ISSN: 0041-4247
e-ISSN: 2791-9714

Eralp Yaşar Azap

T.C. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı, İstanbul/TÜRKİYE

Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, İran, Kaçar Hanedanı, I. Erzurum Antlaşması, Savaş.

Giriş

I. Erzurum Antlaşması, Osmanlı ve İran devletleri arasında 1823 yılında imzalanan ve askerî tarih literatüründe iki devlet arasında gerçekleşen son savaş olarak bilinen harbi bitiren bir antlaşma olma özelliğine sahiptir[1] . Osmanlı ve İran devletleri arasında 1820 yılının Eylül ayında başlayan savaş hâli[2] , 28 Temmuz 1823 tarihinde üzerinde murahhasların ittifak ettiği maddeleri ihtiva eden temessüklerin devletlerin liderlerine onaylanması için gönderilmesiyle, yerini barışa bırakmıştır[3] .

İki devlet barış sürecine gelmeden evvel, Şark ve Bağdat cephelerinde uzun süre savaşmıştır. İran Şahı Feth Ali Şah’ın oğlu Veliaht Şehzade Abbas Mirza komutasındaki İran birlikleri Kars, Bayezid, Van, Muş ve Bitlis üzerinden Osmanlı topraklarına saldırılar düzenlerken, Şah’ın diğer oğlu Kirmanşah Hâkimi Şehzade Muhammed Ali Mirza da Bağdat bölgesine asker sevk etmiştir. İki devleti savaşın eşiğine getiren hususlar, esasında XIX. yüzyılın başından itibaren temayüz eden ve 1820 yılına gelindiğinde çözümsüzlükte düğümlenen meseleler olarak değerlendirilebilir. Bu meselelerin başında, Osmanlı Devleti’nin şark sınırında konargöçer olarak yaşayan Kürt aşiretlerinin, İran ve Osmanlı topraklarını yazlık-kışlık olarak kullanmasından doğan problemler gelir[4] . Haydaranlı ve Sepki aşiretleri, bu aşiretler arasında öne çıkan ve nüfus olarak hayli kalabalık olan aşiretlerdir. İki devlet de bu aşiretlerden silahlı güç olarak yararlanmak istediklerinden, kendilerinin tebaası olmalarını arzu etmektedir ve bu durum, Muş Mutasarrıfı Selim Paşa’nın aşiretleri himaye etmeye çalışırken gösterdiği tavırdan dolayı, Osmanlı ve İran’ı askerî olarak çatışmaya sürüklemiştir[5] .

İran; savaşın başlangıcına gelene kadar, İranlıların kutsiyet atfettikleri bölgeleri ziyaret ederken ve hacca giderken geçtikleri menzillerde alınan ve bac adı verilen vergilerden dolayı da rahatsızlık duymuştur. Şehzade Abbas Mirza, bu durumun ortadan kaldırılması için Osmanlı Devleti memurlarının uyarılmasını ve aynı zamanda İranlı hacılar ile ziyaretçilere iyi davranılmasını istemiştir. Ancak Osmanlı Devleti’nin bölgedeki memurlarının mezhepsel kaygılarla hareket etmesi ve İran’ın bu taleplerinin karşılıksız kalması, bu devleti önlemler almaya ittiği gibi bölgeye saldırılar düzenleme sürecini de hızlandırmıştır[6] . Yine savaşa sebebiyet veren bazı anlaşmazlıklar, Bağdat’ta bulunan Kölemen valileriyle İran arasında yaşanmıştır. Bölgede kutsal mekânları bulunan İran, burada kontrolü sağlamak adına yerel idareciler ve Bağdat valileriyle yer yer siyasi çatışma içerisine girmiştir. Bağdat valilerinin eskiden beri devam eden uygulamaları yerine getirmemesi, örneğin bayramlarda resm-i tebrik ve fütuhat kutlama gibi merasimleri icradan kaçınması[7] İran’ı, siyasi anlaşmazlıkları askerî saldırılar yoluyla çözme yoluna sürüklemiştir. İran tarafından başlatılan saldırılar karşısında Osmanlı Devleti, o sıralarda batıda Rum isyanı ile uğraşmasına rağmen şarkta yeni bir savaş cephesi açmak zorunda kalmış ve Müslüman bir devlete karşı göstereceği askerî tepkiyi, şer’î bir zemine oturtmak adına Meşihat makamından aldığı fetvayla İran’la girişeceği savaşı meşru bir hâle getirmiştir. Meşihat’tan alınan:

Diyârları dâr-ı harb ve ahâlisî ehl-i harb hükmünde olan revâfız-ı ‘acem hudûd-ı islâmiyeye tecâvüz ve istîlâ-yı bilâd ve nakz-ı ‘ahd itmeleriyle imâmü’l-müslimîn ve sultânü’s-selâtîne muhârib olub dârü’l-hilâfetü’l-‘aliyyede ol tâ’ife-i mefsede-i şerîreden bulunan eşhâsın şerr ve mefsedetinden mesâlih-i müslimîni li-ecli’l-vikâye halîfe-i rû-yı zemîn hazretleri bilâd-ı islâmiyeden nefy ve tagrîb buyurmaları emr-i meşrû‘ iken ‘adem-i nefye sa‘y ve i‘ânet itmek câ’iz olur mu:

El-cevâb: Olmaz[8]

fetvası hükmü çerçevesinde İran’a silahla karşılık veren Osmanlı Devleti, askerî olarak her iki cephede de üstünlük sağlayamamasına rağmen, diplomatik müzakere sürecinde üstün gelerek kaybettiği toprakları geri almış ve masada kazanan taraf olmayı başarmıştır. Elbette İran’ın askerî üstünlüğünü sekteye uğratan bazı gelişmeler, müzakere masasına gelişini mecbur kılmış ve İran açısından bir nevi mecburiyet kaynaklı gelişen müzakere süreci, diplomatik başarısızlıklarında da pay sahibi olmuştur. Bu gelişmelerden en önemlisi, savaş sırasında ortaya çıkan salgın hastalık dolayısıyla İran ordusunda yaşanan ölümlerin ardından, ordunun geri çekilmek zorunda kalmasıdır. Keza uzun süren savaşın İran’da yarattığı ekonomik bunalım ve uluslararası ticaret yapan İranlı tacirlerin buna itiraz etmesi de savaşın, barışa tercih edilmesine sebebiyet vermiştir. Öte yandan İngilizlerin, savaşı artık bitirme ve İran’ı müzakerelere yönlendirme gayretleri de önemli bir gelişme olarak kayda geçmiştir[9].

Bu çalışma, Osmanlı diplomatiğinde barış müzakerelerinin tüm sürecini içeren resmî tutanaklara verilen isim olan mükâleme mazbatalarından olup daha önce yayımlanmayan ve içerisinde çok ilginç diyalogları barındıran I. Erzurum Antlaşmasının meclis-i mükâleme zaptının değerlendirmesini ve transkripsiyonunu konu edinmektedir.

