İlk Türk Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin, 1874 tarihinde yayınlanan nizamname olduğu uzun yıllar kabul görmüştür. Ancak 1969 yılında Ahmet Mumcu, bir makalesinde 1869 tarihli Asar-ı Atika Nizanınamesi’ne de yer vermiş ve o zamana kadar bilinen görüşün yanlışlığını ortaya çıkartmıştır[1]. Bu makaleden önce bazı yayınlarda 1869 tarihli nizamnameden dolaylı olarak bahsedilmişse de, bunun farkına varılamamışur. Örneğin 1965 yılında bir bölümü yayınlanan 15 Şevval 1285 tarihli bir belgede, Maarif Nezareti’ne “etraflı bir nizamname lâyihası yapılarak Bab-ı Ali’ye verilmesi” talimatı vardır; başka bir belgede de 1874 tarihli nizamnameden “nizam-ı cedid”, 1869 tarihli nizamnameden de “1285 senesinde mevki-i icraya vaz’olunan nizamname” olarak bahsedilmiştir[2]. Hatta burada yayınlayacağımız vesikalardan 4 Şevval 1285 tarihli belge, mükemmel bir müzenin kurulması hususunda çıkarılan irade olarak, özet çevrisi yapılıp, 1969 yılında bir makalede tanıtılmıştır[3]. Söz konusu irade, 1869 tarihli nizamnamenin tüm maddelerini açıkça belirtiyor ve Maarif Nezareti’nce bu içerikte bir nizamname hazırlanmasını kabul ediyor olmasına rağmen, yine de durumun farkına varılamamış ve ilk asar-ı atika nizamnamesinin 1874 yılında yayınlandığı belirtilmiştir. Bu makaleden, yine burada yayınlayacağımız Şûra-yı Devlet mazbatasından da haberdar olunduğu anlaşılmaktadır. 1996 yılında bir sempozyumda sunduğum bildiride, 1869 tarihli nizamnamenin bazı maddelerine genel bir çerçevede yer vermiş, fakat detaylı yorumuna girmemiştim[4]. 1997 yılında ise, genel bir çerçevede Osmanlı Devleti’nin asar-ı atika nizamnameleri tanıtılırken, ilk kez bu nizamnamenin çevriisi yayınlanmış ve ayrıca 4 Şevval 1285 tarihli belgede hazırlanması kabul edilen nizamname ile 1869 tarihli nizamnamenin ilişkisi kurulabilmiştir[5]. 1999 yılında da bu nizamnamenin yalnızca maddelerinin sadeleştirilip yayınlandığını görüyoruz[6].
Bu makalede, 1869 tarihli nizamnamenin nasıl ortaya çıktığını Osmanlı Arşivi’nden temin etüğinı belgelerle anlatmaya, o günlerde İstanbul’da bir çekirdek olarak var olan müzenin istenilen düzeye getirilmesi ve eski eser araştırmalarının bir kaideye bağlanmasına, dolayısıyla eski eser kaçakçılığının önlemesine yönelik olarak yapılmak istenen girişimleri tespit etmeye ve nizamname hükümlerini irdeleyerek sonuca ulaşmaya çalışacağım.
Konuya ilişkin belgeler, Osmanlı Arşivi’nin İrade-i Şûra-yı Devlet tasnifine kayıtlı, 547 numaralı 8 adet vesika ile Sadaret Mektubî Mühimme Kalemi tasnifinde bulunan 433 numaralı bir vesikadan ve 13.2.1869 tarihli Takvim-i Vakayi gazetesinde yer alan 1869 tarihli Asar-ı Atika Nizaınnamesi’nden oluşmaktadır.
Avrupa’da gelişen müzecilik ve buna bağlı olarak oluşan talep, Osmanlı İmparatorluğu’nu eski eser kaçakçılığından en fazla zarar gören bir ülke hâline getirmiştir. Bu husus, o dönemde büyük bir rahatsızlık yaratmış, ancak mevcut düzenlemeler de çözüme yönelik bir çare olamamıştır. Ruzname-i Ceride-i Havadis gazetesinin 17.1.1865 tarihli nüshasında yer alan bir haberde; değerli eski eserlerin yurt dışına götürüldüğü ve yabancı müzelerinin bu eserlerle süslendiği belirtilerek, meydana çıkacak her çeşit eski eserin alınıp toplanması ve İstanbul’a yollanmasına dair bir Padişah emri olsa, bu arada İstanbul’da büyük bir müze inşa edilse, yakın zamanda bu müzenin nadir eserlerle ağzına kadar dolacağı, Avrupa müzelerinin ayarına geleceği, hatta onları geçeceği ve bu çerçevede eski eserlerin yurt dışına çıkarılmaması yönteminin kabul edilmesinin faydalı olacağı ifade edilmiştir[7]. Bu yazının, o dönemde aydınlar arasında taraf bulduğu, daha doğrusu onların görüşünü yansıttığı düşünülebilir. Bu çerçevede Maarif Nazırı Saffet Paşa tarafından bütün valilere bir genelge gönderildiği, bölgelerindeki eski eserlere dikkaderi çekilerek, bunların yollarda kırılmayacak şekilde ambalaj edilmesi ve müzeye gönderilmesinin istendiği bilinmektedir[8]. Aslında 1869 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin ortaya çıkışını da, gazetelere de yansıyan bu gibi sorunlara çare arayan aydın ve bürokradarın itici gücüne bağlamak gerekecektir.
