Zaman zaman edebî veya vüzerâ(vezirler) ile ilgili eserlerde siyasî olayları zikreden tarihî kaynaklarda bulunmayan bilgilere tesadüf edilmektedir. Bunlardan biri de Sultan Sencer dönemine(l 118-1157) ait iki mektubdur.Zikredilenlerden birincisi, bir Bizans seferi nedeniyle esir düşen Müslümanların esaretten kurtulmak için Sencer’e yazdıkları, İkincisi ise Sencer’in Bizans imparatoruna bu konuda gönderdiği mektubdur[1].
Mektublarla ilgili olarak Türkçe tarih literatüründe çok az bilgi bulunmaktadır. İlk olarak Ord.Prof. M.Fuad Köprülü bu mektuplar hakkında bilgi veriyor (Bizans Müesseselerinin Osınanlı Müesseselerine Tesiri, İstanbul 1981,s. 151-152, ikinci baskı ); "Abbasîler’in ilk şevketli asırlarında mevcut unique ve universel İslâm İmparatorluğu telâkkisi, Büyük Selçuklular’la adetâ tekrar canlanıyor. Son büyük Selçuklu imparatoru sayabileceğimiz “Sencer” devrine isnat edilen bir vesika, bu telâkkinin mahiyetini göstermek bakımından çok dikkate değer: Bizanslılar tarafından esir edilen ve fena muamelelere uğratılan İslâmların kendisine gönderdiği bir şikâyetnâme üzerine, “Sencer” Bizans imparatoruna tehdid edici bir mektup yazarak, bu esirlerin derhal salıverilmesini emrediyor; aksi takdirde İslâm memleketlerindeki Hıristiyanları öldürüp ma’bedlerini tahrip ettireceğini, ve İstanbul’a kadar gelip Rumlar’dan bir eser bırakmayacağını söylüyor”. Prof. Dr. M. A. Köymcn ise bu konuda şunları zikretmektedir[2], "Sultan Sencer’in divanından Anadolu’yu istilâ ederek bir çok esirler götüren Bizans imparatoruna hitaben yazılmış olup, esir Müslümanların serbest bırakılmasını isteyen bir ‘ ültimatom’dur. Bu vesikanın mevsukiyeti[3] münakaşa götürür. Nitekim Büyük Selçuklu tarihinde “İkinci İmparatorluk devri” adlı yazmakta olduğumuz bir yazıda bunun münakaşasını yapacağız. Anadolu halkının Sultan Sencer’e yazdığı “feryâd-nâme” ile, bu “feryâd-nâme”yi dikkate alarak, Bizans imparatoruna Sencer’in verdiği bu ültimatomun metni daha önce Muhammed Kazvinî tarafından Cevâmiü’l- Hikâyât ‘dan alınarak neşredilmiştir (bk.Lübâbül’l- Elbâb,c.I,s.31O-317).
Ancak rahmetli Köymen Hoca, daha sonra kaleme aldığı Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi,cilt II, İkinci İmparatorluk Devri, Ankara 1954, başlıklı eserinde bu konuyu dikkate almamıştır. Onun bu konuda verdiği ikinci bilgi ise İslâm Ansiklopedisi, Sencer maddesi s.493’tedir. Köymen burada, “Diyarbekir bölgesi halkının kendilerini mâruz, kaldıkları bir Bizans istilâsından kurtarması için Sencer’e gönderdikleri bir ‘feryâd-nâme’ ve Selçuklu hükümdarının Bizans imparatoruna hitaben yazdığı tehditâmiz mektub elimizdedir” diyerek mektubun sağlamlığından şüphe etmemektedir.