Antlaşma Öncesi Diplomatik Müzakereler ve Mükâleme Metninin Değerlendirilmesi

Osmanlı ve İran devletlerini barış antlaşması imzalayıp savaşı bitirmeye sevk eden birtakım gerekçeler bulunmaktaydı. Yaklaşık üç yıl devam eden savaşı bitirecek bu gerekçeler dolayısıyla karşı tarafa ilk müracaat eden, İran olmuştu. İran, savaş sırasında ortaya çıkan salgın hastalık dolayısıyla birçok askerini kaybetmiş ve Erzurum’a kadar işgal ettiği Osmanlı topraklarından çekilmek zorunda kalmıştı[10]. Bu durum İran’ı, Osmanlı Devleti’yle barış antlaşması yapmak için masaya sevk eden askerî gerekçelerden en kuvvetlisiydi[11]. Keza İranlı tüccarlar, Osmanlı topraklarında geniş bir ticaret loncasına sahipti ve savaş şartları dolayısıyla iki ülke arasında yapılan ticaret sekteye uğramıştı. Bu sebeple İranlı tüccarlar, maddi kayıplarını gerekçe göstererek savaşı bitirmesi için İran Şahı Feth Ali’yi sıkıştırmaktaydı[12]. Osmanlı Devleti açısından da savaş, artık sürdürülemez bir boyuttaydı. Zira bir taraftan İran ile savaşan Osmanlı Devleti, diğer yandan da Rum isyanını bastırmak için uğraş vermekteydi[13]. İki ülkeyi doğrudan ilgilendiren bu gerekçelerin yanı sıra İngiltere ve Rusya gibi büyük devletlerin kendi siyasi menfaatleri doğrultusunda her iki devleti de yönlendirmeye çalışması, barışa giden yolu açan etkenlerdendi.

Bu iki devletten Rusya, savaşın başından sonuna kadar İran’ı Osmanlı Devleti’yle savaşmaya teşvik etmesine karşın İngiltere, iki devleti de silahla çatışmaya son vermeye ve barış yapmaya zorlamaktaydı. İngilizler, Osmanlı ve İran’ı güçsüz bırakıp buradan siyasi bir menfaat devşirecek Rusya’nın bölgesel politikasını pasivize etmek adına bu siyaseti gerekli görmekteydi. Dolayısıyla İngilizler, I. Erzurum Antlaşması’na giden yolda arabulucu rolü üstlenmiş ve bunu da Osmanlı Devleti’ne ileterek[14] Rusya karşısında politik bir üstünlük sağlamıştı. Aynı arabulucu rolünü Tahran’da bulunan diplomatik misyonları vasıtasıyla da üstlenen İngiltere, İran’ı da barışa ikna ederek Rusya’nın bölgedeki tüm gücünü kırmayı başarmıştı[15].

Bahse konu gerekçeler ve gelişmeler üzerine İran, Osmanlı Devleti’yle barışı görüşmek üzere Mirza Hacı Kasım’ı elçi olarak Erzurum’a gönderdi. Burada Erzurum Valisi ve Şark Seraskeri Rauf Paşa ile görüşen Mirza Kasım, İran’ın barıştan yana olduğunu kendisine iletti ve diplomatik kaidelere uygun olarak Rauf Paşa da elçi olarak İran’a barışı görüşmek üzere Hicabizâde Hüseyin Efendi’yi gönderdi[16]. Hüseyin Efendi, Tebriz’e giderek Şehzade Abbas Mirza ile bir mülakat gerçekleştirdi. Abbas Mirza, devletini savaşa sürükleyen birçok gerekçeyi Osmanlı elçisine söyledikten sonra, amacının savaşı sürdürmek olmadığını açıkça beyan etti[17]. Hüseyin Efendi, sulh için görevlendirilen bir murahhas değildi. Dolayısıyla kendisi, Abbas Mirza’yla bir sulh müzakeresi yürütmek yerine, onun söylediklerini Rauf Paşa’ya iletmeyi tercih etti ve İran’ın tekrar Rauf Paşa’yla barışı görüşmek için görevlendirdiği Mirza Muhammed Taki ile beraber 18 Eylül 1822 tarihinde Erzurum’a döndü[18].

Rauf Paşa ile İran Elçisi Muhammed Taki arasında gerçekleşen görüşmeler, antlaşma öncesinde her konunun masaya yatırılmaya çalışıldığı en ciddi görüşmelerden biri sayılır. Çünkü her iki tarafın da temsilcileri, savaşa sebep olan tüm konuları tartışmış ve bunlara çözüm üretmeye çalışmıştır. İran elçisi bu görüşmede, savaşın en önemli gerekçelerinden biri sayılan aşiretler konusunda İran’ın geri adım atmayacağını ve Osmanlı Devleti’nin bu aşiretleri sahiplenmemesi gerektiğini vurgulamıştır. Diğer yandan İranlı hacıların Osmanlı memurlarından şikâyetleri de İran elçisi tarafından gündeme getirilmiş ve bu duruma son verilmesi talep edilmiştir. Talepler karşısında Osmanlı temsilcisi Rauf Paşa, iddiaları reddeden bir tavır takınarak, sulha taraftar olduğunu göstermiştir. Ancak İran’ın, Osmanlı Devleti tarafından kabul edilemez bazı talepleri olduğunun görülmesiyle Rauf Paşa; aşiretlerin Osmanlı tebaası olduğunu, İran’ın zapt ettiği toprakları iade etmesi gerektiğini hatta bu topraklara verilen hasarın da İran tarafından tazmin edilmesinin gerekli olduğunu söylemesiyle görüşmeler kesilmiş ve İran elçisi bu talepleri Abbas Mirza’ya iletmek üzere İran’a dönmeye karar vermiştir[19]. Rauf Paşa’nın bu tavrının, daha sonra barış antlaşmasına olumlu anlamda yansıdığı ve İran’ın taleplerini yumuşatmasına sebep olduğu görülecektir.

İran’a dönen elçi Muhammed Taki, Osmanlı Devleti’nin şartlarını Abbas Mirza’ya iletmiş ve bu şartlar karşısında İran, uzun süre barış masasına oturmayı kabul etmemiştir. Ancak İngiltere’nin İran’ı, Osmanlı Devleti ile barış yapmaya sevk eden adımları neticesinde her iki tarafta da tutum değişiklikleri meydana gelmiş ve İran, barış müzakerelerini yürütmek için murahhaslık yetkisi verdiği Mirza Muhammed Ali Aştiyani’yi Rauf Paşa’yla görüşmek üzere Erzurum’a göndermiştir. Aştiyani, 25 Haziran 1823 Salı günü Erzurum’a ulaşmıştır[20]. Rauf Paşa kendisini, 27 Haziran 1823 tarihinde Erzurum’daki valilik sarayına davet etmiştir. O gün valilik sarayında; Osmanlı Devleti adına murahhaslık yetkisi alan Rauf Paşa, Şark Ordusu Defterdarı El-Hac Said Efendi, Aştiyani ve maiyetinde bulunan Mirza Hacı Emin ile Kethüda Mirza Ahmed hazır bulunmuşlardır. Antlaşma için yapılacak mükâleme meclisinin ilk celsesi, 28 Haziran 1823 Cuma günü açılmıştır[21]. Meclis, müzakereleri daha önce iki devlet arasında 1746 yılında imzalanan Kerden Antlaşması’nın metnini esas alarak yürütmeye karar vermiştir[22].