Konuya geçmeden önce 1869 tarihli nizamnamenin yayınlandığı 13.2.1869 tarihinden önceki yasal düzenlemelere bir göz atmakta yarar vardır.
13.2.1869 Tarihinden Önceki Yasal Düzenlemeler
1869 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi'nden önce, eski eserlerin hukukî durumları fıkıh esaslarına göre düzenlenmiştir. Bunun yanı sıra 1858 tarihli Ceza Kanunnamesi’nde ve emir-namelerde konuya ilişkin düzenlemeler göze çarpmaktadır. Ancak tüm bu düzenlemeler yeterli olmamış, eski eserlerin korunması da ön plânda tutulamamıştır.
Fıkıh kitapları, eski eserden, ancak "malik ve sahibi belli bulunmayan" taşınabilir eşya dolayısıyla bahsetmiştir. Taşınmaz eski eserler ise, ya vakıflara, ya özel Jçişilöre veya devlete (mirî mallar) aittir. Sahipsiz araziler, eğer ihya yoluyla iktisap edilmemişse herkesin faydalanmasına açıktır. Devlet ve özel kişiler sahip oldukları taşınmaz eski eserler üzerinde her türlü tasarrufa sahiptir. Sahipsiz arazi üzerinde bulunan ve kimseye ait olmayan taşınmaz eski eserler de rahatça sökülüp tahrip edilebilirdi. Bu nedenle vakıf malları, diğerlerine göre, vakfın imkânları çerçevesinde daha iyi korünabilmişlerdir[9].
Hangi tür arazide bulunursa bulunsun kimin malı olduğu belli olmayan taşınır eşya ile ilgili iki türlü işlem yapılmaktadır:
aÜzeri kelime-i şahadet ya da İslâm için tanınmış başka bir işaretle süslü ise, bu eşya lukata hükmündedir. Lukata hükümlerine göre, eşyayı bulan, "sahibinin adem-i talebine zan hâsıl oluncaya" kadar durumu ilân eder. Sonuç çıkmazsa bakılır; eşyayı bulan yoksul ise kendisi alır, zengin ise ya fakirlere, ya da Beytülmal’a verir.
bÜzerine İslâm’dan başka dinlere ait işaretler ya da İslâm olmayan hükümdarların adları kazınmış ise, bu eşyanın beşte biri Beytülmal’a alınır. Geriye kalanı, arazi fethedildiği zaman Padişah tarafından kime tahsis edilmişse ona, yahut hayatta bulunan mirasçılarına verilir. Mirasçı da yoksa, eşyanın hepsi Beytülmal’a kalır. Eğer arazi kimseye tahsis edilmemişse ve mirî de değilse, eşyanın beşte biri alındıktan sonra geri kalan bölümü onu bulana verilir. Ancak yabancı bir ülke uyruğunda bulunan kimseler bu hakka sahip değildir. Bu hâlde eşyanın sahibi devlettir. Fakat yabancı birisi Sultan izni ile define arıyorsa, kendisine şart edilen hisse verilir. Bulunan eşyanın hangi kategoriye girdiği anlaşılamıyor ise, (b) bendindeki hükümler uygulanır[10].
Fıkıh hükümleri, kaçak kazıları ve eski eser kaçakçılığını önceleyecek hususlara yer ver-memiştir. Hatta taşınabilir eski eserlere sahip olmak bir hayli kolaydır ve bu durumda devlete kalan pay da sınırlıdır[11].
28 Zilhicce 1274 (8.8.1858) tarihli Ceza Kanunnamesi’nin 133. maddesi, hayrat-ı şerife ve tezyinat-ı belediyyeden olan ebniye ve asar-ı mevzuayı hedm ve tahrip veyahut bazı mahallerini kırıp rahnedar edenlere, zararı tazmin ettirdikten sonra, bir aydan bir seneye kadar hapis, bir mecidiye alandan on mecidiye aluna kadar para cezası getirmektedir[12]. Bu hüküm sadece kutsal ve anıtsal yapılara girişilecek tecavüzleri cezalandırmaktadır[13].
