III. Selim ve II. Mahmut saltanatları ve ardından gelen Tanzimat Dönemi siyasi, askeri, ekonomik ve eğitim ve idari gibi birçok alanda yeniliklerin yapıldığı bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dönem de köklü değişiklik yapılan alanlardan bir tanesi de idari alandaki düzenlemelerdir. Bu çalışmada Tanzimat’ın ilanından sonra sancakla köy arasında ilk defa idari birim olan kazalar ve idaresi hakkında genel bir bilgilendirmeden sonra, bugüne kadar ki araştırmalarımızda tesadüf etmediğimiz kaza müdür ve memurları için 1850 yılında hazırlanmış bir ta’limât üzerinde durulacaktır.
Tanzimat Fermanı’nın getirdiği yenilikler vakit kaybetmeden uygulamaya konulmuş, her ne kadar öncelik merkezi denetimin güçlü olduğu yerlere verilmişse de çok geçmeden imparatorluk geneline yayılmıştı. Tanzimat ilanı ile birlikte ülke yönetiminde yapılan ilk değişiklik muhassıllık ve muhassıllık meclisleri uygulamasının devreye sokulmasıdır[1]. 1840-1842 yıllarını kapsayan bu dönemde hükümet tarafından merkezden atanan ve görevi vergi toplamak olan maaşlı vergi memuru diyebileceğimiz muhassıllar göreve başlamıştı. Bu görevlilere yardımcı olmak üzere sancak ve vilayet merkezlerinde ise muhassıllık meclisleri oluşturulmuştu.
Ancak 2 yıl gibi kısa bir süre sonra istenilen verim alınamadığı gerekçesiyle bu uygulamadan vazgeçilmiş, oluşturulan yerel meclisler isim değiştirerek varlıklarını sürdürmüştür[2].
Muhassılların görevlerine son verildikten sonra taşra idaresinde yeni bir düzenlemeye gidilmiştir. Bu değişikliğin gerekçesi resmi gazete Takvim-i Vekâyi de açıklanmıştır[3]. Buna göre, Tanzimat’ın ilkesi doğrultusunda oluşturulan yeni vergi sistemiyle hazine gelirlerini artırmayı amaçlayan hükümet istenilen sonucu elde edememişti. Toplanan vergilerin neredeyse yarısı muhassıllar ve onların görevlendirdiği personel için harcanıyordu. Ayrıca vergi toplama sırasında çeşitli sorunlar yaşanmakta, hasat işleri aksamaktaydı. Bütün bu sebeplerden dolayı taşra idaresinde yeni bir düzenleme yapılarak kaza idari birimi oluşturulmuştur.
Oluşturulan kaza idari birimini klasik dönemdeki kazalarla karıştırmamak gerekmektedir. Şöyle ki imparatorluğun ilk yıllarından itibaren idari-adli daha sonraki yıllarda ise sadece adli görevler üstlenen kadıların görev yaptıkları sancak, vilayet ve köylerde birer kaza merkezi olarak adlandırılmaktaydı[4]. 1842 düzenlemesi ile ise kaza kavramı sancakla köy arasında bir idari birim olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yeni kurulan bu idari birim müdür adı verilen idareciler tarafmdan yönetilecekti. Müdürler bölge ileri gelenlerinin oylarıyla seçilecekti. Müdür olmak isteyenlerde iyi huylu olma, iş bilme, dürüstlük, halkın yararını kollama gibi Osmanlı yönetiminin idarecilerde aradığı genel vasıfları taşıması beklenmekteydi.
Her ne kadar kaza müdürlerinin seçimle göreve gelmesi istenmişse de uygulama da bir takım aksaklıklar olmuştur. Öncelikle sancak kaymakamlarının halkın tepkisine rağmen kendi istediği kişileri müdür olarak seçtirdiği görülmüştü. Müdürlük seçiminde bir diğer sorun ise bölge de müdürlük yapabilecek niteliklerde birinin bulunmaması idi. Bu gibi durumlarda halk doğrudan hükümet tarafından uygun birinin kazalarına müdür olarak atanmasını isteyebilirdi. Hükümet de bu istek doğrultusunda bir atama yapardı. Ayrıca müdürlük seçimlerinde taşra da yapılan diğer seçimlerde olduğu gibi halkın kendi adayının etrafında toplanarak gruplaştıkları görülmüştür. Öyle ki bu gibi kutuplaşma durumlarında seçimi kazanan müdürün tanınmadığı hatta zorla görevinden indirildiği olmuştu. Bu durumda hükümet seçime müdahale eder ve bir müdür atardı.