İran Elçisi Aştiyani, kendisinden önce Rauf Paşa ile görüşen elçilerin aşiretler maddesindeki ısrarını sürdürerek, müzakerelerin başlangıcında gerginlik yaşanmasına yol açmıştı. Aştiyani’nin, bu aşiretlerin İran’ın tebaası olduğunu söylemesi, Osmanlı Murahhası Rauf Paşa’nın tepki vermesine neden olmuştu. Bu sebeple İran heyeti, aşiretler konusunda nasıl bir tutum takınacağına karar veremediğinden görüşmelere ara verip, Şehzade Abbas Mirza’nın fikrinin alınmasında karar kıldı. İran heyeti içerisinde yer alan Cafer Han, 4 Temmuz 1823 tarihinde İran’a giderek durumu Abbas Mirza ile istişare etti[23]. Müzakerelere verilen ara, Rauf Paşa’yı bir hayli tedirgin etmişti. Paşa, savaşın tekrar başlama ihtimalini kuvvetli gördüğünden, bir heyet toplayarak askerî harekât üzerine planlamalar yaptı[24].

Abbas Mirza ile görüşen Cafer Han’ın 22 Temmuz 1823 tarihinde Erzurum’a varmasıyla, mükâleme meclisine kalındığı yerden devam edildi.[25] Mecliste, harp mevsimi sona ermeden barış antlaşmasının artık yapılması yönünde fikir beyan edildi. Cafer Han, Abbas Mirza’nın barıştan yana olduğunu, Osmanlı Sultanı II. Mahmud’a gerek Abbas Mirza’nın gerekse de babası İran Şahı Feth Ali’nin hürmeti ve sevgisi olduğunu söyledi. Barış uğrunda İran tarafından zapt edilen topraklardan vazgeçilebileceği, İranlı tüccarların el konulan mallarının dahi bir öneminin olmadığı da elçi tarafından vurgulandı. İran’ın tüm bu iyi niyet göstergesi yaklaşımları, Haydaranlı ve Sepki aşiretlerinin taraflarına iadesini tekrar gündeme getirmesi nedeniyle boşa çıktı. İran elçisi, bu konuda taviz vermeye asla yetkisi bulunmadığını söyleyerek, gerginliğin tırmanmasına sebep oldu. Osmanlı tarafı, İran’ın sebepsiz yere topraklarına saldırdığı ve ahalisinin zarar görmesi yüzünden hayli zor durumda olduğunu İran tarafına beyan etmesiyle gerginlik devam etti. Ayrıca Osmanlı tarafı, zaten kendi mülkü olan İran zaptındaki toprakların boşaltılmasının bir lütuf olarak görülmesine de anlam veremedi. Bu sebeple Osmanlı tarafı, üstü kapalı bir savaş çağrısı olarak askerlerinin hazır beklediğini ve Revan ile Azerbaycan’ı gözlerine kestirdiklerini ifade etti. Diğer yandansa aşiretlerin Osmanlı tebaası olduğunu ve bu konuda İran’ın ısrarının boşa vakit geçirilmesine sebep olacağı, net bir biçimde beyan edildi[26].

İran tarafı, aşiretlerin kendi tebaası olduğu ve ülkelerine dönmesi gerektiği hususunda taviz vermemekteydi. Bu mesele yüzünden barış sağlanamaması hâlinde dökülecek kanın vebalini de Osmanlı tarafına yüklemekteydi. Gergin bir hâlde devam eden müzakerelerden tekrar harp kararı çıkmaması adına genel bir sohbete girişen tarafları tekrar müzakere gündemine sevk eden, Mirza Hacı Emin ve Mirza Ahmed oldu. Her iki isim de Rauf Paşa ve Aştiyani’nin barış için yetkili olmaları dolayısıyla meseleyi artık çözmeleri gerektiğini söylediler ve bir iki aşiret yüzünden düğümlenen görüşmelerin sağlıklı bir şekilde devam etmesi için sözü onlara bıraktılar. Bunun üzerine Osmanlı tarafı, aşiretlerin iki devlet arasında paylaşılması önerisini getirdi fakat bu durum, İran Elçisi Aştiyani tarafından buna yetkisi olmadığı gerekçesiyle reddedildi.

Tekrar tıkanan müzakerelerin sağlıklı bir şekilde ilerleyebilmesi için celseye ara verildi. Ertesi gün tekrar toplanan heyete, Osman Paşa ile Cafer Han da iştirak etmişti. Osmanlı tarafı, Cafer Han’ın daha evvel müzakerelere ara verilip Abbas Mirza ile görüşmeye gittiğinde hayırlı bir haberle döneceğini söylemesinden dem vurarak, Cafer Han’ın bu temennisini gerçekleştiremediğini ifade ederek söze girdi. Hatta bu durumun, müzakerelerin yirmi gün kadar ertelenmesine sebebiyet verdiğini de beyan ederek, diplomatik üstünlüğü ele almak için çaba sarf etti. Barışa olumlu baktığını ihsas ettirmek için Osmanlı tarafı, İran’dan tazminat istemekten vazgeçtiğini ve İranlı hacılara gereken kolaylıkların sağlanarak onlara iyi davranılması noktasında adımlar atacağının sözünü verdi. Fakat Murahhas Rauf Paşa, aşiretlerin İran’a bırakılmasını kabul etmemekteydi. Bu durum, tekrar gerginliği tırmandırdı ve İran Elçisi Aştiyani buna mukabil, sınırların tekrar tanzim edilmesi önerisini getirerek ön almaya çalıştı. Hatta İran, Sultan IV. Murad zamanındaki barış antlaşmasından sonra, iki devlet arasındaki sınırların tahkik edilmesi gerekmesine rağmen buna zaman kalmadığını, Nadir Şah ve I. Mahmud arasında imzalanan 1746 Kerden Antlaşması’ndan sonra da şahın vefatı yüzünden sınırların tahkik edilme işleminin akim kaldığını belirtti. İran’a göre bu yüzden sınırlar, tekrar düzenlenebilirdi.

