Giriş
“Şark Meselesi” olarak adlandırılan ve Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan kurulmasını ön gören proje Anadolu’da yaşayan Ermeni halkından neşet etmemiştir. Başlangıçta İngiltere ve Rusya’nın teşvikleriyle yürütülen[1] bu proje, o zamana kadar asayiş içinde yaşayan ve yüzyıllardır yapageldikleri işleriyle meşgul olan Ermeniler ve tâbi oldukları Osmanlı Devleti açısında bir dönüm noktası olmuştur.
Buna rağmen 1877-1878 Osmanlı-Rus harbine kadar Devlet ciddi bir Ermeni sıkıntısı ile karşılaşmamıştı. Bu savaştan sonra yapılan Ayastefanos ve Berlin antlaşmaları Ermeni meselesinin ortaya çıkması açısından kritik tarihtir. Bu durum Rusya’nın da bastırmasıyla uluslararası bir boyut kazanmıştır. Ermeni kilisesi de Ermeni milliyetçiliğinin oluşturulmasında birinci derecede rol oynamıştır. Artık bu süreçten sonra Batılı devletlerin Osmanlı ülkesinin iç işlerine karışmasında en önemli bahane Ermeni meselesidir. Bu doğrultuda doğu vilayetlerinde Ermenilerle ilgili reformlar ön gören Berlin Antlaşmasının 61. maddesi bir türlü uygulama alanına konulmamıştır. Bunun nedeni Sultan II. Abdülhamid’in bu reformların uygulanması hâlinde Doğuda bağımsız bir Ermenistan kurulacağı endişesidir. Bundan dolayı Sultan II. Abdülhamid 33 yıllık iktidarında bu reformları uygulamak yerine kendi projelerini hayata geçirmiştir.[2]
1891 yılında kurulan Hamidiye Alayları bu projeler kapsamında yer alır. Alaylar, doğu vilayetlerinde, batılı devletlerin uygulamakta ısrar ettikleri Ermenilerle ilgili reformları uygulatmamak ve en azından geciktirmek ve Ermenilerin çıkaracağı her türlü olaylara zamanında müdahale etmek amaçlarıyla tesis edilmiştir.[3] Kürtlerden oluşan ve devlet desteğini de arkasına alan bu alaylar ilk başlarda yararlılıklar göstermişlerdir. Fakat kendilerine sağlanan avantajları sonuna kadar kullanmaları ve bölgede sert bir otoriteye dönüşmeleri, ülke içinde sorunların çıkmaya başlamasına sebebiyet vermiştir.[4]
Bu durum Ermenilerin Sultan II. Abdülhamid’e cephe almasına ve Sultan aleyhtarları ile yakınlaşarak onlarla birlikte işbirliği yapmalarına neden olmuştur. Bu anlamda Ermenilerin iş birliği yaptığı gruplardan birisi de İttihat ve Terakki Cemiyetidir.[5]
II. Meşrutiyetle birlikte artık ihtilalci Ermeni Hınçak ve Taşnak Cemiyetleri de ihtilalci faaliyetlerinden vazgeçtiklerini belirtiyorlardı.[6] Fakat bu sadece görünüşteydir. Çünkü Ermeniler Meşrutiyeti bağımsız Ermenistan’a ulaşmak için bir atlama taşı olarak görüyorlardı.[7]
Ermeniler ilk başlarda böyle bir ortamdan istifade ederek emelleri doğrultusunda, bölgedeki nüfuzlu Kürtler aleyhine iftira ve karalama kampanyalarına başlamışlardı.[8] Bu doğrultuda Kürt aşiretleri tarafından baskıya uğradıklarını, kendilerine karşı gasp ve cinayetlerin gerçekleştiğini, kız kaçırma, tecavüz ve “ihtida” denen ve aslında yüzyıllar boyu gönüllü din değiştirme anlamına gelen, o dönemde zorla din değiştirmeyi ifadede kullanılan kavramla anlatılan sorunları gündeme taşımışlardır.[9] Doğu vilayetleri ile ilgili bu şikâyetler Patrikhane ve Rusya sefiri tarafından Osmanlı Hükümeti’ne iletilmiştir. Bu şikâyetlerden en önemlisi Ermeni mebusları tarafından hazırlanarak hükümete sunulan 9 Aralık 1911 tarihli muhtıradır. Söz konusu şikâyetlere karşı devlet bölgeye müfettişler göndererek malumat alma yoluna gitmiştir. Bunun yanında bölge halkından olan eşraf da merkeze lâyihalar ileterek durum hakkında bilgilendirmelerde bulunmuştur. Bu lâyihalardan bir tanesi de Diyarbakır ahalisinden ve Mülkiye Kaymakamlığımdan emekli olan Cizrelizâde Raif Efendi’nin lâyihasıdır. Türk Tarih Kurumu Kütüphanesinde bulunan şapigraf usulüyle basılmış ve okunaklı bir rik’ayla yazılmış bu lâyiha 9 Kânûnisânî 1327 tarihini taşımaktadır.[10]
Cizrelizâde Râif Efendi’nin Sadârete Sunduğu Lâyiha
Lâyihanın yazılış amacı İstanbul mebusu Kirkor Zöhrab Efendi’nin[11] Doğu vilayetlerinde yaşayan Ermenilerin mal ve can ile namuslarının emniyette olmadığına dair kaleme alınıp Meclis-i Hass-ı Vükelâda ele alınmak üzere sadaret makamına ilettiği maruzattır. Kirkor Zöhrab Efendi sadarete sunduğu lâyihasında sözde birtakım şahitler ve sözlü delillerle bölgedeki Ermeni nüfusun namusuna saldırıların olduğu, zorla ihtidaların gerçekleştirildiği, Ermenilerin mal ve arazilerinin gasp edilmekte olduğu, büyük cinayetlerin vuku bulduğu bilgileri yer almaktadır. Bunun yanında kilise ve manastırlar ile Ermenilere ait mektep ve diğer müesseselere bağlı vakıf gelirlerine kanun tanımaz saldırılar olduğu ifade edilmektedir.