Kaza müdürlerinin görevlerine bazı durumlarda valiler son verebilirdi. Valiler bu kararlarını gerekçeleriyle birlikte en kısa zamanda hükümete bildirmek zorundaydı. Genellikle bu uygulama müdürlerin halktan farklı adlarda fazla vergi talebinde bulunduğu ya da zimmetlerine para geçirdikleri zaman olurdu. Bu durum görevden alma için en geçerli sebepti. Zimmetine para geçirdiği anlaşılan müdürler bu parayı hazineye ödemek zorundaydı. Görevden alınan müdürün yerine yenisi seçilene kadar bir vekil müdür atanırdı.
Kaza müdürlerin öncelikli görevi bölgelerindeki verginin zamanında ve eksiksiz toplanıp hazineye ulaştırılmasıydı. Bunun olması için bölge de asayiş ve güvenliğin sağlanması gerekiyordu. Bu görev de müdürlere aitti. Tanzimat’ın getirdiği yeniliklerin aksatılmadan uygulamasını ve yaygınlaşmasını sağlamakta kaza müdürlerinin görevleri arasındaydı. Müdürler ayrıca kazalarına bağlı köylerden imam ve muhtarlar tarafından gönderilen vergi cetvellerini kaza meclislerinde incelerdi. Bu cetveller bir önceki yılınkiyle karşılaştırılır vergi artış ve azalışları kontrol edilirdi. Vergilerdeki değişiklik uygun görülürse müdür tarafından onaylanarak bağlı bulunulan kaymakama bildirilecekti. Ayrıca kaza müdürleri köylerinden ayrılanları tespit ederek onlara vergi yazmayacaktı.
1842 düzenlemelerinden sonra taşra idaresinde Tanzimat’tan sonra yapılan en kapsamlı düzenleme olan 1849 tarihli “Eyalet Meclisleri Ta’limâtnamesini” görmek¬teyiz.[5] Eyalet meclisleri talimatnamesi adıyla yürürlüğe girmekle birlikte, bu düzenleme taşra idaresini baştan sona düzenlemiştir. Bu yüzden ta’limâttan çok bir vilâyet nizâmnâmesi şeklinde değerlendirmek daha doğrudur. Bir giriş, dokuz fasıl ve 68 maddeden oluşan bu yönetmelik 1864 Vilâyet Nizâmnâmesi’ne kadar yürürlükte kalmıştır.
Bu ta’limâtın kazaları ilgilendiren kısmı 62-68. maddeleri kapsayan dokuzuncu bölümüdür. Ayrıca mali konuların anlatıldığı bölümde de kaza idaresi hakkında bilgiler mevcuttur. Bu ta’limâtname ile kaza idaresi daha sistematik hale gelmiş, kaza müdürünün görevleri belirginleşmişti.[6]
Taşra idaresinin genelini ilgilendiren bu yönetmelikten sonra çalışmamızın konusunu oluşturan ta’limâtı görmekteyiz. 7 Muharrem 1267 (12 Kasım 1850) tarihinde Meclis-i Vâlâ’da kaleme alınan kaza müdür ve memurlarına verilen bu ta’limâtın bir giriş ve 7 maddeden oluştuğu görülmektedir.[7]
Giriş bölümünde bu ta’limâtın çıkarılma nedeni açıklanmaktadır. Buna göre daha önce yürürlüğe konulan ve taşra memurlarının görev ve sorumluklarını içeren talimât-ı umumiye yeterli ise de, bazı önemli konuların detaylandırılarak, açık anlaşılır bir şekilde anlatıldığı ve gerektiğinde kolayca başvurulabilecek bir ta’limâtın gerekli olduğu görülerek bu ta’limât kaleme alınmıştır.
Buradan da anlaşılacağı üzere bu ta’limât bugün ikincil mevzuat diye adlandırılan yasal bir düzenlemedir. Şöyle ki, bu düzenlemenin daha önce yürürlüğe giren Ta’limât-ı Umumiye’nin tamamlayıcısı niteliğini taşımakta olduğu giriş bölümünden anlaşılmaktadır.