İran’ın bu teklifinin, Osmanlı Devleti’nin aşiretlerden vazgeçmemesi dolayısıyla yapıldığı açık olduğundan Rauf Paşa, zapt edilen tüm toprakların padişahın mülkü olduğunu yineledi ve Osmanlı topraklarının nereler olduğunun herkes tarafından bilindiğini belirtti. Ayrıca Paşa, daha evvel kendisi tarafından Abbas Mirza’yla barışı görüşmek için gönderdiği elçi Hicabizâde Hüseyin Efendi’ye söylenen sözleri hatırlatarak, Abbas Mirza’nın, Sultan II. Mahmud’u amca-i ekremi olarak görüp, istendiği takdirde Hoy’u ve Tebriz’i ondan esirgemeyeceğini beyan etmesinin nereye konacağını İran heyetine sordu. Bu sözlerin, müzakereler esnasında İran heyetinin gösterdiği tavırla çelişki yarattığını beyan eden Rauf Paşa, aşiretlerin İran’a verilmemesi noktasındaki direnişini de sürdürdü[27].

Rauf Paşa’nın bu tavrı üzerine İran Elçisi Aştiyani aşiretlerden taviz verilemeyeceğini yineleyip, masadan kalmak istediğini beyan etti ve Rauf Paşa da bunu kendilerinin bileceğini söyleyerek âdeta umursamaz ama diplomatik etkisi büyük olan bir tavır takındı. Görüşmelerden sonuç alınamayacağını ve barışın olmayacağını anlayan İran heyetindeki isimlerden Cafer Han ve Mirza Hacı Emin, Elçi Aştiyani’ye yaklaşarak gizlice sohbet ettiler. Cafer Han akabinde, inat uğruna müzakerelerin kesilmesinin uygun olmayacağını ve kendisinin Aştiyani’yi ikna ettiğini belirtmesiyle masaya tekrar dönüldü.

Bu dönüşle birlikte, müzakereleri tıkayan aşiretler hususunda yapılan tekliflerle orta yol bulunmaya çalışıldı. Her iki taraf da aşiretlerin durumunun yapılacak antlaşmada nasıl olması gerektiğine karar verdiler. Mutabakata göre, Osmanlı toprağında bulunan aşiretler, bu topraklarda bulunduğu sürece İran topraklarına tecavüz etmemeliydi. Eğer bu aşiretler, İran topraklarına tecavüz ederse ve buna engel olunamazsa, Osmanlı Devleti bu aşiretleri tekrar kabul etmemeliydi. Diğer yandan bu aşiretler, kendi istekleriyle İran’a giderlerse, Osmanlı Devleti bu duruma mâni olmamalı, tekrar dönerlerse de bu aşiretleri kabul etmemeliydi. Ayrıca aşiretler, İran topraklarına geçtiğinde Osmanlı topraklarına saldırırlarsa, bu durum da İranlı memurlar tarafından engellenmeliydi. Aşiretler meselesini bu şekilde çözen taraflar, en büyük meseleyi halletmişlerdi. İran tarafı, tüccarlarının Müslüman devletlere uygulanan gümrükten istifade edebilmesini, beytü’l-mala kalan İranlıların emvalinin saklanmasını ve savaş sırasında iki devletin sınırlarına geçenlerin affedilmesini de karara bağlayarak, Osmanlı Devleti’yle uzlaşma sağladı. Mükâleme meclisi, mübadele edilecek temessüklerin yazılmasıyla sona ermiş oldu[28].

Sonuç

Osmanlı ve İran devletleri arasındaki yaşanan son savaş olan 1820-1823 harbinden sonra, I. Erzurum Antlaşması imzalanmıştı. Bu antlaşma, savaşa sebebiyet veren ve bazı açılardan tarihsel temeli olan sorunların da bertaraf edilmesini amaçlamaktaydı. İki ülkeyi savaşa sürükleyen sınır hattında yaşayan Kürt aşiretlerinin hangi devlete ait olması gerektiği üzerinde yaşanan anlaşmazlıklar, İranlı hacılara Osmanlı memurları tarafından kötü muamele edildiği iddiası, yine İranlı tüccarlara uygulanan ağır gümrük vergisi gibi meseleler, antlaşma öncesi yapılan müzakerelerde tartışmaya açıldı. İran’ın, savaş meydanında göstermiş olduğu askeri başarıyı, diplomatik müzakere sürecinde gösterememesi, antlaşmadan istediği sonucu tam anlamıyla almasının önüne geçti.

Antlaşma öncesinde maddelerin murahhaslar tarafından son hâlinin verildiği temessük metinlerinin oluşturulması için toplanan mükâleme meclisinde yaşananlar, bunun en açık göstergesiydi. Osmanlı Devleti’ni temsilen mecliste bulunan Murahhas Rauf Paşa, İran’ı temsilen müzakerelere katılan Muhammed Ali Aştiyani’ye ve heyetine, diplomatik üstünlük sağlamayı başarmıştı. İran’ın, savaşın başından beri talep ettiği ve kendi ülkesine götürmek istediği aşiretlerin, mesele olarak kendi istekleri doğrultusunda çözülememesindeki en büyük etken de yine Rauf Paşa oldu. Bu durum, nüfus ve silahlı kuvvet olarak kullanılmaya çok müsait olan aşiretlerin, İran’ın tasarrufunda kalmasının önüne geçti ve aylarca bu maddeyi kendi lehine çevirmeye çalışan İran’ın çabaları da sonuçsuz kalmış oldu.

EKLER

Ek I: Meclis-i Mükâleme Mazbatasının Metni[29]

Bin iki yüz otuz sekiz senesi mâh-ı Zilkade’nin on üçüncü Bazarirtesi günü Ser‘asker Rauf Paşa’nın Erzurum vâlîlerine mahsûs sarâyda İran murahhas ilçisi Mîrzâ Muhammed Ali ile vâki‘ olan meclis-i mükâlemeleri mazbatasıdır