Sayda kazısında bulunmuş eski eserlere ilişkin 30 Mart 1290 (11.4.1874) tarihli bir belgeden; 18 Zilkade 1280 (25.4.1864) tarihli bir emirname ile kazı ruhsatının “bulunacak asar-ı atikadan ikili olanlardan birer adedi Devlet-i Aliyye Müzesi için alınacak, birli olanları kendisine terk olunmak ve bir mahalle alâmet veyahut sair surede vaz’olunmuş asar-ı atika merkûz olduğu mahalden ihraç olunmamak” şardarıyla verildiği anlaşılmaktadır[14]. Burada yayınladığımız belgelerde de bu emirnamenin içeriğini görebiliriz. Bunlardan 1 numaralı belge, 4.4.1863 tarihli olup, söz konusu emirnameden bir yıl öncesine aitür. Burada ayrıca, devlete ait olmayan yerlerde eski eser araşürılacak ise, her şeyden önce, o yerlerin sahiplerinin rızasının gerekûği vurgulanımşür. İlk ruhsaüı kazının 1843 yılında verildiği kabul edilir ise, söz konusu emirname ile getirilen sınırlamaların bu tarihten itibaren kazı ruhsatı isteyen herkese uygulandığı düşünülebilir[15]. Bu emirnamelerde yer alan hükümler, 1869 yılına kadar da kullanılmış olmalıdır.
1869 Tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesinin Oluşumu
Tophâne-i Amire Müşîrliği’nde bulunmuş olan Fethi Ahmet Paşa, asar-ı atikaya duyduğu merakla Harbiye Ambarı olarak kullanılan Cebehane’nin, bugünkü Aya İrini’nin bir köşesinde topladığı antikalar ile 1846 yılında ilk müzenin vücuda getirilmesine yol açmıştır[16]. Fethi Ahmet Paşa’nın vefatından sonra, 1285 (1868-1869) yılında Ali Paşa’nın sadareti zamanında eski eserlerin toplanmasıyla bir müze vücuda getirilmesi fikri yeniden oluşmuştur[17]. 1869 tarihli nizamnamenin oluşumu bu döneme rastlar. Tanıtacağını belgelerin arasında yer alan bir vesika, o dönemde var olan düzenlemeye ilişkin bilgi vermekle beraber, 1869 tarihli nizamnamenin ortaya çıkmasına da neden teşkil etmiştir.
Bu belge, İzmir Valisi’ne[18] yazılmış 15 Şevval 1279 (4.4.1863) tarihli bir emirnamedir[19]. Bu emirnamede; İngiltere tebaasından Con Portle Vud[20] için, 1864 senesinin Haziran ayının başına kadar, Aydın Eyaleti dahilinde bulunan Ayasluğ ile Gavurköyü civarında ve Eskikale adlı yerin etrafında yer alan harabelerde kazı ve keşif yapmak üzere ruhsat verilmesi ve adı geçene gerekli yardım ve kolaylığın gösterilmesinin sefaretten istendiği bildirilerek, eski eser araştırması yapanların çıkaracakları eserlerden ikili olanların birer adedi Devlet-i Aliyye Müzesi için alınması ve tek olanların kendilerine terk edilmesinin yürürlükteki kaide ve emsalin gereği olduğu, bir mahallin sembolü olmak üzere, değişik nedenlerle konulmuş eski eserlerin ait olduğu mahalden çıkarılmasının caiz olamayacağı, devlete ait olmayan yerlerde eski eser araştırılacak ise, her şeyden önce o yerlerin sahiplerinin rızasının gerektiği hatırlatılmış ve bu usule uygun olarak adı geçenin orada Haziran ayının başına kadar eski eser çıkarmasına engel olunmaması, gerekli yardım ve kolaylığın yapılması hususlarında talimat verilmiş, ayrıca Devleti Aliyye için alınacak eserler olursa alınıp korunması ve durumun bir yazı ile bildirilmesi istenmiştir (Belge: 1).
Kazı ve araştırmalara ilişkin işlemler bu çerçevede yapılırken, ilk Türk Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin ortaya çıkış serüveni, 1868 yılının Şubat ayında Aydın Vilâyeti’ne yeni bir valinin atanması ile başlar. Bu vali İzmirli Hekim İsmail Paşa’dır. Kendisi bu görevden önce çeşitli nazırlık ve valilik görevlerinde bulunmuş, hatta 1853 yılında İzmir Valisi de olmuş bir yöneticidir. Dik başlı olması sebebiyle 1866 yılında Girit Valiliği’ndcn alınmış, Dersaâdet’e Celb Müşiri yapılmıştır[21]. Bu görevden tekrar Aydın Vilâyeti’ne, yani İzmir’e vali olarak atanan Paşa, devlet mekanizmasını da çok iyi tanıyan atak biridir. Göreve başladıktan sonra, kendisine İngiltere Konsolosluğu vasıtasıyla Sadaret’in 21 Zilkade 1283 (28.3.1867) tarih ve 383 sayılı emirnamesi gönderilmiştir. Bu emirnamede; Con Portle Vud’a verilen sürenin, bitimi tarihinden itibaren, dördüncü kez, bir sene daha uzatılması, adı geçen yerlerde bulunan harabelerde keşif ve kazı yapmak üzere daha önce yazılan talimat hükümlerine uyularak, eski eser araştırmasına engel olunmaması yazılıdır (Belge: 2). Ancak bu şahsın çıkardığı eserleri demiryolu vasıtasıyla naklettiği bilinmektedir. Ayrıca civarda ruhsatsız kazılar da yapılmaktadır.