Öte yandan Türkmenistanlı tarihçi S.G.Agacanov[4] Rusça’dan Türkçe’ye çevrilen eserinde imparatora yazılan mektubu kullanarak şunları yazmaktadır, “ Sencer’in, Bizans İmparatoru “Kayser” adına yazdığı mektubunda Yesarib, Hicaz, Arap Irak’ı, “Şam, Mısır ve Batı eyaletlerinin” bazı kesimlerinin hâkimlerinin sultanın oğulları (vassalları) olduğu belirtilmektedir. Öte yandan sultan, “korkunç ve (kaçınılmaz) yasaya saygı gösteren, bu iklimlere(bölgelere) “ancak güç ve kudretinin küçük (çapta) etki ettiğini”, gayri ihtiyari de olsa söylemektedir. Mektubda ayrıca Muizzü’d-Dünya ve’d-Dîn Sencer b. Melikşah’ın “hâkimiyetinin merkezi (dârül-mülk) olan Horasan’ın padişahlık tahtında oturduğuna da değinilmektedir”. Sencer’in imparatora mektubundan son bahseden tarihçi Rus G.M.Kurpalidis’tir. O, Büyük Selçuklu Devletinin İdari, Sosyal ve Ekonomik Tarihi (İstanbul 2007, s.26-27) başlıklı eserinde bir münşeat mecmuası, Mecmûa-yt Münşeât-i Ahd’i Selcûkiyan ve Hârizmşâhiyân ve Evâil-i Ahd-i Moğol’da da “Sultan Sencer’in Bizans imparatoruna” mektubu bulunduğunu belirtmektedir.
Görüldüğü üzere adı geçen tarihçiler mektubun varlığım kabul etmekte, ancak Bizans imparatorunun kim olduğunu ve tam olarak nereye sefer yaptığını tespit etmeden kısa bilgilerle yetinmektedirler.
Bu mektubların yazılmasına sebep olan olaylar edebî ve vüzerâ kitablarına göre[5], nasıl gelişmişti; “Sultan Sencer zamanında Rum meliki İslâm vilâyetlerine saldırdığında Amid ve Meyyâfârıkin sınırına kadar asker çekti ve o vilâyetleri harab etti, kadın erkek yaklaşık ellibin Müslüman esir oldu. O sınırda bulunan askerler Rum melikine mukavemet gösteremediler. O esirler arasında bir imam vardı, o zavallılar yanma geldiler ve ondan görüş istediler. İmanı, en iyisi Sencer’in huzuruna bir “feryâd-nâme” yazalım, böylece durumumuz açıklanmış olsun” dedi. Sonra ulemâ ve danişmendlerden birini tayin ettiler ve yardım istemek için mektub yazdılar” (Bk. Mektubun Türkçe tercümesi).
Buna mukabil Müslümanların dunımuntı öğrenen Sultan Sencer derhal Bizans imparatoruna bir mektup yazarak, esirler serbest bırakılmazsa İstanbul’u başkent yapacağız diyerek onu tehdit etmişti(bk.Sencer’in mektubunun Türkçe tercümesi).