Râif Efendinin bu lâyihaya cevap vermesinin en önemli sebeplerinden biri lâyihada suçlamalara konu olan vilayetlerin mebuslarının duruma sessiz kalmasıdır. Râif Efendi her ne kadar “tensik” esnasında emekli edilse de hükümet iradesi ile kırk sene memleketin her kısmında ve özellikle de Diyarbakır, Mamûretü’l-Aziz ve Bitlis vilayetlerinde birçok vakitler bulunmuş olmakla mevcut durumun ruhunu kavramış olduğundan bu maruzaya karşı kendinde bir cevap yazma yetkinliği görmüştür.
Râif Efendi, Kirkor Efendi tarafından verilen maruza tarafsız bir kaynaktan gelmediği için onun bir şikâyetname tarzında ele alınmasının hukukî açıdan mümkün olamayacağını belirtmektedir. Bu sebeple meselenin taralarının bütünüyle dinlenilmesi ve buna göre hareket edilmesi gerektiğini dile getirmektedir.[12]
Belgede Cizrelizâde, Ermeni iddialarını yalanlamakta ve bölgenin Müslüman ahalisine yöneltilen suçlamalara cevap vermektedir. Yine de örgütlü olmayan, eskiden beri iki halk arasında süregelen birtakım kavgaların ve bunun sonucunda bazı öldürme olaylarının vuku bulduğunu da kaydetmektedir. Fakat onu bu lâyihayı yazmaya asıl itibariyle yönelten sebep, bu kavgalarda Kürt ve Müslim ahalinin bizzat Osmanlı mahkemelerince şiddetle cezalandırılmalarına karşın Ermenilerin bunu görmezden gelmeleridir. Dolayısıyla bu belge Doğu bölgeleriyle ilgili Ermeni iddialarının bizzat yörenin bir mensubu tarafından sivil bir girişimle reddiyesi olarak görülebilir. Cizrelizâde yörede memuriyet yaparak emekli olduğu için olaylara hâkim görünmektedir. Ayrıca kullandığı fıkhî-hukukî terimlere bakılırsa iyi bir tahsil gördüğü de anlaşılmaktadır. TTK Kütüphanesine bağışlanmış Osman Ferid Sağlam koleksiyonunda bulunan bu belge bütünüyle ve tıpkıbasımıyla bugüne kadar hiç yayınlanmamıştır. Yalnız belgeden yararlanıldığını da belirtmeliyiz.[13] Bu güne kadar tam metin olarak neşredilmemesi sebebiyle belgenin bütünün çeviriyazı metnini ve tıpkıbasımını vermek, konuyla ilgili araştırmalara ışık tutması açısından faydalı olacaktır.
***
Çeviriyazı işleminde Türk Tarih Kurumu web sitesinde yayınlanan “Çeviriyazı Kuralları” yönergesine uyulmuştur. Metinde geçen ve genel sözlüklerde geçmeyen bazı kelimeler ve özel isimler de dipnotlarda açıklanmıştır. Dipnotlarda işaret edilen ansiklopedi maddelerine bibliyografyada yer verilmemiştir.
Belgenin Çeviriyazısı
(1) Bih
Huzûr-ı Sâmî-i Sadâret-penâhîye[14]
Ma‘rûz-ı çâker-kemîneleridir.
Şarkî Anadolu vilâyâtı ıslāhâtına dâ’ir İstanbul meb‘ûsu Kirkor Zöhrab Efendi imzâsıyla kaleme alınıp Meclis-i Hâss-ı Vükelâda tezekkür olunmak üzere huzûr-i sâmî-i Sadâret-penâhîlerine takdîm kılındığı haber alınan lâyihanın nüsah-ı matbû‘a-i müvezzi‘asından Diyârbekr’e vürûd eden nüshası nazar-ı hayretle mütâla‘a-güzâr-ı kemterânem oldu.
Lâyiha-i mezbûrenin mukaddimâtında vilâyât-i mezkûrede sâkin Ermenilerin gûyâ emniyet-i mâl ü cân ve nâmûs gibi hukūk-i esâsîleri muhâfaza edilmemekte olduğuna dâir ‘Osmânlı bir meb‘ûs sıfatıyla bir da‘vâ vekîli lisânıyla bast u temhîd edilen ve kısmen hükûmet-i mahalliyye ve merkeziyyeye menût, müşâr olan ahvâl-i garâ’ib-iştimâl-i iştikâyiyeyi vâki‘ gibi bir tarzda tasvîre ve yalnız ta‘bîrât-ı lafziyye i‘tibâriyle birtakım şevâhid ve delâ’il-i kavliyye der-meyânıyla efkâr-ı hükûmeti iknâ‘ ve tedvîre çalışılan katl-i ‘âmlar, nâmûsa ta‘arruzlar, cebren ihtidâlar, emvâl ve ‘arâzîye müte‘allik gasblar misillü cinâyât-ı ‘azîme ile kilise ve manâstırlara ve mekâtib ve müessesât-ı mezhebiyyeye merbût ‘akārâta Evkāf Nezâretince müdâhale”ye ‘â’id kānûn-şikenâne mu‘âmelelerden bahsile Bâb-ı ‘Âlî ve Şûrâ-yı Devlet ‘aleyhinde ‘itâb-engîz ve tehdîd-âmîz bir sûrette beyân ve iddi‘âdan sonra o dertlere çâre-sâz-ı merhem-i iltiyâm olmak üzere bu noktadan sâha-i ıslāhâta şitâb ile vâkıfâne bir zemînde mevzû‘-i bahs edilen mütâla‘ât-ı ıslāhiyye şâyân-ı te’emmül ve muhtâc-ı redd ü tenkîd görüldüğü hâlde lâyiha-i mezkûreye karşı vilâyât-ı mezbûre meb‘ûslarımızın müdâfa‘a-nâmelerine tesâdüf olunamaması Meclis-i Meb‘ûsânın birtakım ihtirâmât-ı nefsâniyyeye mağlûben efkâr-ı selîme-i milliyeyi parçalayan ve bilâhare Meclisin feshini istilzâm ettiren fırkaların mücâdelât ve münâkaşât-ı şahsiyyeleri hengâmında böyle hâlet-i rûhiyye-i milliyye ve mülkiyyeyi sarsacak mesâ’il hakkında meb‘ûslarımızın isti‘âb-ı fikr edebilmek zamân ve imkânı müsâ‘id olamadığından neş’et ettiğine kāni‘ olmaktayım.