Bu ta’limâtta ilk olarak kaza meclislerinin işleyişi üzerinde durularak bu konularda kaza müdürlerine uyarılarda bulunulmuştur. Buna göre kaza müdürlerinden kaza meclisi azalarının seçimle göreve gelmeleri ve güvenilir kişilerden olmaları gerektiği konularında üzerine düşen görevi yerine getirmesi istenmektedir. Ayrıca müdürlerden kaza meclislerinin çalışmalarında geçerli olan usul ve nizama göre hareket etmeleri ve adaletli bir şekilde meclis çalışmalarını yürütmeleri beklenmekteydi.[8]
İkinci maddede her kaza bölgesinde tahakkuk eden verginin zamanında toplanıp hazineye ulaştırılmasının kaza müdürlerinin öncelikli görevi olduğu belirtilmiştir. Ayrıca ticaret ya da herhangi başka bir nedenle toplanan verginin kaza müdürleri veya diğer kimselerde kalmaması hususu önemle vurgulanmıştır. Yani vergi toplamada birinci derecede görevli müdürlerin, vergi toplama konusunda gerekli hassasiyeti göstererek hâsılatı en kısa zamanda hâzineye ulaştırmaları gerekmekteydi. Kaza müdürleri ve diğer taşra memurları görevlerini kötüye kullanmamaları, rüşvet alıp vermemeleri konusunda da uyarılmışlardır[9].
Ta’limâtın üçüncü maddesinde bazı bölgelerde toplanan verginin kimi şahısların zimmetlerine geçirdiklerinden bahsedilmektedir. Zimmete geçen verginin ne miktarda ve kimler tarafından zimmete geçirildiğinin tespiti için ise kaza meclisinin toplanarak konunun müzakere edilmesi kaza müdürlerinin görevleri arasındaydı. Ayrıca 3 ayda bir kazaların gelir ve gider hesaplarının yapılarak ortaya çıkan muhasebe defterlerinin sancak ve eyalet merkezlerine gönderilmeleri, ortaya çıkan hesaba göre ise her zaman ki usule göre vergi tahsiline devam edilmesi müdürler tarafından sağlanacaktı. Ayrıca bazı muhtar, ayan ve sandık eminleri zimmetlerinde kalan verginin bir an önce nizama uygun olarak bağlı bulunduğu sandık eminliğine teslimine gayret gösterecekti[10].
Dördüncü madde de yine vergilerin zamanında, eksiksiz ve hakkaniyetli bir şekilde toplanması konusu üzerinde durularak kaza müdürlerine uyarılarda bulunulmuştur. Birinci olarak, Osmanlı topraklarının veriminden bahsedebilmekte ve bu topraklarda tahakkuk eden vergiyi halkın zamanında ödemeye razı olmasına rağmen, vergilerin zamanında tahsil edilmeyerek reayada vergi kaldığı ve bazı kişilerin zimmetlerine akçe geçirdiğinden söz edilmektedir. Bu durumunun ise Osmanlı hükümeti tarafından kabul edilemeyecek bir durum olduğu ısrarla söylenmiş ve bu konuda kaza müdürlerinden durumun düzeltilmesi konusunda görevlerini yerine getirmesi talep edilmiştir[11].
Talimatın 5. maddesinde kaza müdürlerinden idarelerindeki kazalarda meydana gelecek adli vakalarda nasıl davranmaları gerektiği konularında uyarılarda bulunulmuştur. Öncelikle onlardan daha önce kendilerine gönderilen ve gerektikçe gönderilecek olan emir ve tembihlere uymaları vurgulanmıştır. Müdürlerden bölgelerinde meydana gelecek adli vakalara gereken özeni göstermeleri istenmiştir. Bu davalarda öncelikle hakkaniyetli davranmaları, tarafsız olmaları istenmekte, eğer aksi bir durum söz konusu olursa şiddetli bir biçim de cezalandırılacakları belirtilmektedir. Ayrıca istenilen şekilde davranılması halinde müdürlerin ödüllendirileceğinden bahsedilmektedir[12].
6. madde de ise suç ve suçlularla mücadele de izlenecek yollar hakkında müdürlere görevler verilmiştir. Birinci olarak, müdürlerden halka iyi davranmaları gerektiği ve her ne sebeple olursa olsun suçu sabit olan birine sahip çıkmamaları konularında uyarılmışlardır. Şüpheli kişiler meclis tarafından sorgulanacak ve gerekirse muhakemesi yapılarak suç belirlenecekti. Sonra bağlı olunan sancak ya da eyalet meclisinden cezanın uygulanması konusunda gerekli izinler alınacaktı. Bu izin alınana kadar şüpheli kişi prangaya vurulmayacak, kaçamayacak şekilde gözaltında tutulacaktı. Hafif suçların cezası meclis tarafından müzakere edildikten sonra kaza bölgesinde uygulanabilecekti[13].