Bu mektubu Sultan Sencer’in inşâ divanı başkanı Muin el-Dîn Asanım yazmıştı[6]. Sultan Sencer tarafından Rum melikine yazıldığı ileri sürülen mektubun tahliline gelince; Adı geçen Selçuklu sultanının hükümdarlığı döncminde(l 118-1157), Bizans Devleti’ni iki imparator yönetmiştir: biri loannes II.Komnenos (l118-1143) öteki ve oğlu Manuel I.Komnenos (1143-1180)’dur. Bunlardan sadece loannes II., dolayısıyla İslâm dünyasına sefer yapmıştır. Bu imparatorun seferinin esas gayesi Haçlılar yönetimindeki Antakya idi. loannes II. Antakya'nın kendisine itaat etmesinden sonra böylesinc uygun bir fırsatı bir kenara bırakmak istemedi. Adı geçen kuvvetler yani Haçlılar ile Kuzey Suriye’ye saldırdı ve Bizaa[7] kalesi önüne gelerek kuşattı[8]. Şehir çifte surla ve kısmen de derin bir hendekle çevrilmiş olup bazı kısımlarını da kayalıklar korumaktaydı. Ancak mancınıkların taş yağmuruna surlar dayanamadı ve bir kısmı çöktü. Böylece Müslümanların cesareti kırıldı, imparatorun önünde silâhlarını bırakarak bütün mal ve mülklerini de arzetmek suretiyle sadece hayatlarının bağışlanmasını rica ettiler[9]. İmparator yedi gün süren kuşatma sonunda cınan vererek şehri ele geçirdi(25 Receb 532 / 8 Nisan 1138). Ancak imparator sözünde durmadı, halktan bazılarını haince öldürdü, geri kalan erkek,kadın ve çocukları esir aldı. Bizaa halkından yaralananların sayısı beş bin sekiz yüz kişiydi. Şehrin kadısıyla ileri gelenlerinden yaklaşık dört yüz kişi de Hıristiyan oldu[10]. İmparator Haleb önünde başarısız kaldığında, ordusuyla bu şehre bağlı Esarib’e gitti. Oradaki Müslümanlar bu Hıristiyan ordusundan korkarak 9 Şaban /22 Nisan 1138’de Esarib’den kaçtılar. Bizanslılar burayı zabtedip Bizaalı esirleri burada bıraktılar[11]. İmparator onları muhafaza etmek ve kaleyi korumak için bir grup Bizanslıyı orada görevlendirdikten sonra oradan ayrıldı.
Haleb’de bulunan Emîr Seyf el-Dîn Savar bu haberi duyduğunda yanındaki askerlerle Esarib’e gitti ve buradaki Bizanslılara saldırıp ağır bir darbe indirdi, onları öldürüp esirleri ve çoluk çocuğu[12] kurtararak geri döndü(24 Nisan 1138).Esarib’in durumu sebebiyle üzülen Haleb halkını teselli eden ve ferahlatan şey tutsakların kurtarılmasıydı[13].
Yukarda belirttiğimiz olaylara bakarsak, dönemin İslâm ve Bizans kaynaklarına göre Sultan Sencer döneminde Bizans imparatoru Meyyâfarıkîn ve Amid’e her hangi bir sefer tertiblememiş, ancak Kuzey Suriye’de faaliyet göstermiştir. Bu bakımdan mektubları zikrettiğimiz kaynaklar bu konuda yanılmışlardır. Ayrıca bir diğer yanlış da tutsakların sayısıyla ilgilidir. Edebî kaynakların elli bin olarak gösterdikleri esir sayısı, Azimî’ye göre sadece bin kişidir.
İmparatora yazılan mektubda “Sencer’in naibimiz dediği Mâveı aünnehr ve Türkistan padişahı, yani Karahanlı hükümdarı bu dünyadan göçüp gitmiş, buranın halkları kimsesiz kalmıştır” ifadesi de kanaatimizce doğru değildir. Sultan Sencer döneminde Batı Karahanlılar’ın başında 526/1132’dcn 536/1141 ‘deki Karahıtaylar’ın istilâsına kadar Mahmûd b.Muhammed hüküm sürmektedir. Doğu Karahanlı Devleti’nde ise 522-553/1128- 1158 tarihleri arasında İbrahim b.Ahmed(veya Harun) bulunmaktadır[14]. Bu dönemde Karahanlı hükümdarlarından ölen yoktur.
Ayrıca bu sırada Meyyâfarıkîn’e yaklaşık 1101-1408 tarihleri arasında Artuklular hâkimdi. Amid(Diyarbekir)’de ise 1098-1183 tarihlerinde İnaloğulları bulunmaktaydı, yani bu iki şehir de sahipsiz değildi. Mektublarda bu beyliklerin hiç zikri geçmemektedir. Zaten imparatorun 532/1138 tarihindeki seferi sırasında Atabeg İmâd el-Dîn Zengi’nin çağrısıyla Bizans’a karşı Türkiye Selçuklu sultanı Mesud ve Arluklu beylerinden Kara Arslan’ın harekete geçmesiyle loannes II. Komnenos acele ile geri dönmüştü[15].