Anın içindir ki ‘âcizleri her ne kadar esnâ-yı tensîkte üç yüz elli lira râddesinde tazmînât-ı nakdiyye almakla hizmet-i hükûmetten çekilmiş ve memleketçe de kesîrü’l-‘alâka zevâttan bulunmamış isem de lâkin hamiyyet-i dîniyye ve vataniyyece en büyük bir ‘alâka sâhibi olduğuma ve ma‘a-hâzâ şu‘abât-ı idâre-i hükûmetin kırk sene müddet her kısmında ve ‘ale’lhusûs Diyârbekr ve Ma‘mûretü’l-‘Azîz ve Bitlîs vilâyetlerinde birçok vakitler bulunmakla da ahvâl-i rûhiyye-i memlekete yakından vukūf hâsıl etmiş bulunduğuma mebnî lâyiha-i mezbûrede nihâde-i mevki‘-i bess ü şekvâ olan cihetleri ve devletimizin siyâset-i dâhiliyye ve hâriciyyesiyle kābil-i te’lîf ve tevfîk olamayan fıkraları tahlîlen vârid-i hâtır-ı ‘âcizânem olan ba‘zı mütâla‘ât ve beyânât-ı muhikkanın Zât-ı sâmî-i Sadâret-penâhîlerine karşı ‘umûm ‘Osmânlıların beslemekte oldukları ta‘zîmât-ı itîmâd-âyât-ı hissiyât-kârâneye mağrûren nazar-gâh-ı hakāyık-ı iktinâh-ı vekâlet-penâhîlerine ‘arzını bir vecîbe-i vicdâniyye addeylerim.
Mâ‘lûm-ı sâmî-i fahîmâneleridir ki lâyiha-i mezbûre bî-taraf bir fikir ve menba‘dan sudûr etmediği cihetle hukūkiyyûn nazarında bunun bir şikâyet-nâme tarzında telakkîsi kavâ‘id-i umûmiyye îcâbından olmasına ve şu hâlde müdde‘â-‘aleyh veyâ müştekâ-‘anh olan diğer tarafın da müdâfa‘ât-ı makūle ve makbûlesi diñleşilmedikçe bu bâbda verilecek hükm ve karârda hakîkat-i hâli tecellî ettirecek isâbet-i ictihâdiyye tasavvuru mümkin olamayacağına göre meb‘ûs-ı mûmâ-ileyhin vilâyât-ı mezkûrede mukîm Ermenilerden taraf-ı şikâyet ve iddi‘â ettiği şeyler bir taleb-i hakk olmak i‘tibâriyle nasıl ki şâyân-ı istimâ‘ ise ona karşı vâki‘ olan müdâfa‘ât-ı muhikka-i cevâbiyyenin de kābil-i kabûl ve istimâ‘ olması tabî‘î ve zarûrîdir.
(2) Lâyiha-i mezbûrede Ermeniler hakkında vukū‘u ta‘dâd edilen ve velvele-endâz-ı şikâyet derecesinde gösterilen mezâlimin hiçbirisi ne devr-i sâbıkda ve ne de i‘lân-ı Meşrûtiyetten sonra bu havâlîde ya‘nî gerek Diyârbekr ve gerekse Ma‘mûretü’l-‘Azîz ve Bitlîs ve Van ve Erzurum vilâyetlerinde kat‘iyyen görülüp işitilmemiştir. İdâre-i meşrûta îcâbınca ahâlî-i İslâmiyye ile Ermeni ve ‘anâsır-ı sâ’ire-i muhtelife meyânında hiss-i imtizâc ve meveddet-i vataniyye mevcûd ve âsâyiş-i mahalliyye de sâbıka nisbetle ber-kemâl olup herkes kâr u kesbiyle iştigāl ve yek-dîğerin hukūkuna tecâvüz ve ta‘arruzdan ictinâb etmekte ve sükûn-perver bir hâlde yaşamakta ve hattâ me’mûriyyet-i mülkiyye ve ‘adliyye ve ‘askeriyyede vazîfe-i me’mûrelerini anların bir gûne sızıltısına meydân kalmamak üzere dâ’imâ ‘anâsır-ı muhtelifeye müsâ‘id ve meyyâl bir sûrette îfâ eylemekte ve ‘anâsır-ı İslâmiyyeye mensûb ahâlîde ‘anâsır-ı muhtelifeden mürekkeb olan vatandaşlarını hükûmete ve gidenlere ısındırmak ikr-i selîmiyle me’mûrîn-i hükümetin bu bâbdaki programına vüs‘at-i mizâc göstermekte oldukları muhakkak ve şu vaz‘iyet-i hâzıranın mâhiyeti de birtakım delâ’il-i âtiyye ve vesâ’ik-i târîhiyye ile musaddaktır. Fakat şurası da te’emmül buyurulsun ki Ermenilerden vatan ve milleti sevmeyen ba‘zı kimseler öteden beri ‘anâsır-ı muhtelife beynine tefrika düşürmek için bu vilâyetleri geşt ü güzâr ile tesâdüf ettikleri cerâ’im-i ‘âdiyye-i şahsiyyeyi yaygara ile ehemmiyetlendirmek ve efkâr-ı milliyyeye sû’-i sirâyet ve tefehhümle habbeyi kubbe yapmak ve husûsiyyeti dâi’mâ umûmiyyet şeklinde göstermek ve onu bir vesîle-i şikâyet ‘addetmek gibi bir fikir ve i‘tiyâd beslemekte ve yalan yanlış birtakım vukū‘âtı patrik-hânelere kadar aks ettirmekte oldukları da gayr-i münker ahvâlden ve meb‘ûs-ı mûmâ-ileyhin ahz ü telakkî edip sıhhate kāni’ ve lâyihasına derc etmeye kā’il olduğu şikâyât ve ma‘lûmât-ı gayr-i sahîha da hep o gibi menâbi‘de tereşşuh ettiğini te’mîn ve isbât edecek midir?