Bunun üzerine Vali, konu ile ilgili olarak, Aydın Demir Yolu Komiserliği’nin bilgisine başvurur. Aldığı cevap yazısından, bu şahsın 1868 yılına kadar sözü edilen mahallerden adet ve miktarı bilinmeyenlerden başka 51 adet taş ile 6 şimendifer arabası ve 2 sandık dolusu eski eseri İngiltere’ye gönderdiği anlaşılmaktadır. Bunların içinde Devlet-i Aliyye Müzesi’ne terk edilmesi gereken eserlerin de olabileceği aşikâr ise de, hiç birini vermediği tespit edilmiştir. Bu eserlerin sınıflandırılması ve sayısına ilişkin ayrıntılı bilgi elde edilmesine de imkân bulunamamıştır.
Konuya ilişkin olarak, Aydın Demir Yolu Komiser Vekili Mösyö Edvars tarafından Aydın Valisi’ne sunulan 1 Ağustos 1868 tarihli yazının tercümesinde; Mösyö Vud tarafından İngiltere’ye nakledilen eserlerin miktarına ilişkin genel bilgiler vardır. 1863 senesinden itibaren nelerin nakledildiğine ilişkin Demir Yolu Kumpanyası’nca bir sayı beyan edilememiş, fakat 1867 senesinden evvel az kıymette eski eserin İzmir’e naklolunarak İngiltere’ye gönderildiği resmî olmayan bir malûmat olarak sunulmuştur. 1867 yılında 29 Ekim’de 39 adet taş, 9 Kasım’da 1 araba taş, 15 Kasım’da 2 sandık ve 3 parça taş, 4 Aralık’ta 9 parça taş, 1868 yılında ise 14 Şubat’ta 1 araba, 17 Şubat’ta 3 araba ve 19 Şubat’ta da 1 araba taş İzmir’e naklolunmuştur. 1868 yılının Şubat ayı içinde demir yolu istasyonuna nakledilen eserler İngiliz Harp gemilerinden Teryil adlı gemiye yüklenmiştir. Bu eserlerin çoğu Rumca harflerle işlenmiş bazı taş ve put parçalarıdır (Belge: 3).
Vali, Sadaret’e bir yazı yazarak, konuyu kısaca özetlemiş ve sorunun çözümüne yönelik olarak da önerilere yer vermiştir. Yazıda; bu şekilde eski eser araştıranların çıkaracakları eserlerden ikili olanlardan birer adedi Devlet-i Aliyye Müzesi için alınması, tek olanların kendilerine bırakılması kaide ve emsal olarak konmuş ise de, böyle ikili eserin pek nadir bulunduğu, bir süreden beri bu gibi ecnebilerin çoğunun izin alarak vilâyetin her tarafında araştırmalar yapması sonucu, külliyetli miktarda eski eser çıkararak memlekederine naklettikleri vurgulanmış, Sadrazam iradeleriyle uygun bulunursa;
-Eski eser araştırma ruhsatı isteyenlerin, masrafları kendileri tarafından karşılanmak üzere, yanlarında bir memurun görevlendirilmesi,
-Bu araştırmalarda çıkacak eserlerin ikili olanların biriyle yetinmeyerek, ya yarısı, ya da üçte biri veyahut hiç olmazsa dörtte birinin Devlet-i Aliyye Müzesi için alınması,
-Bazı Avrupalıların ruhsatsız olarak kazı yapmalarına engel olunması için, ruhsatsız kazı yapılmasının yasaklanması,
gerektiği belirtilmiş ve gereğinin yapılması için keyfiyetin bildirilmesi istenmiştir (Belge: 4). Yazı ekinde Sadaret’e Aydın Demir Yolu Komiserliği’nden alınan 1 Ağustos 1868 tarihli yazının 28 Temmuz 1284 (9 Ağustos 1868) tarihinde onaylanmış tercümesi de gönderilmiştir.
Aydın Valisi’nin 6 Cumâde’l-ûlâ 1285 12 Ağustos 1284 (24 Ağustos 1868) tarihli ve 97 numaralı yazısı, Şûra-yı Devlet’e havale edilmiş, orada Nafıa Dairesi’nde okunmuş, bu yazının antika araştırması hakkında bazı usullerin konulması gerektiğini bildiren bir yazı olduğu belirtilmiş ve konu özetlenerek, belirlenen görüşler bir yazı ile Heyet-i Umumiyye’ye sunulmuştur (Belge: 5/1-2).
