. A. Özaydın, a.g.e., s. 78 vd; A. Sevim-E.Merçil, a.g.e., s. 188-191.
  119. Bk. Yakut, 111,411.
  120. Bütün bu konularda ayrıntılı bilgiler için bk. A Özaydın, a.g.e., s. 93 vd.; O. Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, s. 108 vd.; A. Sevini, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, s. 200 vd.
  121. Bu konuda bk. O. Turan, a.g.e., s. 142 vd.; A. Sevim-E.Merçil, a.g.e., s. 432; A. Sevim, Anadolu’nun Fethi, Selçuklular Dönemi (Ankara 2000, TTK. Yay. 2. Baskı), s. 133 vd.
  122. Bu hususta bk. O. Turan, a.g.e., s. 148 vd.
  123. İ s p e h b u d S a b a v e, Heınedan emîri Aya z’ın Sultan Muhammed Tapar taralından öldürülmesi üzerine onun maiyetinden olması dolayısıyla kendini güvencede görmeyerek önce Melik Rıdvân’ın, daha sonra Dııııaşk’a gelip Tuğtekin'in hizmetine girmiştir.
  124. Kudüs’ün kıble yönünde bir vadi (Yakut, V, 398).
  125. Bk. Yakın, III, 376.
  126. Bk. İA. “Cibâl” marl.
  127. Bk. İA. “Belka” mad.
  128. İsbehbud Sabave’nin faaliyetleri hakkında bk. A. Sevim, a.g.e., s. 208 vd.; A. Sevim-E. Merçil, a.g.e., s. 385-388, 409.