Gerçi devr-i sâbıkta Diyârbekr vilâyetince Siverek sancağının Millî ve Karakeçi Deyr-i Zôr sancağının Şemr ve Gazer[15] ve Mardin sancağının Cizre ve Nusaybin ve Midyât kazâlarında Mîrân ve Tayy ve Hevirki ve Dekşuri ‘aşîretlerinin ara ara eksik olmayan vukū‘âtı ‘aşâ’ir-i Ekrâd ve kabâ’il-i ‘Urbân’ın yek-dîgeri meyânlarında mütehaddis olup bunda Ermenileri veya ‘anâsır-ı muhtelifeyi mutazarrır edecek hîçbir hâl ve hareket-i gayr-i cârî ve Ma‘mûretü’l-‘Azîz vilâyetince de menâat-i mevki‘iyyeleri îcâbı Dersim ‘aşâ’ir-i vahşiyyesinin ba‘zı sarkıntılıkları da vilâyet-i mezkûrenin Çarsancak ve Çemişgezek ve Erzurum vilâyetinin Kiğı kazâlarına sârî ve Bitlîs vilâyetinde Mutkî ve Malazgird kazâlarıyla Si‘ird sancağının Eruh ve Garzan kazâları ‘aşâ‘ir-i Ekrâdının vahşet ve tecâvüzâtı da yek-dîğere münhasır ve târî olup yalnız Muş sancağının Talurî nâhiye sınır civârını ve ekseriyâ Talurî’de tahaşşüd eden birtakım Ermeni eşkıyâsının öteye beriye tecâvüzâtı ba‘zı cerâ’im-i şahsiyyenin vukū‘a gelmesine sebebiyyet vermekte idüği gibi Van ve Erzurum cihetlerindeki ‘aşâ’ir-i muhtelifenin cerâ’im-i şahsiyyeleri de beyne’l-‘aşâ’ir yek-dîgere şâmil bir sûrette ‘umûmiyyet tarzından ‘ârî idiyse de vaktâ ki Meşrûtiyyet-i idâre i‘lân edildi; Diyârbekr’ce Millî ‘aşîreti rü’esâsı devletçe kuvve-i askeriye ile tenkîl ve rü’esâdan bir kısmı derdest ü tevkîf ve hafîf süvârî alaylarına mensûb olan ümerâ ve zâbitândan bir kısmının rütbeleri bile ref‘ edilmek sûretiyle ‘inde’l-muhâkeme tecziye edildiği gibi Mîrân ‘aşîreti re’îsi ile sâ’ir rü’esâ-yı ‘aşâ’ir merkez-i vilâyete celb ve tevkîf ve ahâlî-i İslâmiyyeden zuhûr eden da‘vâcılar ile Diyârbekr cinâyet mahkemesinde bi’l-muhâkeme muhtelif cezâlarla mahkûm edilmiş ve Midyât ve Nusaybin kazâlarınca da cerâ’im-i ‘âdiyye-i şahsiyye sûretiyle yine ‘anâsır-ı Müslimeye mensûb ‘aşâ’ir beyninde îkā‘ edilen cürmlerden dolayı ‘aşâ’ir-i rü’esâ ve ağavâtın ekserîsi muhâkemeten dûçâr-ı mücâzât olmuşlardır. ‘Anâsır-ı Gayr-i Müslimeye bir gûne dahl ü ta‘alluku olmayan şu de‘âvî-i cezâ’iyyede bile tertîb-i hükm ü cezâ husûsunda me’mûriyyet-i mülkiyye ve ‘adliyye ve ‘askeriyye taralarından bir gûne eser-i müsâmaha gösterilmediği ve şu kadar ki Dersim ‘aşâ’iri rü’esâ-yı Ekrâdından olup Ma‘mûretü’l-‘Azîz vilâyetince kuvve-i askeriyye ile derdest ü tevkif edilen kırk-elli kadar eşirrânın her ne kadar Sadr-ı sâbık Hakkı Paşa Hazretlerinin Dâhiliye Nezâreti esnâsında ve Meşrûtiyyetin bidâyet-i i‘lânı sıralarında işe ve mu‘âmelât-ı sâbıkaya vukūfsuzluktan nâşî tahliye-i sebîllerine emir verilmiş ise de ahîren sevk edilen ve mûmâ-ileyh Zöhrab Efendi’nin mezkûr lâyihasında ciddiyyete kā’il olmamakla muvâza‘a tarzında gösterilen sevkiyât-ı ‘askeriyye ile birtakım cerâ’im-i şahsiyye maznûnu olan rü’esâ-yı Ekrâd ikinci defa derdest olunmuşlardır ki (3) bunların müdde‘î-i şahsiyyeleri tarafından değil hükûmet-i ‘adliyyece haklarında icrâ kılınan ta‘kîbât-ı ciddiyye-i kānûniyyede nakl-i da‘vâ sûretiyle Diyârbekr cinâyet mahkemesinde istihsâl-i netâyic eyleyerek eşhâs-ı merkūmenin mahkûmiyetleri cihetine gidilmiş idüği her üç mâhda bir def‘a Nezâret-i Adliyyeye gönderilmekte bulunan vukū‘ât cedvelleri mündericâtı, mahkeme-i temyîzin sicillâtı ile sâbittir. Bitlîs vilâyetinde ise bidâyet-i Meşrûtiyette Ma‘mûretü’l-‘Azîzli Süleymân Fâ’ik Efendi’nin Si‘ird mutasarrılığı ve müte‘âkıben Bitlîs vâlî vekâleti zamânlarında o havâlî ‘aşâ’ir-i Ekrâdı rü’esâsı kâmilen hükûmete celb ve lisân-ı münâsible idâre-i Meşrûtanın muhassenât ve îcâbât-ı ittihâdiyye ve i’tilâfiyyesini onlara telkîn ile devr-i sâbıktaki cerâ’im-i şahsiyyeye âid hukūk-ı ‘umûmiyye da‘vâlarının mu‘âfiyet-i kānûniyyeye uğradığından bahsile hukūk-ı şahsiyye cihetinin de umûr-ı ‘aşâ’ire tevfîkan fasl u hall edilmiş ve Diyârbekr ve Ma‘mûretü’l-‘Azîz ve Bitlîs vilâyetlerince ‘anâsır-ı muhtelifeden mürekkeb olan ahâlî suver-i ma‘rûza ile ve Erzurum, Van vilâyetlerinin ekseriyetle Hamîdiyye Hafîf Süvârî Alaylarını terkîb eden akvâm ve ‘aşâ’iri de teşkilât-ı ‘askeriyyeye tâbi‘ tutulmak ve cerâ’im-i şahsiyye da‘vâlarında mehâkim-i ‘âidesince ta‘kîbât-ı kānûniyyeye rabt edilmekle ni‘met-i Meşrûtiyyetten müstefîd edilmişlerdir. Bugünki günde vilâyât-i mezbûre habs-hânelerinde mahkûm ve mevkūf bulunan eşhâsın kuyûd-ı resmiyye ve istatistiklere müstenid olan mikdâr-ı ‘umûmîsi tedkîk buyurulursa yüz neferde ancak on kişi Gayr-i Müslim ashâb-ı cerâ’imden ve küsûr doksan kişi de ahâlî-i Müslimeden ve bunların da‘vâcıları da yine ‘anâsır-ı Müslimeden olduğu resmen tezâhür ve tahakkuk eder ki lâyiha-i mezbûrede İslâm mütegallibesini himâyeten cezâsız bırakmak ve Ermenileri en şedîd cezâlarla mahkûm etmekle ezmek ve vilâyât-ı mezkûreyi Ermenilerden tahliye eylemek fikriyle Bâb-ı ‘Âlî’ce ve taşra me’mûrîn-i mülkiyye ve ‘askeriyye ve ‘adliyyesince ta‘kîb edilmekte idüği, gösterilen düstûr-ı hareket cümlelerini redd ü cerh eder ve Ermeniler hakkında vukū‘-ı şikâyet ve ta‘dâd olunan tecâvüz ve mezâlimin de bî-asl u esâs olduğunu hadd-i yakîne îsâl eyler berâhin-i kaviyyedendir.