Bundan akdem vâki‘ olan meclis-i mükâleme mazbatasında beyân ve temhîd kılındığı vechle beyne’d-devleteyn münâza‘un-fîhâ olan Sebikli ve Haydaranlu ‘aşîretleri ba‘de’l-musâlaha devleteyn-i fehîmeteyn miyânelerinde dostâne muhâbere ve tarafeynin kuyûdâtına mürâca‘atla hakk kankı tarafda tebeyyün ider ise ol vechle icrâ kılınmak husûsu meşrût olmak berü tarafdan îrâd ve ilçi-i mûmâ-ileyh cânibinden tereddüd ve imtinâ‘ olunarak bi’l-ahare sekiz gün mehel ile devleti tarafından istîzân itmek üzre ilçi-i mûmâ-ileyh ısrâr ve berü tarafdan dahi sûret-i muvâfakat izhâr olunmağın Şevvâl-i şerîfin yigirmi dördüncü Pencşembe günü ilçi-i mûmâ-ileyh Cafer Han Bey’i devleti tarafına irsâl itmişidi müddet-i mehel güzâr idüb aralıkda ilçi-i mûmâ-ileyhden istifsâr olundıkca kendü dahi istiğrâbda oldığını beyân itmekde iken mûmâ-ileyh Cafer Han mâh-ı Zilkade’nin on üçüncü Bazarirtesi gicesi Erzurum’a vürûd itmekle ferdâsı ilçi-i mûmâ-ileyh celb olunub üslûb-ı sâbık üzre Şark Defterdârı el-Hâc Mehmed Said Efendi ve öte tarafdan Mîrzâ Hâcı Emin ve Mîrzâ Ahmed hâzır oldukları hâlde merâsim-i ‘âdiye ba‘de’l-icrâ meclis tahliye olunarak ba‘zı âfâkî sohbetden sonra berü tarafdan Cafer Han vakt-i mev‘ûdda gelmeyüb intizâr çekdirdi bârî hayrlu haber ile gelmiş olaydı mevsim-i muhârebe mürûr itmeksizin şu maslahat-ı hayriyye netîce-pezîr olsun yâhûd herkes işine baksun dûr dırâz sohbet lâzım diğildür dinüldükde ilçi-i mûmâ-ileyh Devlet-i İraniyye’nin hüsn-i hitâm-ı musâlaha-i hayriyye akdem âmâli olub Naibü’s-Saltanata-i Devlet-i İraniyye Şehzâde Abbas Mîrzâ cenâbları tarafından bu def‘a vürûd iden tahrîrâtında Devlet-i ‘Aliyye-i ‘Osmaniye’ye ve be-tahsîs şevketlü kerâmetlü ulu pâdişâh Sultân Mahmud Han efendimizin dergâhlarına pederimin ve özümün meyl ve muhabbetimiz ve hulûs-ı tavîyetimiz derece-i kemâle vâsıl ve bir zamânda halel-pezîr olmakdan vikâyesine ri‘âyetimiz hadd-ı gâyete bâliğ iken ‘avârız-ı ma‘lûme hasebiyle beyne’d-devleteyn vâki‘ olan küdûretden hasbe’l-kader zîr-i destimize dâhil olan kılâ‘ ve arâzî-i Devlet-i ‘Aliyye ve birkaç seneden berü bi’z-zarûr sarf eylediğimiz emvâl-i vâfire ve müddet-i medîdeden berü hilâf-ı ahd u şart hüccâc ve tüccârımızdan alınan emvâl-i mütekâsire hîç gözümüzde olmayub mahzâ cihet-i câmi‘a-i İslâmiye’ye mebnî ve ulu pâdişâhın dergâhına olan hulûs u muhabbet-i kadîmeye mübtenî kılâ‘ ve arâzî-i merkûme tamâmiyle redd ve mesârif-ı vâkı‘amızdan ve hüccâc ve tüccârımızın hesâba gelmez zarar ve hasâretlerindan sarf-ı nazar olunarak birkaç sene mukaddem taht-ı ra‘iyyetimizden arâzî-i Devlet-i ‘Aliyye’ye firâr iden Haydaranlı ve Sebikli ‘aşîretlerinden bir mikdâr evlerin ber-mûceb-i ‘ahd tarafımızda redd olunmak üzre musâlahayı kabul itmişken bunların kat‘-ı nizâ‘ları musâlahadan sonra beyne’d-devleteyn fasl olunmağa ta‘lîk ile ta‘vîk olunmasından istiğrâb eylemiş ve bu ‘aşîretlerin reddi Devlet-i İraniyye’nin kat‘î matlûbu oldığından benim bu mâddeyi istîzânımı takbîh eylemişdür dimekle berü tarafdan bu sözler Devlet-i ‘Aliyye’nin bi-hakkın îrâd eylediği kelâmlar ve iddi‘â eylediği şeylerdür beyne’d-devleteyn vâki‘ olan ‘ahd u şartın vikâyesine Devlet-i ‘Aliyye’nin himmet-i seniyye-i kâmilesi her ân masrûf ve derkâr iken bilâ-sebeb İraniyân tarafından Memâlik-i Mahrûse-I Devlet-i ‘Aliyye’ye tecâvüz ve ahâlî ve sekenesine bunca hasâret ile nakz-ı ‘ahd ve i‘lân-ı harb olunmağın Devlet-i ‘Aliyye dahi mukâbele-i bi’l-misl ile mu‘âmeleye mecbûr olarak pek çok mesârife zarûrî dûçâr oldı İran Devleti’nin mesârıfı var ise kendü ihtiyâriyle olmuşdur ve gafleten zabt olunan mahallerin terki mûcib-i minnet değildür ki Devlet-i ‘Aliyye’nin mülkidür ma‘hazâ bunlar ‘asker ve istihkâmdan hâlî olub iki yüz âdem gönderülse tasarruf mümkün ve âsân iken Devlet-i İraniyye tarafından tecdîd-i sulha hâhiş ibrâz olundığından berü tarafdan dahi mu‘âmele-i hasmâne lâyık görülmeyerek netîce-i maslahata intizâren te`hîr kılınmışdı ve el-yevm manzûrunuz olan külliyetlü ‘askerimiz re`s-i hudûdda olub Revan ve Azerbaycan’ı gözlerine kesdirmüş ve ruhsatımıza muntazır olmuşlardır ve ‘aşîreteyn-i mezkûreteyn fi’l-asl Devlet-i ‘Aliyye teba‘asından olmak hasebiyle bir neferinden geçmez eğer maslahata muvâfık haberinüz gelmiş ise sözü kesin olmadığı hâlde beyhûde vakt giçirülmesün dinildükde öte tarafdan iki devlet dostluk esnâsında birbirine memleket bahş idebilür lakin bu ‘aşîretler Devlet-i İraniyye’nin kadîm re‘âyâsı ve ülkasında emlâk ve arâzî ve mesken tedârik itmiş teba‘ası oldıkları cümle ‘indinde müsellem iken bu ‘aşîretlerden Devlet-i ‘Aliyye arâzîsine firâr iden re‘âyâmızın bir neferinden Devlet-i İraniyye keff-i yed itmek ihtimâli yokdur ve bu iddi‘âda ısrârımuz tama‘a mebnî olmayub bunlar hem re‘âyâmız olmak cihetiyle