Öte yandan , Bizans imparatorunun özellikle İslâm dünyasına askerî bir sefer yaptığı ve buna karşı Sultan Sencer’den yardım istendiği, yukarda belirttiğimiz açıklamalar nedeniyle, büyük bir ihtimalle mümkün görünmemektedir.Nitekim İbn el-Esir’deki bir ifade(bk.Trk.trc.XI,s.60-61) de bizi desteklemektedir, “ (Bizans) ve ilaçlılar Bizaa önlerine gelince Zengi Kadı Kemâl el-Dîn Ebu’l-Fazl Muhammed el-Şchrizurî’yi Bağdat’a göndererek Irak Selçuklu sultanı Mesud’dan yardım istemişti”. Bu durum doğuda bulunan Sencer’den çok,olayın geçtiği bölgeye daha yakın Bağdat’daki İrak Selçuklu sultanı Mesud’dan yardım istenmesinin daha makul olduğunu göstermektedir[16]. Ayrıca Köprülü ise olayı şu şekilde yorumluyor,” Bu mektubun mevsuk veya sahte olduğunun tetkiki, mevzuumuzun dışındadır. Çünkü, sahte bile olsa, Sencer devrindeki imparatorluk telâkkisinin mahiyetini göstermek bakımından, ehemmiyetini kaybetmez. Bu mektubta Senccr kendisini Maşrıktan Mağrıba kadar bütün İslâm memleketlerinin yegane imparatoru saymakta, ve diğer hükümdarları kendisinin oğulları ve nâiplcri yâni tâbi’leri olarak zikreylemektedir. Hakikaten, o devirlere ait bütün vesikalar ve tarihi vâkıalar da bunu tamamen doğruluyor “.Sonuç olarak, bu konuda bir açık kapı bırakırsak iddiayı öne süren Muhammed Aviî ve nakilcileri,belki de Sultan Sencer’i yüceltmek ve onun İslâm imparatorluğunun yegâne temsilcisi olduğunu göstermek için böyle bir mektubun Bizans imparatoruna yazıldığını belirtmişler veya Bizaa ve Esarib’deki olayların haberini Avfî eserini kaleme aldığı tarihte (1230 yılı civarı) o şekilde hatırlamıştır.
(s. 240) RUM ESİRLERİN SULTAN SENCER’E GÖNDERDİKLERİ ŞİKÂYETNAME
Yüce Tanrı şöyle buyurur: “Celâlim hakkı için, şükrederseniz, elbette size arttırırım ne eğer nankörlük ederseniz, haberiniz olsun ki azâbını çok şiddetlidir.’’ (Kur’ân, XIV İbrahim suresi, âyet 7)
Yüce Tanrı katından şu hitap gelmiştir. Şükredin. Kulların şükretmeleri farklılık gösterir.
Şu fâni dünyada yemekten, giyinmekten haz duyan zavallı, kendi kapasitesi ölçüsünde şükredebilir.
Halkın yönetim işlerini elinde bulunduran, kara parçalarının düzen içinde kalması varlığı ile mümkün olan, dünyanın ve insanların istikamet içinde bulunması kendi sayesinde mümkün olabilen kişi, kendisine verilen bu nimete şükretmezse, onun için şiddetli bir azap vardır.
Âlemin yönetimi -Allah görkemini devamlı kılsın- Selçuklu Devletine bırakılınca, insanların durumlarının düzeltilmesi ve dünya işlerinin düzene sokulması emredildi. Yüce Tanrı’nın bağışı ve keremi sâyesinde, İslâm topraklarını küfrün dalâletinden korumamaktan, bozguncuların ve şirk koşanların soktukları nifağı ortadan kaldırmamaktan, İslâmın izzetini ve ülkenin azametini dünyadaki diğer meliklere kabul ettirmemekten, onları cezasız bırakmaktan hayâ ettiler.