Bu belgede; Osmanlı topraklarında eski eser araştırması yapacaklara bulunacak eserlerden çift olanlarından birinin Devlet-i Aliyye Müzesi’ne bırakılmak üzere izin verildiği, ikili olanların pek nadir olduğu, olanların da saklandığı tespiti yapılarak, eski eserlerin Osmanlı topraklarında diğer ülkelere nazaran daha fazla bulunduğu, buna rağmen Avrupa Müzelerinin sık sık buradan götürülen eserlerle doldurulduğu ve medenî devletler tarafından uzun zamandan beri müzeler açılarak, gitgide eksikliklerinin tamamlanmasına özen gösterildiği hâlde, bizde henüz bir müzenin bulunmamasının yakışık almayacağı belirtilmiş ve bir süre daha bu şekilde eski eser çıkarılmasına müsaade edildiği takdirde, ne kadar kıymedi ve nadir eser varsa çıkarılıp yurt dışına götürüleceği, bu nedenle bu soruna bir çare bulunmasının işin gereği olduğu ortaya konmuştur. Aydın Valiliği’nin çıkarılacak eserlerden uygun bir miktarın alınması önerisi, taksim için eserin değerinin bilinmesi gerekeceği ve nadir parçaların kıymet takdirinin yapılmasının mümkün olamayacağı gerekçesiyle reddedilmiştir. Bu eserlerin çoğu yabancı olan bir takım antikacıların eline geçtikten sonra, taksim külfetine düşmektense, İstanbul’da mükemmel bir müze tanzimi, bunun için bundan sonra şunun bunun eser araştırmalarına izin verilmeyip, eski eser çıkacağı umudu olan yerlerde hükümet tarafından keşif ve araştırma yaptırılmak üzere Hazine’den yüz bin kuruş ayrılması, bir bölgede eser gömülü olduğunun haber alınması hâlinde, uzmanlar marifetiyle incelenerek elde edilen bilgilerle birlikte, ne şekilde kazı yapılması gerektiğinin ve ne miktar masrafla çıkarılmasının mümkün olabileceğinin etraflıca bir yazı ile bildirilmesi hususunun vilâyetlere tavsiye edilmesi, Maliye Nezareti’ne de bilgi verilmesi ve bundan böyle eski eser araştırmak isteyenlere izin verilmeyeceğinin Bab-ı Ali’ce ilgili daireye kayıt ettirilmesi uygun görülmüş, ancak konunun bir kere de Heyet-i Umumiyye’de müzakere edilmesi istenmiştir.
Heyet-i Umumiyye, Nafıa Dairesi’nce hazırlanan mazbatayı incelemiş, 22 Ramazan 1285 24 Kanun-ı evvel 1284 (5.1.1869) tarihli ve 903 numaralı kararla görüşlerini belirtmiştir (Belge: 6/1-2). Aslında bu karar, aynı zamanda daha sonra yayınlanacak olan 1869 tarihli Asarı Atika Nizamnamesi’nin de maddelerini açıkça belirlemiştir. Bu kararda; öncelikle konunun kısa bir özeti verilmiş, Nafıa Dairesi’nin eski eser araştırmalarına izin verilmemesi görüşü reddedilmiş, buna karşın Avrupa’da, bilhassa Fransa’da resmî izinle eski eser çıkarılmasına engel olunmadığı, fakat çıkarılan eserlerin başka memleketlere götürülmesine müsaade edilmediği vurgulanmışür. Bu anlayışla;
-Yerli ve yabancı, memleket dahilinde eski eser araştıracak olanların evvela resmî izin için müracaat etmeleri,
-Devletçe sakınca görülmeyip de izin verildiği takdirde, araştıracakları ve çıkaracakları eserleri başka ülkelere nakledemeyip, dahilde istediklerine, talep olunur ise hükümete satmağa izinli olmaları,
-Bir adamın mülkü içinde çıkan eski eserin, kendisinin malı olduğu,
-Her nevi eski sikkelerin yurt dışına gönderilmesinin, konulacak yasaktan istisna kılınması,
-Eski eser çıkarılması için verilecek iznin, yalnız yer altındaki eserlere ait olduğu, yer üstünde olan her türlü eski eserin ve onların müştemilat ve teferruaündan olan şeylerin hiç bir zaman sökülmesine ve kırılmasına izin verilmemesi, buna cesaret eden olur ise kanunen cezalandırılması,
-Bir devlet tarafından resmen eski eser talep edilmesi hâlinde, vuku bulacak resmî iltimasın kabul edilmesi ve yerine getirilmesinin Padişah’m özel iznine bağlı olması,
hususları sorunun çözümüne yönelik olarak ön plâna çıkarılmıştır.
Ayrıca devletçe eski esere vâkıf memurlar bulmak, ihtiyaç duyulan yerlerde araştırma yaptırmak, elde edilecek eserleri düzgün bir şekilde korumak ve bunları teşhir etmek üzere Nafıa Dairesi’nin önerdiği yüz bin kuruşun yeterli olamayacağı düşünülmüş ve bu girişimin gecikmemesi için, ödeneğin iki yüz bin kuruşa çıkarılarak, Maarif Nezareti’nin bütçesine ilâve edilmesi önerilmiştir.