Ermeniler yedinden gasb-ı ‘arâzî mes’elesine â’id şikâyete gelince; ‘Arâzî Kānûn-nâmesinin[16] neşrinden evvel Asya-yı ‘Osmânî’nin müntehâ-yı hudûdunu ihtivâ eden ve Kürdistân eyâlâtını teşkîl eyleyen bu vilâyetlerde ‘umûm kurâ ve mezâri‘ ‘arâzîleri mine’l-kadîm ümerâ ve ağavâtın âbâ’ ü ecdâdından vakfiyyet veya mülkiyetle mevrûs ve müntakil çiftlik ve mâlikâneden ve yurtluk ve ocaklık nâmlarıyla tımar ve ze‘âmetden mübeddel olarak ‘anâsır-ı Müslime taralarından tasarruf edilegelmekte ve ‘anâsır-ı sâ’ire-i Müslime ve Gayr-i Müslimeden bulunan ahâlî de usûl-i müzâra‘aya ve kısmen de mu‘addel li’l-istiğlâl[17] bulunmak mülâbesesiyle icâre[18]-i misliyye ve müsemmâ ile te‘âmül-i beldeye tevfîkan bu ‘arâzîleri zirâ‘at etmekte olduklarını irâ’e eden tuğrâ-i garrâ-i Pâdişâhî ile müveşşah kuyûd-ı kadîme-i resmiyye mevcûd ve mazbûttur. İşte şu ‘arâzîlerin ‘umûmen hukūk-ı tasarrufiyyesi öteden beri ümerâ ve ağavât uhdelerinde ve yalnız zirâ‘at ve filâhatı ahâlî-i Müslime ve Gayr-i Müslime yedlerinde iken tapu ve ‘arâzî nizâm-nâmelerinin mevki‘-i tatbîke vaz‘ı târîhlerinden sonra yakın zamânlarda ‘anâsır-ı muhtelife yedlerine geçen ‘arâzîlerin bir kısmı mahlûlünden bedel-i misliyle satılan ve bir kısmı da tahsîsât ve irsâdât[19] nev‘inden olup vakfiyyeti yalnız ‘öşrüne şâmil tutulmakla ahîren a‘şârı bedele rabt olunan kurâ-yı mevkūfe ‘arâzîsinin de ‘arâzî-i mîriyye misillü tapuya rabtı mu‘âmelesinin usûl-i ittihâz kılındığı esnâda yere ve ‘arâzîye ihtiyâcı olan mezâri‘lerine bedel-i misliyle kā‘ide-i müsâvâta tevfîkan tağrîz ve ihâle kılınan takımdan olup yoksa ne Ermenilerin ve ne de ‘anâsır-ı sâ’ire-i muhtelifenin kadîmen bir gûne ‘arâzîye mâlik ve mutasarrıf olmadıkları vesâ’ik-i mu‘tebere-i kānûniyye ve hücec-i hattiyyeden ma‘dûd olan kuyûd-ı Hâkānî ile de isbât olunabilir. Hattâ devr-i sâbıkta Palu ve Eğil ümerâsının bu sûretlerle ‘uhde-i tasarrularında bulunan kurâ ‘arâzîsinde müddet-i medîde mezâri’ sûretiyle icrâ-yı filâhat eden ahâlî-i Müslime ve Gayr-i Müslime hem-dest-i vifâk olarak hakk-ı karâr iddi‘âsıyla taht-ı zirâ‘atlerinde bulunan ‘arâzîye bir kısmının nâmlarına tapu senedi i‘tâsını teşkîlât-ı ‘adliyyeden mukaddem bin iki yüz doksan târîhlerinde livâ ve vilâyete ve makāmât-ı ‘Âliyeye istid‘â eylemeleri üzerine Bâb-ı ‘Âlî ile o zamân birçok muhâbere sebk ettikten sonra vilâyet dîvân-ı temyîzinden a‘zâ ve me’mûr i‘zâmıyla icrâ ettirilen tedkîkāt ve tahkîkāt netîcesinde ümerâ-yi mûmâ-ileyhimin vakfiyyetle tasarruf eyledikleri ‘arâzîden mâ-‘adâ köyler ‘arâzîsi için tasarrularını nâtık olan evrâkın pek de ihticâca