(s.241) Bu devirde zamanın padişahı Muizzüddünyâ ve’d-dîn (dünyanın ve dinin izzetini arttıran), ikinci Zülkarneyn Sencer b. Melikşâh -Allah yardımcılarını aziz elsin, iktidarını kat kat güçlendirsin- dinin ve devletin düzenine düzen katmaktadır. Cihandarlık tacı ve âlemi donatma tahtı onun azametiyle, onun saltanatıyla donanmıştır, bununla da iftihar etmektedir.
Oysa şimdiki durum, öncekinin aksinedir. Âlemin efendisi. Doğunun, Batının padişahı -cihan durdukça cihandarlığı dâim olsun- Selçuklu Devleti için saadet vasıtası, murassa şahlık tacı için geceyi aydınlatan bir incidir, neden İslâm topraklarında küfür sancağı dikildi? Bu sancağın alemi kirlilik göklerine yükseldi. Mü’minlerin meskûn bulunduğu, mescitlerle, minberlerle süslü o diyar domuzlar tarafından kirletildi, rezillik batağı hâline dönüştü. Yoksa padişah “Sîzler sürü çobanısınız ve sürülerinizden sorumlusunuz” hadisini işitmemiş mi?
(s.242)
Alemi yaratan ve herkesin sonunda döneceği Allah hakkı için, her başlangıcın bir sonu olacak, her lezzetin bir karşıtı, bir şiddeti olacaktır.
Allah şânını yüceltsin, sultanımız, efendimiz dünyayı donatma gözüyle çevresine göz atsın. Kendisinden önceki hükümdarlar geçip gittikten sonra ülkenin yönetimi efendimize geçti. Selefleri hükümdarlıkları sırasında böyle zelilce işler yapmadılar, yarını da düşündüler.
“O kaçacağı gün kişinin kardeşinden ve anasından, babasından ve refikasından (eşinden) ve oğullarından, onlardan her kişinin bir şeni (derdi) vardır, o gün başından aşar." (Kur’ân, LXXX Abese suresi, âyet 74 vd.)
(s.243)
Sultanımızın saltanat döneminde -Allah ikbaline ikbal katsın- ülke sathında onaya çıkan bir zalimin elinden varlıklısı, varlıksızı her gecesini huzursuz geçiriyor.
Devrin padişahının Yüce Tanrı’nın celâli sayesinde olanca azameti ve saltanatıyla onu sigaya çekmesi gerekir.
“Biz ise, kıyamet günü için mi zanlara adaleti koruz da hiçbir nefis zerrece zulmedilmez, bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa onu getirir koruz! Hesapçı (olarak) da biz yeteriz.” (Kur’ân, XXI İbrahim suresi, âyet 47)
Biz zavallılar, zulme uğramış olan Rûm esirleri Müslüman kadın, çocuk ve yaşlı olmak üzere, âlimi, cahili, zayıfı, güçlüsü, yoksulu, zengini yaklaşık olarak elli bin kişiyiz. Şikâyetimizi seher vakti çektiğimiz ahlarla, kanlı gözyaşlarımızla karıştırıp Yüce Allah'ın katma havale ediyoruz. “Na gaflet basar onu ne uyku” (Kur’ân, II Bakara suresi, âyet 255) Uyanık Tanrı hürmetine, her nefeste bir âlemi fetheden, yeryüzünün komutanı Sencer b. Melikşâh’a o zorbayı şikâyet ediyoruz. Devrin sultanının hâlâ uykuda olması dolayısıyla feryatlarımız arşa çıktı. Mazlumların "Yarabbi, Yarabbi” sözleri feleğin kulağında küpe oldu, âdeta dertlilerin gönül derdi yüzünden gökyüzünün perdesi karardı. Oysa cihan hâkimi Sultan, Horasan’da tahtına kaykılmış oturuyor, (s.244) Şanı yüce padişahımız “Kasem olsun ki fecre ve leyâl-ı aşr’e (on geceye) ve şef