Ta’limâtın diğer maddesinde ise kazalarda görevli zaptiye askerlerinden söz edilmektedir. Buna göre bazı kazalarda zaptiye askerleri istihdamının yeterli sayıda olduğu, ancak bazı bölgelerde değişik nedenlerle istihdam açığı oluşmaktaydı. Fakat istihdam açığının asıl sebebi, kaza müdürlerinin asıl görevleri bölgenin asayişini sağlamak olan zaptiye askerini kendi şahsi işlerinde kullanmalarından kaynaklanmaktaydı. Zaptiye askerinin eksik istihdamından kaynaklanan zararın ise müdürlere yükleneceği belirtilmişti. Bundan dolayı kaza müdürleri zaptiye askerlerini nizama uygun çalıştıracaklardı[14].
Sonuç
Tanzimat’ın ilanı ile birlikte taşra idarisinde yeniden yapılanma neticesinde karşımıza çıkan kaza idaresi ve onun yöneticileri için 1850 yılında hazırlanan bir yönetmeliği vermeye çalıştık. Bilindiği üzere 1849 yılında yürürlüğe giren Eyalet Meclisleri Ta’limâtnamesi ile ülke yönetiminin ne şekilde olacağı, dolayısıyla kaza yönetimi de belirlenmişti. Bu yönetmelikten bir yıl sonra çıkarılan incelediğimiz ta’limât ise daha çok kaza müdürlerine ve beraberinde çalışan memurlara uyarılar niteliğinde hazırlanmıştır. Bu uyarılarda halkın asayişinin ve güvenliğinin sağlanması ve vergilerin eksiksiz ve zamanında hazîneye ulaştırılması konusu ön plana çıkmaktadır. Ayrıca bu ta’limâtta rüşvet, yolsuzluk, adam kayırma gibi kötü alışkanlıklardan kaza müdürlerinin uzak durmaları konusu üzerinde durulmuştur.
Sâye-i şevket-vâye-i Hazret-i Şahanede taşralarca kâffe-i me’mûrîn-i Devlet-i Aliyye’nin sûret-i hareket ve muhavvel-i uhde-i me’mûriyetleri olan mesâlih-i vâkı‘anın hüsn-i idâre ve rü’yeti husûsuna ta‘limât-ı umûmiye ahkâmı kâfi ve vâfi ise de ta‘limâtı umûmiye umûr-ı mütenevvi‘aya tenbîhât-ı müte‘addideyi şâmil mufassalca olarak hîn-i iktizâda mütâla‘a müraca‘atda suhûlet olmak üzere ba‘zı mevâdd-ı mühime-i esâsiye hakkında ta‘limât-ı muvazzaha olarak kazâlar me'mûr ve müdîrlerine i‘tâsı muktezî görünerek bu def a Meclis-i Vâlâ’dan kaleme alınan ta‘limât-ı mahsûsadır.