Heyet-i Umumiyye’nin yazısında; bu gibi yeni faydalı işler ve icraatın, Devlet Müzesi adına gereken eski eserin araştırılması ve çıkarılmasının etraflı bir nizamname ile sağlanması, gerek devlet namına eski eser çıkarılmasıyla umumî bir müze tanzimi ve gerek kaidelere uygun olarak eski eser araştırılması için talep olunacak ruhsatların tetkiki ve verilmesi faaliyetlerinin Maarif Nezareti’ne havalesi, belirlenen esaslar dahilinde uzmanlarla müzakere edilip bir nizamname lâyihası yapılarak Bab-ı Ali'ye sunulması, Saray-ı Hümayun kompleksi içinde yer alan Cebehane’de bir çok nadir eserin bulunduğu, binanın geniş ve sağlam olduğu, buradaki eserlere ilâveten önerilen usuller sonucu ele geçecek diğer eserlerin burada korunmasının ve bu binanın umumî müze olarak kullanılmasının mümkün olacağı, bu çerçevede Maarif Nezareti’nin bilgilendirilmesi ve yıllık iki yüz bin kuruşun Maarif bütçesine aktarılması için Hazine’ce gereğinin yapılması hususunun Maliye Nezareti’ne havalesi konularına da yer verilmiştir.
Aydın Valiliği’nin şikayeti de göz önüne alınmış ve tacir olarak nitelenen Con Portle Vud’un izninin yakında yayınlanacak nizamnameye kadar ertelenmesi doğrultusunda Aydın Valiliği’ne Sadaret tarafından bir cevap verilmesi hususu da öneri olarak getirilmiştir.
Konu ile ilgili olarak hazırlanan ve Padişah’a sunulan 4 Şevval 1285 (18.1.1869) tarihli irade-i seniyyede Heyet-i Umumiyye’nin önerilerine yer verilmiştir. Bu yazının altında yer alan 5 Şevval 1285 (19.1.1869) tarihli belgede de bu öneriler uygun bulunmuştur (Belge: 7).
Sadaret Mektubî Mühimme Kalemi tasnifinde kayıtlı 15 Şevval 1285 (29.1.1869) tarihli bir yazıdan, konuya ilişkin olarak, Maarif ve Maliye Nezaretleri ile Aydın Valiliği’ne gerekli talimatların yazıldığı anlaşılmaktadır (Belge: 8). Maarif Nezareti’ne gönderilen yazının bir bölümü daha önce yayınlanmıştır[22]. Bu yayında belgenin tasnif numarası verilmemiş ve yazının sonu adet olmadığı üzere “cevabı yoktur” cümlesiyle bitirilmiştir. Bu ifadenin yazıya sonradan eklenen bir cümle mi, yoksa yazarın kendi tespiti mi olduğu tam anlaşılamamıştır.
Konuya ilişkin belgelerin biri de, irade-i seniyyeye bağlı olarak kaleme alınmış 20 Şevval 1285 (3.2.1869) tarihli bir pusuladır. Üzerinde irade-i seniyyede adı geçen nizamname yapıldıktan sonra, sefaretlere tebliğ olunmasına yönelik bir talimat notu vardır (Belge: 9).
Söz konusu nizamname Takvinı-i Vakayi gazetesinin 1 Zilkade 1285 1 Şubat 1281 (13.2.1869) tarihli nüshasında yayınlanmıştır (Belge: 10). Nizamnamenin giriş bölümünde;
-Antika olarak adlandırılan eski eserlerin kıymet ve önemi vurgulanaı ak, bunların diğer ülkelere nazaran, imparatorluğun her tarafında çoklukla bulunduğu,
-Eskiden İstanbul’da mükemmel bir müze tesisi tasavvur edilerek, antika araştıranlara çift olarak bulunan eski eserlerin birer adedi Devlet-i Aliyye’ye terk olunmak üzere ruhsat verilmek gibi bazı usullerin uygulandığı, ikili eski eserlerin pek nadir çıktığı, benzeri bulunanların da saklanıp gizlendiği, bu çerçevede getirilen yöntemin belirlenen amaç için yeterli olamadığı, bundan dolayı da müzenin şimdiye kadar istenilen düzeye getirilemediği,
tespideri yapılarak;
-Eski eserlerin kıymet ve öneminden dolayı daha mükemmel bir düzen kurularak, antika araştırması hususunun yazılı kurallar hâline getirilmesi,
-Söz konusu müzenin düzenlenerek ve eksiklikleri giderilerek, mevcut eserlerin teşhir olunması, kayıt ve benzeri işler ile gerekli ayrıntıların incelenmesi ve yürütülmesi hususlarının Maarif Nezareti’ne bağlanması,
-Masrafların karşılanması için adı geçen bakanlığın bütçesine gerekli meblağın tahsis edilmesi,
hususlarının bu defa Padişah tarafından emredildiğinden, bunun gereği olarak da ni-zamnamenin Maarif Nezareti’nin teşebbüsüyle kaleme alındığından bahsedilmiş ve maddelere geçilmiştir. Günümüzün anlaşılabilir ifadeleriyle;
1- Bundan böyle Osmanlı ülkesinde eski eser araştırması yapmak isteyenler, her şeyden evvel Maarif Nezareti’ne müracaat edip resmen izin almadıkça, hiçbir tarafta eski eser araştırması yapamayacaklardır.