u vetr’e (çifte veteke) ve geceye geçeceği sıra. Nasıl! Bunlarda bir akıl sahibi için bir kasem var değil mi?” (Kur’ân, LXXXIX Fecr suresi, âyet 1-5) âyetinin mânasını bir düşünsün. O zaman Tanrı huzurunda verdiği sözden dönmemesi gerektiğini anlayacak. Eski meliklerin yasaları, kuralları, hâzineleri, ihtiyaçları, yaptıkları güzel şeyler bu âyette büyütülmüştür. Devrin sultanı bu âyeti okumuş olmalıdır. Böyle yapanlar gayret ve izzet sahibi olacaklar, parlak ikbale ulaşacaklardır. Ama iltifat nerede, şefkat nerede, İslâm nerede, Allah’ın emirlerine uymak nerede, Allah’ın yarattıklarına karşı müşfik olmak nerede! Halimiz hakkında kulağına hiç mi haber ulaşmadı? Her hâlde vur patlasın çal oynasın eğlenmekten, aynı zamanda şeytanî bir gurur yüzünden zavallıların durumlarıyla ilgilenmiyor. Sultan Sencer, imdadımıza koş! Sultan Sencer’in elinden Tanrı’ya sığınırız, elaman! Eyvah, eyvah, imdat! İslâm’da revnak kalmadı! Âlemin, insanların hâli perperişan oldu! Şahın içki âlemleri yüzünden insanların yüreği kan ağlamaya başladı.
Biz bîçareler âleme imam olan, gayretli, şehametli, imanlı bu zâtı yüce hükümdarın katına gönderiyoruz. Rûm bîçarelerinin hâlini devrin sultanına anlatacak, (s. 245) İmdada koşanın imdadına koşulur. Âdil davranana âdil davranılır. Küçülten küçültülür. Biz bîçarelerin yenmiş hakkını al. Yüce Allah’ın azametine, kibriyâsına, celâline andolsun ki vücudundaki tüylerin milyon kat karşılığını yarın divan kurulduğunda biz adalet isteyen mazlum bîçarelerden göreceksin. “O gün ki ne mal fayda verir, ne oğullar, ancak Allah’a selim bir kalp ile varan başka!” (Kur’ân, XXVI Şuarâ suresi, âyet 88)
Bu mektup Sultan Sencer’e arzedilince, Sultan Mâverâünnehr’e yöneldi. Ceyhun kıyısında ordugâh kurdu. Rûm melikine tehdit dolu bir mektup yazılmasını emretti. Sonra Rûm’a hareket için hazırlıklara başladı.
MUÎN ASAMM’IN KALEMİYLE SULTAN SENCER’İN RÛM MELİKİNE MEKTUBU
Duyduğumuza göre, Rûm’un büyük Hıristiyan meliki İslâm diyarına gelmiş, zulme başlamış, bazı Müslümanları esir almış, kılıçtan geçirmiş, mallarını yağmalamış, talan ettirmiş, şeytanî bir gurura kapılmış, sonra bu işin akıbetini düşünmemiş. Şunu iyi bilsin ki, Seyyidülmürselîn, âlemlerin Rabbının elçisi. Yüce Allah'ın emri ile Hak dinini aşikâr ettiğinde bu meseleden bütün dünya habersizdi. Yüce Allah dine, millete nusret verince, kısa zamanda bunun izleri her tarafa ulaştı, Doğu ve Batı fethedildi. Tanrı onlardan razı olsun. Dört Halife devrinde (s. 24(5) bu izler Rûm'da ve Abhaz’da da müşahede edildi. Müslümanların üstünlüğünü, kendi düşkünlüklerini, kahroluşlarını gördüler. Birçok kez yeni ordular kurup direnmeye kalktılarsa da, her seferinde orada bir tarih yaşandığım gördüler. Bizim seleflerimiz devrinde ve babamın saltanatı döneminde başlarına geleni gördüler. Rûmlar’ın, Ermeniler’in ve Saklablar’ın kan izleri hâlâ askerlerimizin ve kullarımın kılıçlarında ve mızrak uçlarında durmaktadır.