Müdîrlikle idâre olunmakta olan kazalarda mevcûd olan meclisin a‘zâsının müntehab ve mu‘temed zevâtdan olması lâzimeden ve meclis hakkında mü’esses olan usûl ve nizâmı iktizâsından olduğundan müdîri bulunan zâtın o misillü kazâ meclislerini usûl ve nizâmına tevfîk ile mesâlih-i vâkı‘a ber-vech-i hakkâniyet meclisce hüsn-i rü’yetini akdem vazîfe-i me’mûriyet bile.(1)
Müretteb olan vergi-yi ahâlînin usûl ve nizâmı cârisi üzere vakt ü zamâniyle yerlü yerinden tahsîl ve hazîne-i celîleye tesbîli müdîrin iktizâ-yı me’mûriyetinden olduğu misüllü emvâl-i mîrîyenin gerek müdîrân ve gerek sâir şunun bunun yedlerinde ticâret tarîkiyle veyâhud âhâr sûretle kullanılmasına aslâ rızâ-yı âlî olmadığından bu bâbda ya‘nî tahsîl-i emvâl husûsunda betâ’et ve rehâvet ve ba‘de’t-tahsîl hiçbir me’mûr yedinde bilâ-mûcib tevkîf ve te’hîre cesâret misüllü harekât-ı nâ-makbûle irtikâb ve tecvîz olunmayarak muhikkâne ve mu‘tedilâne hareket ederek mürettebât-ı seniyyenin hüsn-i sûretle istihsâline sarf-ı dikkat ve rü’yet oluna.(2)
Ekser mahallerde vergi ve sâ’ireden bakâyâ olub ba‘zı a‘şâr ve rusûmât der-uhde etmiş olanların zimmetlerinde külliyetli akçe kalmakda olduğundan bir kazâ a‘zâ-yı meclisle müzâkere edib oralarda ne mikdâr bakâyâ vardır ve ne kadarı ahâli-i kazâ ve kurâ zimmetinde ve ne mikdârı der-uhdeciler zimmetlerinde ve kimlerde kalmışdır. İktizâzına bakılmak içün üç mâhda bir kerre varidât ve masârifât-ı kazânın muhâsebesi görülüb bi’z-zât idâre olunan sancakda ise kürsi-i eyâlet ve diğer sancaklarda ise makarr-ı kâ’im-makâmiye defterleri gönderilüb ve işbu bakâyâ ahâli zimmetlerinde olduğu halde sâye-i hümâyûn-ı cenâb-ı pâdişâhîde usûl-ı mu‘tâdesi tahsîline gayret olunarak ba‘zı muhtâr ve müte‘ayyinân-ı memleket ve sandık emîni zimmetlerine geçmiş olanların kat‘an tevkîf ve te’hîri bir vecihle tecvîz olunamayacağından o misüllü zimmetlerinde zuhûr idecek bakâyâ ve sâ’ir mâl-ı mîrînin usûl ve nizâm-ı ahîri vechile bir an evvel istihsâliyle tâbi‘ olduğu sancak mâl sandığına irsâline gayret kılına.(3)
Lehü’l-hamd memâlik-i mahrûse-i şahânenin her tarafı münbit ve mahsûldâr olduğu ve mukarrer olan vergi dahi hadd-i i‘tidâlde bulunduğu cihetle vakt ü zamâniyle te’diyesine ahâli tarafından bir diyecek olmadığı hâlde vergüleri vaktiyle tahsîl olunmayıb ba‘zı mahallerde bakâyâ burağılmakda olduğuna ve bu keyfiyet dahi me’mûrların adem-i gayretlerinden ve bir de söz sâhibi bulunanların birer sûretle zimmetlerine akçe geçürüb te’diye etmeyerek bakâyâ göstermelerinden neş’et edüb bu dâhi hazîne-i celîle emvâlinin te’hîrini mûcib olmasıyla sıdk u istikâmet ve saltanat-ı seniyyeye ubûdiyetle müftehir olan bendegân bu mâddeyi tecvîz edemeyeceğine binâ’en böyle hilâf-ı nizâm yolsuzluk görüldüğü takdîrde müdîr-i mûmâ ileyh muktezâ- yı gayret ve hamiyeti üzere icâb-ı hâli a‘zâ-yı meclis ve sâ’ir iktizâ edenler ile hâlisâne söyleşerek varidât-ı hazîne-i celîleyi şunun bunun yedinde bırakmamağa ve çürütmemeğe dikkatle îfâ-yı hüsn-i hıdmet ve sadâkate müsâra‘at oluna.(4)