isterüz ve hem aralık aralık berü tarafdan öte tarafa ve öte tarafdan berü tarafa nakl iderek ve paşalarınız sahâbet eyleyerek tarafeynde envâ‘-ı fesâd îkâ‘ıyla devleteyn-i ‘aliyyeteyn beyninde müstahkem olan silm ü safvet bi’l-ahare mübeddel-i küdûret olmasına bâ‘is ve bâdî oldıklarından def‘-i mazarrat zımnında taleb eylerüz Devlet-i İraniyye Devlet-i ‘Aliyye’nin bunca irâdesine mutâba‘at itmişken kendü il ve teba‘asını dahi terk itmek zıll-i ‘azîmdür ve ta‘vîk husûsunı kabûle me`zûniyetim olmayub bununla şu maslahat-ı hayriyyeyi ibtâl idersenüz dökülecek kanın vebâli size ‘â’iddür bundan sonra bu tarafda ikâmeti mûceb-i maslahat dahi kalmaz dimekle berü tarafdan pek güzel murâdullah böyle imiş lakin harbe sebebiyet yine sizin beyhûde ısrârınuz olmağla inşâallahu te‘âlâ gayretullah zuhûruyla ahz-ı intikâm olunacakdur ilçi beyin ifâdesi muhâribüz dimek olmağla artık âfâkî sohbete bakalum dinilerek tarafeyn ülkasının havâ ve mahsûlâtına dâ`ir ba‘zı sohbet esnâsında Mîrzâ Hâcı Emin ile Mîrzâ Ahmed kelâmı yine maslahat cânibine sevk idüb bizler iki devletin hayr-hâhı ve bende-i kemterleri olub lakin bizim sohbetlerimiz hüccet olmaz cenâb-ı ‘âlîniz ile ilçi han dinleyüb eğlenesüz bizler defterdâr efendi ile sohbet idelüm diyerek söze girüb böyle bir mikdâr evden ‘ibâret olan iki habîs ‘aşîretin ta‘vîk mâddesini ilçi han kabûl itmez ve redd mâddesini ser‘asker paşa kabûl buyurmaz bu cihetle tecdîd-i harb u kıtâl tahakkuk idecek ve netîcesi emr-i mechûl bir kötü mâdde tahaddüs eyleyecek iki murahhas bu bitmiş maslahat-ı hayriyyeyi şu ednâ şey içün kırmak hayr-hâhlıklarına münâfîdür ruhsat-ı kâmileleri üzre bu mâddenin bu vechle beynini bulsalar ki Sebikli ‘Aşîreti Devlet-i ‘Aliyye tarafında ve Haydaranlu ‘Aşîreti Devlet-i İraniyye cânibinde bırağılub ta‘vîk lafzı tayy u ilkâ ile Devlet-i İraniyye’nin hâtrına fi’l-cümle ri‘âyet bulunarak maslahat kat‘ ve musâlaha mün‘akid olsa yahşi olmaz mı didiklerinde ilçi-i mûmâ-ileyh ‘aşîret hakkında redden mâ‘adâ sûrete me`zûniyetim yokdur bilâ-mûceb te`hîrimiz tecvîz buyurulmasın ve tarafeyn maslahatına meşgûl olsun kader yerin bulsa gerekdür dimiş ise de Mîrzâ-yı mûmâ-ileyhimâ hele bu gice tarafeyn mülâhaza ile yarın cem‘ olalım dimelerüyle berü tarafdan üzerlerine varulmayarak def‘-i meclis olunmuşdı ferdâsı Salı günü yine ilçi-i mûmâ-ileyh celb ile berü tarafdan Osman Paşa hazretleri ve öte tarafdan Cafer Han Bey ‘ilâve olunarak defterdâr efendi ve Mîrzâ Hâcı Emin ve Mîrzâ Ahmed hâzır oldukları hâlde ‘akd-ı meclis olunub berü tarafdan Cafer Han Bey’e hitâb ile burdan gider iken maslahatın hitâmı haberiyle gelürüm musâlaha-i hayriyye biter dimişidinüz sözünüz gibi çıkmadı yoruldığınız ‘abes oldığından başka muhârebe maslahatının yigirmi gün kadar te`hîrine bâ‘is oldınuz dinildükde ilçi bey bu havâlîye göre mevsim-i muhârebe henüz geldi harb tûl vakte muhtâc olmayub tarafeyn ‘askeri hudûdlarda hâzır ve gâlibiyet ve mağlûbiyet bir günde belki bir sâ‘atde hâsıl olacağı zâhirdür ancak maslahat şereh-i ‘aceleden bi-hakkın iddi‘â eyledüğünüz şu illerin Devlet-i İraniyye’ye reddiyle maslahat-ı hayriyyeden olan musâlahayı ta‘cîl buyurmanuz yahşi şeydür dimekle berü tarafdan beyne’d-devleteyn husûl-ı silm u safvet husûsunda mesâ‘î-i hayr-hâhânemiz derkâr olub Devlet-i ‘Aliyye’nin bi-hakkın iddi‘â eyledüğü tazmîn-i mesârifât ve istirdâd-ı emvâl-ı mağsûbe mâddelerinden dahi sarf-ı nazar olunarak teshîl-i maslahat-ı hayriyyeye himmet olundı ve hüccâcınız hakkında dahi Surre-i Hümâyûn Emîni’nin nezâreti inzimâmiyle emr-i himâyetleri iltizâm kılındı lakin il mâddesi siz bizimdür deyü iddi‘â eyledüğünüz gibi biz dahi ‘âleme ma‘lûm oldığı üzre Devlet-i ‘Aliyye teba’asındandur bilürüz redd ve terk mümkün değildür dinildükde öte tarafdan zımân ve emvâl-i mağsûbe mâddelerinde müştereküz ve İran hüccâcının ezâ ve ızrârdan vikâyetine ibtidârunuz şurûtu icrâ ile devletinizin şânını sıyânetdür zîrâ her sene fermânlar virirsenüz nâfiz olmaz bunlar ile İran Devleti’ne imtinân olunamaz Devlet-i İraniyye bu kadar mâl sarfı ve ‘asker itlâfıyla aldığı kılâ‘ ve arâzîyi bîlâ-zarûretin Devlet-i ‘Aliyye’ye ‘ivazsuz redd ve teslîm ider iken imtinânı revâ görmüyorsuz ‘uhûd-ı kadîme ve şerâyit-i sâbıkanın ibkâsıyla sulha me`mûr iken Devlet-i ‘Aliyye toprağına geçen illerimüzün teslîmiyle redd karârı şurûtuna ri‘âyet itmeyüb beyhûde mücâdele ve ba’de’l-musâlaha kuyûdât tetebbu‘uyla müzâkereye ta‘lîk ideyorsunuz çünki böyledür biz dahi ‘ale’l-ıtlâk hudûdu kabûl itmeyüz anı dahi tahkîk ve temyîz ve tefrîk içün kuyûd tetebbu‘una ta‘lîk idesüz Nadir Şâh zamânında olan sulhda hudûd mâddesi Sultân Murad Han-ı Râbi‘ musâlahasına havâle olunmuş ve hudûdun tahkîk olunması tasrîh kılınmışdur ol vakt ise tahkîk-i hudûda