Allah’a şükürler olsun, bugünkü padişahlığımız eskisinden daha da güçlüdür. Askerler yerli yerindedir, kılıçlar çekilmiştir. Doğudan batıya her yer hükmümüz altındadır. Her ülkeyi bir evlâdımıza ve naibimize havale ettik. Dünyanın yedi ikliminden dördüncüsü Horasan'dır. Burayı kendimize başkent yaptık. Yesrib’i, Bâbülhicâz’ı, Irâk-ı Arab'ı, Diyâr-i Şâııı'ı, Mağrib vilâyetini, Mısır topraklarını ve muzâfâtını kıymetli evlâtlarımıza ve tecrübeli nâyiblerimize bıraktık. Rûm kapısına kadar o beldelerin zaptedihnesini onlara buyurduk. Siyasetimiz o tarafa az ulaştı. Bu sırada oralardaki İslâm esirlerinin mektubu geçti elimize. Otağımız doğuya dönüktü; Ceyhun’dan geçmiştik. Naibimiz olan Mâveraünnehir ve Türkistan padişahı bu dünyadan göçüp gitmiş, buraların halkları Çin’e, Maçin’e kadar başsız kalmıştı. Biz de o tarafların melikini ve naibini atamak istiyorduk.
Esirlerden gelen mektubu okur okumaz otağımızın yönünü batıya çevirttik. O tarafa doğru duraklamadan gelmeye azın ü cczm ettik, (s. 217) Sadece Amid ve Meyyâfârikîn’de duracağız.
Eğer Rûm’un büyük Hıristiyan meliki İslâm esirlerini en iyi şekilde bırakmazssa, İslâm ilinden aldıklarını iade etmezse, bu cesaretinden, bu küstahlığından dolayı özür dilemezse, Rûm’dan Türkistan’a, Hindistan’dan Şam’a, Arap diyarına kadar nerede Müslüman varsa, bütün Hıristiyanları kılıçtan geçirmelerini, nerede kilise, manastır varsa yerle bir etmelerini, ahıra çevirmelerini emredeceğiz.
Maşrık’tan, Mağrip’ten, Sind’den, Hind’den, Türk’ten, Acem’den, Arap’tan büyük orduları o tarafa yollayacağız. Nal sesleriyle dağlar, denizler yerinden oynayacak. Bu orduların kalabalığı yüzünden havada uçan kuşa, karada yaşayan vuhûşa yer kalmayacak. Başkentimizi bundan böyle Kostantiniyye yapacağız.
Bilinmiş olsun ki, Rûm ordusundan büyük, küçük kimseyi sağ bırakmayacağız! Bütün Rûm'u kayserlerden, askerlerden temizleyeceğiz! Yüce Allah’ın İlâhî yardımı sâyesinde Muhammed dinini ve İslâmî şiâıiarı canlandıracağız; Rûm’un kalbinde mescit, minber yapacağız!
(s. 248) Yüce Allah ve resullerin önderi, insanlığın iftihar kaynağı Muhammed aşkına ve şehit sultan Melikşâh’ın ruhuna yemin ederiz, ki, bahsettiğimiz esirler vatanlarına gönderilmezse, bir çocuk bile ahkoyulursa, saydıklarımızın hepsi bir bir gerçekleştirilecektir! Hepinizi âleme ibret haline getirir, Amid ve Meyyâfârikîn dışında sadece Kostantiniyye’de makam tutarız!
FARSÇA METİN