2- Devletçe sakınca görülmeyip de kendilerine izin verilenler, araştıracakları ve çıkaracakları eserleri başka devledere nakledemeyip, dahilde istediklerine talep olunur ise hükümete satmağa izinli olacaklardır.
3- Bir adamın mülkü içinde çıkan eski eserler kendisinin malı olacaktır.
4- Her nevi eski sikkelerin yurt dışına gönderilmesi, konulacak yasaktan istisna tutulacaktır.
5- Eski eser çıkarılması için verilecek izin yalnız toprak altında bulunacak eserlere ait olup, yüzeyde olan her türlü eski eserin ve onların müştemilat ve teferruatından olan şeylerin hiçbir zaman sökülmesine ve kırılmasına izin verilmeyecek, buna cesaret eden olur ise kanunen cezalandırılacaktır.
6- Bir devlet tarafından resmen eski eser talebi için vuku bulacak iltimasın kabul edilip yerine getirilmesi Padişah’ın özel iznine bağlı olacaktır.
7- Eski eser araştırması ve kazısından anlayan ve bilgisi olup da bunu adı geçen nezarete ispat edebilenlerin masraf ve ücretleri Hazine’den karşılanmak üzere kendilerine memuriyet ve resmî izin verileceğinden, bu kişiler adı geçen nezarete müracaat edeceklerdir.
Değerlendirme ve Sonuç
1869 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin, ortaya çıkış nedeni araştırıldığında, bunun iki sorunu çözmeye yönelik olduğu, diğer belgelerin yanı sıra nizamnamenin giriş bölümünde de açıkça görülebilir. Bunlardan biri, eski eserin ülkemizde çok bulunmasına rağmen, İstanbul’daki müzenin Avrupa müzelerinin ayarına getirilememesi, diğeri ise bu amaca yönelik olarak yabancılara, kazılarda ortaya çıkan eserlerin ikili olanlarının birer adedi Devlet-i Aliyye’ye terk olunması şartıyla ruhsat verilmesine rağmen, bu eserlerin devletten gizlenmesi ve hemen hemen tamamının ynrt dışına götürülmesidir. Tabii ki birbirine bağlı bn iki sorunu değerlendiren ve buradan bir sonuç çıkararak çözüm üreten aydın kesimi, bürokratik mekanizmayı harekete geçirecek kültürel bilinçlenmeyi yaraünaya başlamışür. Ruzname-i Ceride-i Havadis gazetesinin 17.1.1865 tarihli nüshasındaki haber, aslında bu ortamı hazırlamaya çalışan iyi bir örnek olmaktadır.
1868 yılında Aydın Vilâyeti’ne vali olarak atanan Hekim İsmail Paşa, İstanbul’da bulunmuş ve nazırlık da yapmış aydın bir kişi olarak, bu kültürel bilinçlenme ile görevine başlamış olduğu düşünülebilir. İdarî mekanizmayı iyi bilen Paşa, kazı ve araştırmalara ilişkin sorunları tespit eüniş, çözüm önerileri ile birlikte Sadaret makamına sunmuştur. Getirdiği çözüm, izinsiz kazı ve araştırmaların yasaklanması, bu tür çalışmalarda masrafları araştırmacı tarafından karşılanmak üzere bir memurun yer alması ve çıkan eserlerden alınan payın yükseltilmesi şeklindedir. Sorunun J. T. Wood örneği ile İstanbul’a taşınması, çözümüne yönelik olarak, eski eserler ve müzeler üzerine bir takım düşüncelerin geliştirilmesine neden olmuştur. Soruna bulunan çözüm, yine etkisi altında kalınan Avrupa’nın uyguladığı sistemi aktarmak olmuştur. Belgelerde görüleceği üzere, Avrupa’da, bilhassa Fransa’da uygulandığı ifade edilen, “resmî izinle eski eser çıkarılması ve çıkarılan eserlerin başka memleketlere götürülmesine müsaade edilmemesi” gibi bir ilke esas alınmıştır.
Maarif Nezareti’nden izin alınmadıkça Osmanlı topraklarında eski eser araştırması ya-pılmasının yasaklanması, aslında eski eser korumacılığının bir düzene sokulmasına yönelik önemli bir tedbir olarak görünmektedir. Bu, aynı zamanda kaçak kazıları da önlemeye yönelik bir önlemdir. Bu çerçevede, yürürlükte olan 8.8.1858 tarihli Ceza Kanunnamesi’nin 133. maddesine atıfta bulunularak, eski eser çıkarılması için verilecek iznin yalnız toprak altında bulunacak eserlere ait olduğu, yüzeyde olan her türlü eski eserin sökülüp kırılmasına izin verilmeyeceği, buna cesaret edenlerin kanunen cezalandırılacağı belirtilmiştir.