zamân kalmayub ‘akîb-i sulhda Nadir Şâh’ın fevti ve Devlet-i İraniyye’de ihtilâl tekevvünü ile İran Devleti’nin ba‘zı kılâ‘ ve arâzîsi Devlet-i ‘Aliyye yedinde kaldığı ma‘lûm ise de şâh ve şehzâde hazretlerinin pâdişâh-ı Âl-i Osman hazretlerine kemâl-i hulûs ve muhabbetlerine binâ`en şimdiye kadar kâle alınmamışdur dimekle berü tarafdan bunlar ‘abes söz oluyor Devlet-i ‘Aliyye’nin arâzîsini redd müstelzim-i minnet olamaz mülk-i mevrûs-ı pâdişâhîdür Eleşgird hâlî ve Bayezid’de dahi iki yüz kadar âdeminiz olmağla ‘avn-i hakkla anları ele almak pek âsân iken mücerred Devlet-i İraniyye tarafından rağbet olunan musâlahanın netîcesine intizâr ile hasmâne mu‘âmele lâyık görülmemişidi ve Devlet-i ‘Aliyye’nin hudûd ve sınûr-ı kadîmesi cümle ‘indinde ma‘lûm olub şübhe olunacak ve evvel ve âhir tahkîke muhtâc olacak maslahat değildür şâh ve şehzâde hazretlerinin taraf-ı eşref-i hazret-i mülûkâneye hulûs ve muhabbetlerin îrâd ediyorsunuz hattâ şehzâde cenâbları Hicâbî Efendi’ye ben ‘amûca-i ekremimden Hoy ve Tebriz’i bile dirîğ itmem deyü şifâhen dahi ifâde itmişler idi Devlet-i ‘Aliyye teba‘asından olduğu güneş gibi âşikâr olan ‘aşîretlerin bî-vech iddi‘âsında bu derece ısrârınuz evvelki sözlere muhâlif olmuyor mu hâsılı şu ‘aşîretlerin redd ve teslîmi muhâldür bununla terk-i sulh idersenüz inşâallahu te‘âlâ Devlet-i ‘Aliyye hakkında gayretullah zuhûruyla mahz-ı hayr olacağında şübhe yokdur dinilmekle ilçi-i mûmâ-ileyh İran Devleti dahi teba‘asından olan illerin bir neferinden keff-i yed itmez bu sûretde beni murahhas idesüz yarın çıkarum dimekle siz bilürsünüz dinilerek iki taraf dahi sükût ile biraz vakt geçdükden sonra Mîrzâ Ahmed meclisden münfa‘ilâne ‘avdet ve Cafer Han ile Mîrzâ Hâcı Emin ilçiye yaklaşub hafî sohbete mübâderet idüb berü tarafdan dahi onlara nigâh olunmayarak âfâkî musâhabet esnâsında Cafer Han ilçinin yanından çekilüb ‘aşîret mâddesinde ilçi bey ta‘lîki kabûl itmez siz dahi reddi tecvîz itmezsünüz iki murahhas böyle ‘inâdlarında musırr olarak şu maslahat-ı hayriyyeyi fevt ideceksünüz bu makûle mevâdd-ı cesîmede bir mâdde-i cüz’iyeyi devletlerine kabûl itdiremeyecek zâtları devletleri murahhas itmez şu ‘aşîret mâddesinde ta‘vîk olmamak ve redd bulunmamak üzre ben ilçi beye bir sûret-i ifâde eyledüm ve kabûl itdirdüm muvâfakat buyurmaz isenüz bundan ötesi yokdur deyü Hâcı Mîrzâ ile berâber bu ‘aşîretlerden el-yevm Devlet-i ‘Aliyye toprağında sâkin bulunanlar yine sâkin olsunlar redd ve teslîm olunmasun lakin bunlar turmaz ihtiyârlarıyla giçerler ise Devlet-i ‘Aliyye bunlara sahâbet ve men‘ itmesün dimeleriyle bunların üzerine tarafeynden vâfir sohbet güzerân idüb ilçi-i mûmâ-ileyh gûyâ yine pek de rızâ göstermeyerek bunların iki devletin arasına bürûdet ilkâsına sebeb olmuşlardur yine tek turmazlar İran hudûduna hasâret iderler bizim murâdımuz beyne’d-devleteyn hâsıl olacak musâfâtın devâmıdur dimekle berü tarafdan Devlet-i ‘Aliyye anların muhâfazasına himmet ider hilâf-ı şart İran cânibine anlardan tecâvüz ve hasâret olmaz dinilince ilçi-i mûmâ-ileyh yigirmi seneden berü bilürüz kankı şart icrâ oluyor diyerek tüccâr ve hüccâcları ve firârî tesâhubu sohbetlerini açub bu tarafdan dahi iktizâsına göre mukâbele olunarak biraz dahi kîl u kâlden sonra nihâyetü’l-emr ‘aşâyir-i merkûmeden el-yevm Devlet-i ‘Aliyye toprağında bulunanlar bu tarafda oldukca İran hudûduna tecâvüz ve hasâret iderler ise men‘ ve terbiyelerine serhaddât-ı Devlet-i ‘Aliyye me`mûrları taraflarından dikkat olunub eğer tecâvüzî hareketden ferâgat itmez ve serhaddât me’mûrları tarafından takayyüd olunamaz ise ba‘de-ezîn tesâhublarından keff-i yed olunmak ve eğer kendü rızâ ve ihtiyârlarıyla yine İran ülkasına geçerler ise Devlet-i ‘Aliyye bunları men‘ itmeyüb ve ol tarafa geçdükden sonra tekrar Devlet-i ‘Aliyye toprağına giçerler ise kat‘en tesâhub ve kabûl olunmamak ve eğer bunlar İran tarafına geçüb Devlet-i ‘Aliyye hudûduna tecâvüz ve hasâret iderler ise Devlet-i İraniyye serhaddâtı zâbitânı dahi men‘-i tecâvüz ve tasallutlarına dikkat eylemek üzre karâr virildikden sonra ilçi-i mûmâ-ileyh sohbeti tüccârlar hakkında gümrük mâddesi Efrenc devletleri gümrüğüne kıyâs olunması ve emvâl-i müteveffâ beytü’l-mâlcılar yedinde telef olduğı ifâdesiyle ‘aynen hıfz kılınması ve tarafeyne geçmiş olanların ‘afv-ı seyyi’âtları mâddelerine ve sâ`ire tahvîl itmekle berü tarafdan siz İslâm’dansınuz Frenk devletlerini kıyâs münâsib değildür ve maslahat-ı dâhiliyyemize muzırrdur dinilerek bunun üzerine söz çok uzamayub mevâdd-ı merkûmeye dahi temessükde münderic ve mezkûr olduğı üzre faysal virilerek tarafeyn mübâdele olunacak temessükleri terkîm ile mukâbele ve mübâdele olunmak üzre meclise hitâm virilmişdür emr ü fermân hazret-i men-lehü’l-emrindir