sâlih görülememesiyle mücerred icrâ-yı müsâvât ve tevzî‘-i (4) ‘adâlet maksadıyla beylerin yedlerindeki kurâ ‘arâzîsinin bir sülüsü kendilerine ve sülüsânı da tefrîkan ‘anâsır-ı muhtelifeden bulunan mezâri‘lerine tefvîz edilmesine karâr verilerek irâde-i seniyyesi istihsâl kılındıktan sonra işbu tefrîk-ı ‘arâzî me’mûriyyetiyle Erganî sancağına Defter-i Hâkānî[20] Nezâretinden i‘zâm kılınan Bekir Efendi bilâhare Defter-i Hâkānî me’mûriyyeti sıfatıyla mezkûr ‘arâzîlere mezâri‘leri nâmına müceddeden tapu senedi vermiştir ki bu mu‘âmelede ‘anâsır-ı Gayr-i Müslimenin yakın zamânlarda ‘arâzî tasarrufuna nâ’il olduklarına şevâhid-i celîle-i târîhiyye hükmündedir. Ma‘a-hâzâ ‘arâzî-i mevkūfe-i sahîha ile ‘arâzî vakfiyyesi tahsîsât kabîlinden bulunmağla ‘arâzî-i emîriyye mu‘âmelesine tâbi‘ olan hem-hudûd ba‘zı köyler ‘arâzîsinin hukūk-ı tasarrufiyyesinden mütehaddis münâza‘âtın bir kısmı mehâkim-i şer‘iyyede ve bir kısmı da mehâkim-i nizâmiyyede şuhûd-ı şahsiyye ile değil mazmûniyle ‘ameli câ’iz olabilen vesâ’ik-i mu‘tebereye istinâden fasl u hall edilmekte ve yalnız tevcîh-i husûmet için ‘akār da‘vâlarının mebâdîsinde Mecelle-i celîle ahkâmınca zi’l-yed beyyinesi istimâ‘ olunmaktadır. Çünkü temlîk-i sultânî ile rakabe ve ‘arâzîsi evkāf-ı sahîhadan bulunan ve bey‘ ü şirâsı câ’iz olamayan ‘arâzî-i vakfiyye da‘vâlarının merci‘-i rü’yeti mehâkim-i şer‘iyye olduğu gibi tahsîs-i sahîh nev‘inden olup da hukūk-ı tasarrufiyyesi ve yâhûd yalnız mahlûlîni vakfa â’id olan ve her zâtın da ahkâm ve mu‘âmelât-ı kānûnî’ye cârî olamayan ‘arâzî-i mevkūfe-i gayr-i sahîha da‘vâlarının da hall ü hasmi şer‘iyye mahkemelerine ve diğer ‘arâzî-i emîriyenin hakk-ı tasarruf da‘vâları da mehâkim-i nizâmiyyeye ‘â’id olduğuna ve teb‘a-i ‘Osmâniyyeden olup da memâlik-i ecnebiyyeye hicretle tâbi‘iyyet-i ecnebiyyeyi kabûl eden ‘anâsır-ı muhtelifenin hakk-ı tapu ve intikāle müstahak olamayacağı da ahkâm-ı kānûniyyeden bulunduğuna göre mehâkim-i şer‘iyyeyi mârü’z-zikr ‘arâzî-i mevkūfe da‘vâlarını rü’yetten men edecek bir kuvve-i teşri‘iyye tasavvur olunamayacağı ve tâbi‘iyyet-i ecnebiyyeyi kabûl edenlere de ‘arâzî tasarrufu gibi eser-i sehâmet gösterilemeyeceği bedîhîdir. Binâen-‘aleyh bu kabîl ‘arâzî-i vakfiyye ve emîriyyeye tecâvüzleri hükmen ve yâhûd 27 Ağustos, sene 325 târîhinde ya irâde-i seniyye teblîğ ve ittihâz kılınan mukarrerât-ı âliye mûcebince mecâlis-i idâre karârıyla idâreten men‘ edilen ‘anâsır-ı muhtelife hakkındaki mu‘âmele-i mütesâviye-i ‘umûmiyyeye karşı Ermenilerden yalan şâhidi ikāmesiyle ‘arâzî gasbı ma‘nâsı hîçbir sûretle vârid olamaz.