Umûr-ı mühime ve mesâlih-i seniyyeye dâ’ir taraf-i Devlet-i Aliyye’den şimdiye kadar gönderilmiş olan ve bundan böyle bi’l-icâb gönderilecek bulunan evâmir ve tenbîhât-ı aliyyenin ve oraca vukû‘yâfte olan mesâlih-i memleketin tenfîz ve icrâsına dikkat müdîr bulunan zâtın vazîfe-i me’mûriyetinden olduğu misillü mahallince vukû' bulacak de‘âvî ve hukûk-ı şer‘iyyede usûl-i hakkâniyete ri‘âyeti ferîza-i me’mûriyetinden bilerek kâffe-i mesâlih ve de‘âviyenin ser‘-i şerîf ve kânûn-ı münîfe tatbîkan hüsn-i rü’yet ve tesviyesine dikkat edüb müdde‘i ve müdde‘a aleyh sözleri gâyet hakkâniyet ve bî-taraflık ile istimâ‘ kılınub zinhâr ve zinhâr gadr u te‘addî sûreti vukû‘a getürülmeye karîb ve ba‘îd kâffe-i me’mûrînin hâl ü hareketi dâ’imâ tahkîk ve taharri olunmakda olub işidilmedik şey dahi olmadığından ve meslek-i istikâmetde bulunmayan kendüsünü mücâzât-ı şedîdeye da‘vet etmiş olacağı misillü rızâ-cûyâne hareket edenler dahi mükâfât-ı seniyyeye mazhar olduklarında şübhe olmadığından her hâlde müstâkîmâne harekete sarf-ı dikkat ve makderet oluna.(5)
Sâye-i merhamet-vâye-i cenâb-ı pâdişâhîde bi'l-cümle ahâli ve teb‘a hakkında mu’âmele-i lutfiye icrâ olunmakda olduğundan her hâlde dahi mu‘tedilâne hareket ederek ahâli ve teb‘a hîç bir sûretle tekdîr kılınmayub ve cünha-i sahîha ashâbı dahi kat‘an sahâbet olunmayub ve töhmet ve kabâhat ashâbının meclisce istintâkı ve îcâb eder ise hüsemâsıyla muhâkemesi icrâ olunub şer‘an ve kanûnen cünhası tebeyyün ve tahakkuk eyledikden sonra ahvâli eyâlet veyâhud sancak meclisinden istîzâna muhtâc olduğu hâlde lâzım gelen i‘lâm ve mazbatası merbût olan sancak başına irsâl olunarak ve müttehem olan şahıs kable'l-istîzân prangaya konulmayarak keyfiyeti ol tarafa iş‘âr olununcaya kadar firâr edemeyecek sûretde mahbisde tevkîf kılına ve mahallinde icrâsı mücâz olan cünha-i hafîfe ashâbının mücâzâtları kânûnnâme-i hümâyûn ahkâmına tatbîkan meclisce müzâkere olunarak tanzîm olunacak mazbatası vecihle icrâ kılına.(6)
Bu misillü kazâlarda müretteb ve müstahdem olan mazbata neferâtı mertebe-i kifâyede olduğu hâlde ba‘zı mahallerde katl-i nefis ve kat‘-i tarîk misillü fezâhatlar vukû‘a gelüb bu mâdde her ne kadar me’mûrların adem-i takayyüdünden neş’et etmekde ise de asıl sebeb-i hakîkisi müretteb olan zabtiye neferâtını me’mûrlar kendü mesâlih-i zâtiyelerinde istihdâm eylediklerinden veyâhud noksân istihdâmiyle mâhiyelerini kendü âdemlerine verdiklerinden nâşi tertîbine noksân gelerek umûr-ı zabtiyede kifâyet etmemesi sûreti olub hâlbuki emniyet-i belediyeyi istihsâl etmek me’mûrînin vazîfe-i zimmet ve müterettib uhde-i me’mûriyet ve hamiyetleri olduğu ve her ne sûretle olur ise olsun noksân neferât istihdâmı irtikâblarına mahmûl olacağı cihetle bundan hâsıl olacak mazarratın mes’ûliyeti bi-hakkın kendüye â’id olacağından zabtiye neferâtını mü’esses olan nizâmı vecihle tamâmca me’mûrîn ma‘iyyetlerinde istihdâm ederek emniyet-i belediye emr-i ehemminin hüsn-i istihsâline bezl-i vus‘ ü makderet ile bu bâbda dahi nefsini mücâzâtdan vikâye eyleye.(7)
el-hâsıl idâre-i mesâlih-i vâkı‘ada ta‘limât-ı umûmiyede muharrer olan tenbîhât-ı seniyye vecihle hareket edüb husûsiyle usûl-i meşrû‘a-i tahlîfe tatbîkan ahd u mîsâk olunduğu üzere ez-her cihet Devlet-i Aliyye’ye sadâkatdan ayrılmayub nasıl nâm ve te’vîl ile olur ise olsun rüşvet almamağa ve vermemeğe ve emvâl-i mîriyeyi kat‘an irtikâb ve telef etmeyüb ve kimesneye etdirmemeğe ve nâ-becâ masârıf ile hazîne-i celîleye zarar vukû‘unu tecvîz eylemeyüb hukûk ve de‘âvîde gadr u himâyeden ittikâ ile her bir husûsu şer‘-i şerîf ve kânûna tevfikan ru’yet ederek sâye-i Hazret-i Pâdişâhî’de muvaffak olmaklığa sa‘y u ikdâm ede.
Fî 7 M(uharrem) 1267, (12 Kasım 1850)