EK II: Meclis-i Mükâleme Mazbatasının Belgesi[30]

* Bu çalışma, yazarın doktora tezi içerisinde yer alan bilgilerden istifade edilmek suretiyle daha evvel ilgili tezde değinilmiş hususlara, orijinal belge transkripsiyonu kullanılarak temas etmektedir.
Makalenin kaleme alınması için teşvikkâr olup metnin mukabelesinde yardımlarını gördüğüm kıymetli dostum ve meslektaşım Erkan Kırın’a müteşekkirim.
Bu makale Creative Commons Atıf-GayriTicari 4.0 Uluslararası Lisans (CC BY-NC) ile lisanslanmıştır.

Kaynaklar

  • Arşiv Kaynakları
  • Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi (BOA),
  • Hatt-ı Hümayun (HAT): 4/15; 769/37173; 1316/51290-D; 793/36838-J; 795/36871; 798/37016; 1315/51273.
  • Araştırma ve İnceleme Eserler
  • Ahmed Cevdet, Tarih-i Cevdet, C X-XII, Matbaa-i Osmaniyye, Dersaadet 1301.
  • Azap, Eralp Yaşar, “1820-1823 Osmanlı-İran Savaşında Ortaya Çıkan Salgın ve Bu Salgının Savaşa Etkisi”, Hazine-i Evrak Arşiv ve Tarih Araştırmaları Dergisi, C 2, S. 2, 2020, s. 81-94.
  • Azap, Eralp Yaşar, Şah Mat: 1820-1823 Osmanlı-İran Savaşı (Siyaset-Harekât-Lojistik/Organizasyon), Ötüken Neşriyat, İstanbul 2023.
  • Azap, Eralp Yaşar, “I. Erzurum Antlaşması Metninde Yapılan Tahrifat ve Antlaşmanın Uygulanmasında Yarattığı Sorunlar”, Tarih Dergisi, S. 77, 2022, s. 213-257.
  • Doğan, Mehmet, Mehmet Emin Rauf Paşa (1780-1860), Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara 2019.
  • Kalantari, Yahya, Feth Ali Şah Zamanında Osmanlı-İran Münasebetleri (1797-1834), İstanbul Üniversitesi, Son Çağ Tarihi Kürsüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 1976.
  • Mirza Salih, Golamhoseyn, Esnad-ı Resmi der Revabıt-ı Siyasi-i İran ba İngilis ve Rus ve Osmani, Cild-i Evvel, Neşr-i Tarih-i İran, Tahran 1365.
  • Sahhâflar Şeyhi-zâde Seyyid Mehmed Esad Efendi, Vak’anüvis Es’ad Efendi Tarihi (Bâhir Efendi’nin Zeyl ve İlâveleriyle 1237/1241 / 1821-1826), haz. Ziya Yılmazer, OSAV, İstanbul 2000.
  • Sepehr, Muhammed Taki, Nasihü’t-Tevarih Tarih-i Kacariye ez Agaz ta Payan-ı Saltanat-ı Feth Ali Şah, Cild-i Evvel, Tahran 1377.
  • Soofizadeh, Abdolvahid, “I. ve II. Erzurum Antlaşmasının Siyasi Açıdan Değerlendirilmesi”, Tarih Araştırmaları Dergisi, C 32, S. 54, 2013, 183-194.
  • Uluerler, Sıtkı, Osmanlı-İran Sınır ve Aşiret (1800-1854), Sonçağ Yayıncılık, Ankara 2015.
  • Uluerler, Sıtkı, “Osmanlı-İran Siyasi İlişkilerinde İran Şehzadesi Abbas Mirza’nın Rolü (1800- 1833)”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C 22, S. 2, 2012, s. 308-319.

Dipnotlar

  1. Eralp Yaşar Azap, “I. Erzurum Antlaşması Metninde Yapılan Tahrifat ve Antlaşmanın Uygulanmasında Yarattığı Sorunlar”, Tarih Dergisi, S. 77, 2022, s. 217; Antlaşmanın transkripsiyon ve değerlendirmesi için bk. Abdolvahid Soofizadeh, “I. ve II. Erzurum Antlaşmalarının Siyasi Açıdan Değerlendirilmesi”, Tarih Araştırmaları Dergisi, C 32, S. 54, 2013, s. 183-194.
  2. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi (BOA), Hatt-ı Hümayun (HAT), 825/37404-N.
  3. Sahhâflar Şeyhi-zâde Seyyid Mehmed Esad Efendi, Vak’anüvis Es’ad Efendi Tarihi (Bâhir Efendi’nin Zeyl ve İlâveleriyle 1237/1241 / 1821-1826), haz. Ziya Yılmazer, OSAV, İstanbul 2000, s. 233; Muhammed Taki Sepehr, Nasihü’t-Tevarih Tarih-i Kacariye ez Agaz ta Payan-ı Saltanat-ı Feth Ali Şah, Cild-i Evvel, Tahran 1377, s. 348.
  4. Sıtkı Uluerler, “Osmanlı-İran Siyasi İlişkilerinde İran Şehzadesi Abbas Mirza’nın Rolü (1800-1833)”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C 22, S. 2, 2012, s. 314; Sıtkı Uluerler, Osmanlı-İran Sınır ve Aşiret (1800-1854), Sonçağ Yayıncılık, Ankara 2015, s. 68.
  5. BOA, HAT, 4/15. Savaşla ilgili ayrıntılı bilgi için bk. Eralp Yaşar Azap, Şah Mat: 1820-1823 Osmanlı-İran Savaşı (Siyaset-Harekât-Lojistik/Organizasyon), Ötüken Neşriyat, İstanbul 2023.
  6. BOA, HAT, 769/37173.
  7. Ahmed Cevdet, Tarih-i Cevdet, C X, Matbaa-i Osmaniyye, Dersaadet 1301, s. 32-33.
  8. Yahya Kalantari, Feth Ali Şah Zamanında Osmanlı-İran Münasebetleri (1797-1834), İstanbul Üniversitesi, Son Çağ Tarihi Kürsüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 1976, s. 148.
  9. Azap, age., s. 288-289.
  10. Uluerler, age., s. 67.
  11. Eralp Yaşar Azap, “1820-1823 Osmanlı-İran Savaşında Ortaya Çıkan Salgın ve Bu Salgının Savaşa Etkisi”, Hazine-i Evrak Arşiv ve Tarih Araştırmaları Dergisi, C 2, S. 2, 2020, s. 91.
  12. Esad Efendi, age., s. 228.
  13. Ahmed Cevdet, age., C XII, s. 13.
  14. BOA, HAT, 1316/51290-D.
  15. Golamhoseyn Mirza Salih, Esnad-ı Resmi der Revabıt-ı Siyasi-i İran ba İngilis ve Rus ve Osmani, Cild-i Evvel, Neşr-i Tarih-i İran, Tahran 1365, s. 247.
  16. BOA, HAT, 793/36838-J.
  17. Kalantari, agt., s. 157-158.
  18. BOA, HAT, 795/36871.
  19. BOA, HAT, 795/36871.
  20. Esad Efendi, age., s. 229; BOA, HAT, 798/37016.
  21. Esad Efendi, age., s. 229.
  22. Esad Efendi, age., s. 229.
  23. Esad Efendi, age., s. 230.
  24. Mehmet Doğan, Mehmet Emin Rauf Paşa (1780-1860), Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara 2019, s. 99.
  25. Esad Efendi, age., s. 231.
  26. BOA, HAT, 1315/51273.
  27. BOA, HAT, 1315/51273.
  28. BOA, HAT, 1315/51273.
  29. BOA, HAT, 1315/51273.
  30. BOA, HAT, 1315/51273.

Şekil ve Tablolar