Kilise ve manâstırlara ve çorba-hâneler misillü mü’essesât-ı hayriyye ve mezhebiyyeye merbût ‘akārât bahsine nakl-i kelâm olununca vilâyât-ı mezbûrede bulunan manâstırlar merbûtâtına evvel ve âhir ne Evkāf Nezâretinden ve ne de taraf-ı âhirden hîç bir gûne müdâhale ve ta‘arruz vâki‘ ve câ’iz olamaz. Çünkü Evkāf Nezâretinin vakfiyyeti şer‘an mücâz olan ‘akārât-ı mevkūfeye hakk-ı müdâhalesi olabileceğine ve vakfiyyeti sahîh olamayan Gayr-i Müslim evkāfı ise nazar-ı kānûn ve hükûmette mülkiyet sûretiyle meşrûtun-lehine merbût tanınmakta ve hattâ müdâhale değil belki kilise ve manâstırlara merbûtâtı muhafaza olmaktan mâ-‘adâ Mardin’de Deyrü’z-Za‘ferân ve Midyât’ta Deyrü’l-‘Ömer[21] ve Erganî’de Meryem Ana Kiliseleri ile be-nâm olan manâstırların merbûtâtından bulunan ‘arâzînin ‘öşrü ve vergisi ve ağnâmın resmi[22] gibi tekâlîf-i emîriyyeden bile müstesnâ bir imtiyazı hâ’iz bulunmakta olmasına göre Nezâret-i Evkāfın lâyiha-i mezbûrede der-meyân edilen müdâhalesi fıkrası gayr-i vârid ve şu kadar ki zemîn-i icâreteyn veyâ mukāta‘a ile bir vakfa merbût olup da ebniye ve eşcârı ve kürûmu mülk-i ‘akārâta vaktiyle tevsi‘-i intikāl harcı verilmeyen eşhâs ‘uhdesinde bulunan kısmının mahlûliyyeti hâlinde hazîne-i evkāfın hakk-ı müdâhalesi şer‘e ve kānûna müstenid ve şu hâlde “Bu ‘âsîlerden dolayı Ermeni manâstır ve mü’essesât-ı mezhebiyyesinin sedd edilmek derecesine geldiği” cümlesindeki i‘tirâz da zâ’iddir. Bu nevi‘ şikâyeti telmîh ve şikâyât-ı sâ’ireyi tevlîd eden sebeb olsa olsa şu mes’eleden kinâye olmak gerektir ki Palu’da Habâb karyesinde vaktiyle evkāf-ı sahîha ‘arâzîsi üzerinde karye râhibinin ikāmetine mahsûs binâ edilen ve cânib-i vakfa kadîmden beri icâre-i zemîn[23] vermekte iken bilâhare manâstıra tahvîl olunan mevki‘de mukîm Ermeni murahhasası devr-i Meşrûtiyyetten sonra zemîn îcâr-ı senevîsini vermediğinden başka ‘arâzî-i vakfiyyeden de bir kısmının hîçbir senede müstenid olmayarak berâhine karşı manâstıra merbûtiyeti iddi‘âsıyla mütevellî ‘aleyhine bir da‘vâ açar ve livâ ve vilâyeti ve ihtimâl ki patrik-hâneyi bile şikâyetle işgāl eder; şer‘i ve nizâmı dâ’iresinde cereyân eden muhâkeme-i mahalliyyeyi murahhas efendi Bâb-ı Fetvâ ile Diyârbekr istînâf mahkemesine kadar sevk eder. Netîce-i (5) tedkîkāt ve muhâkemede zuhûr eden ma‘mûlün-bih ve müseccel vakfiye ile temlîk-nâme-i hümâyûn mûcebince karyenin ‘umûm ‘arâzî ve rakabesi manâstırın zemîni dahi dâhil olduğu hâlde ve vakfın mâlı idüği sâbit olur ve murahhas efendinin da‘vâsının reddine karâr verilir ki musîb ve şer‘-i kānûna muvâfık olan şu hükümler hakka râzî olmayan murahhas efendiyi bi’t-tabi‘ müte’essir edeceği gibi hâricde bulunan mezheb işlerine de hilâf-ı hakîkat olan şikâyâtını sıhhat nazarıyla telakkî ettirebileceği tabî‘îdir. İşte rü’esâ-yı rûhâniyyeden bulunan şu zâtın böyle haksız bir da‘vâyı ta‘kîbdeki maksadı mu‘âmele-i hükûmet ve mehâkim ‘aleyhinde bir zemîn-i şikâyet teşkîl ettirmekten başka bir ma‘nâ ile tefsîr edilemez. Lâyiha-i mezbûrede de vâkı‘ın hilâfına der-meyân edilen şikâyetlerin hep bu gibi menba‘lardan sudûr ettiğine şübhe edilmesin. Mütâla‘ât-ı ıslāhiyyeye ‘â’id fıkralara gelince Ermenilere ta‘arruz i‘tiyâdında şımarıklığı son dereceye vardığı gösterilen Kürd eşirrâsına bu memleketlerde tesâdüf edilemez. Cerâ’im-i ‘âdiyye-i şahsiyye erbâbı[nın] ise ber-vech-i mâ‘rûz i‘lân-ı Meşrûtiyyetten sonra haklarında mehâkimce tertîb-i mücâzâtta kusûr ve tesâmüh edilmemiş ve sâhib-i nüfûz denilen yerlilerin kısm-ı küllîsi iki sene akdem esnâ-yı tensîkte zâten kadro hâricine çıkarılmış olduğu gibi Hamîdiyye Hafîf Süvârî Alayları da geçen seneden beri teşkîlât-ı ‘askeriyyeye idhâl ve jandarma efrâdı da Müslim ve Gayr-i Müslimden mürekkeb olarak iki buçuk sene evvel bi’t-teşkîl zâbitân kadrosu da nizâmiye zâbitânından ikmâl kılınmış ve zâten ‘arâzî münâza‘atında tarafeyn yedinde sened-i hâkānî mevcûd olmadığı hâlde mahall-i menâzi‘un-fîhin vergisini te’diye etmekte bulunan tarafın idâre-i zi’l-yed adıyla diğer tarafın mahkemeye mürâca‘atında muhtâr bırakılması usûlü Meclis-i Hâss-ı Vükelâ karârıyla sâlifü’l-‘arz fî 27 Ağustos 325 târîhli teblîgāt-ı seniyye-i ‘umûmiyye ile iki buçuk seneden beri te’essüs etmiş ve şu hâlde şikâyât ve mütâla‘ât-ı ıslāhiyyeye ‘â’id cihetlerce muhtâc-ı ıslāh hîçbir iş kalmamış olduğundan ancak asl sath-ı enzâr-ı ıslāh ve terakkî olan cihetler şimendüfer hattı küşâdı ve iplik ve sâir fabrikalar teşkîli ve maârifin tevsi‘i ve ta‘mîmi ve numûne-i ittihâd olmak üzere her vilâyetin ‘anâsır-ı muhtelife ile muhtelit birer mekâtib-i ibtidâiyye te’sîsi ve gümüş ve bakır ve kömür ve gaz ma‘denleri gibi defâ’in-i servetimizin istikşâfı ve tahrîr-i ‘arâzînin usûl-i cedîdeye tevfîkan icrâsı ve vergilerin bir nisbet-i âdilede tarh ve tevzî‘i ve ‘umrân-ı memleketi ve tevsi‘-i zirâ‘atı müstelzim olan iskân-i ‘aşâ’ir hakkındaki mukarrerât ve tebligāt-ı âliyenin sür‘at-ı serî‘a ile tatbîki ve çöl cihetlerinde hayme-nişîn ‘aşâ’ir için müceddeden yapılacak köylerin de Bağdâd hatt-ı kebîri güzer-gâhının iki taralı mevâki‘ini teşkîl edebilmesine i‘tinâ edilmesi ve memleketin coğrafî-i tabî‘îsi ve medenîsi dâ’iresinde esbâb-ı refâh ve terakkîsinin istihzârı misillü şeylerden ibâret olmak lâzım gelir. Yoksa yüzde yirmi râddesinde ancak nüfûs-ı Gayr-i Müslimesi bulunan Kürdistân vilâyetlerinde Ermenistan teşkilâtını andıracak sûrette Ermeniden valiler göndermekle ıslāhât yapılamaz. Maksad devr-i Meşrûtiyetten beri hâl-i sükûn-fersâda cereyân etmekte bulunan mu‘âmelât ve efkâr-ı umûmiyyeyi heyecâna getirmek ise bu sûret kat‘iyyen mümkin ve câ’iz olamaz. Binaenaleyh ahvâl-i mevki‘iyyeye vâkıf ve mücerreb vülât-ı ‘izâmdan ıslāhâtca daha ziyâde istifâde mümkin olacağından mûmâ-ileyh Zöhrab Efendinin mütâla‘ât-ı ıslāhiyyesinde mevzû‘-i bahs olan cihetlerin kısm-ı küllîsi zaten iki üç seneden beri mevki‘-i tatbîke konulmuş olduğuna ma‘lûmâtı olamamış ve şer‘ ve kānûna taban tabana zıdd u muhâlif olan diğer cihetlerinde kat‘iyyen kābil-i tatbîk olamayacağı gibi devletimizin siyâset-i dâhiliyye ve hariciyyesine de muvâfık düşmeyeceği umûr-ı bedîhiyyeden bulunmuş olmağla merdûd ve mecrûh idüğünden şu nukāt-ı mühimmenin Meclis-i Hâss-ı Vükelâca bi’l-müzâkere ma‘rûzât ve mütâla‘ât-ı kemterânem vechile kābiliyet-i mevki‘iyye ve ahvâl-ı rûhiyye nokta-i nazarından sâha-i ıslâhâta hatve-endâz-ı hareket buyurulmasını selâmet ve sa‘âdet-i vataniyye nâmına istirhâm eylerim. Ol bâbda emr ü fermân hazret-i men lehü’l-emrindir.
Fî 3 Saferü’l-hayr, sene 1330 ve fî 9 Kânûnisânî, sene 1327
Diyârbekr ahâlîsinden Cizreli-zâde Râ’if