Bir adamın mülkü içinde çıkan eski eserler o kişiye ait olacaktır hükmünün temelinde ise, fıkıh hükümleri ve emirnamelerin yanı sıra 1858 yılında yürürlüğe giren Arazi Kanunnamesi’nde özel mülkiyetin filizlenmeye başlaması da aranabilir. Yani eski eserler henüz devlet malı olarak görülmemiş, mülkiyet hakkı, bulunduğu toprağın sahibine bırakılmıştır. Sorun ileri aşamalarda büyüdüğünde, öncelikle Aydın Valisi’nin getirdiği öneriler ön plâna çıkmış ve bu çerçevede 1874 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi’nde çıkarılan eserlerin 1/3’ünün Devlet Müzesi için alınması (mad. 3), denetimi zor olan yerlerde bulunan kazılarda, masrafları ruhsat sahibi tarafından karşılanmak üzere, bir memurun görevlendirilmesi (mad. 21) hususları yer almıştır[23].
Ülkemizde ilk müzenin 1846 yılında kurulduğu kabul edilmekle beraber, belgelerden, müzenin 1869 yılında henüz bir çekirdek müze görünümünde olduğu ve bunun istenilen düzeyde bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu çerçevede eski Cebehane’de nadir eserlerin bulunduğu, binasının da geniş ve sağlam olduğu saptaması yapılarak, burasının umumî müze yapılması önerilmiş, bu öneri de kabul edilmiştir. Amaç ülkemizde Avrupa müzeleri ayarında bir müze kurmak olunca, getirilen çözümlerden biri, doğal olarak, araştırılan ve kazılardan çıkarılan eserlerin yurt dışına çıkarılmasının yasaklanmasıdır. Böylece eski eser kaçakçılığını önlemeye yönelik ilk tedbir alınmıştır. Bu eserlerin yurt içinde alımı ve satımına izin verilmiş, ancak bu eserlerden talep edilen olursa, bunların devlete satılması ilke olarak benimsenmiştir. Bu, aslında daha sonra eski eser yasalarımızda ortaya çıkacak olan, devletin saun almada öncelik hakkının ilk şekli olarak görülmelidir. Bu sayede müze, koleksiyonlarını geliştirip büyütebilecektir. Bu müzenin geniş seksiyonlara sahip olabilmesi için, kazı yapılarak eser elde etmesi de gerekir ki, bu çerçevede örgütsel bir yapıya ve uzmana ihtiyaç vardır. Çözüm olarak. Maarif Nezareti’ne bu amaca yönelik olarak görev verilmiş, antika araştırması ve kazısı hakkında bilgisi olan ve bunu nezarete ispat eden kişilere giderleri Hazine’ce karşılanmak üzere memuriyet ve resmî izin verileceği nizamname maddesi olarak yer almışür. Maarif Nezareti ayrıca, tüm kazı ve ruhsat işleri ile ilgilenecektir.
Bazı devlederin eski eser taleplerinin olduğu bir dönemde, bu istekleri kabul etme ve yerine geürme yetkisini Padişah elinde tutmuştur. Bu husus tabii ki İdarî yöneümin bir gereği olarak görülebilir. Ancak bu, nizamnamenin en esnek maddelerinden biridir. Padişah’a verilen bu yetki, belli bir zaman sonra, yabancıların bu kanaldan izin alma yoluna gitmelerine neden olmuş ve bir yerde eski eserlerin yurt dışına çıkarılma yasağı, bu şekilde tartışılır hâle gelmiştir. Eski sikkelerin yurt dışına gönderilmesi hususunun getirilen yasakların dışında tutulması ise, bir soru işareti olarak kalmıştır. Belki de bu tür eserlerin çok bulunması ve eski eser kapsamında görülmemesi, bu soruya bir cevap olabilir.
Bu nizamname, yayınlandığı 1869 yılından 1874 yılına kadar, yürürlükte kaldığı sürece uygulanmış mıdır? “1285 senesinde mevki-i icraya vaz’olunan nizamname” sözünden, bu ni-zamnamenin kesin olarak yürürlükte bulunduğu belirtilmişti[24]. H. Schliemann’ın Troya kazısına ilişkin yayınında, 1869 tarihli nizamnamenin yürürlükte olduğuna ilişkin bir ifadeye rastlanmaktadır. Troya’da kazı yapacağı yerin önce hükümet tarafından satın alındığından bahseden H. Schliemann, daha sonra ise, bunun yanlış olduğunu, burayı kendisinin satın almaya çalışüğını, hatta pazarlığını da yaptığını, ancak arazinin Saffet Paşa tarafından satın alındığını belirtmekte ve bu saüşı öğrendikten sonra da “Böylece kazı yapabilecektim, ancak bulduğum her şeyi kendisine vermek zorundaydım. Ona .... kazı yapmak istemediğimi anlattım. O zamanki Amerikan elçisi Bay Wyne Mac Veagh’in kanalıyla Saffet Paşa, kazıları yapmamı ve bulduklarımın yalnızca yarısını vermemi teklif etti; bunun üzerine bulduğum hâzinenin payıma düşen yarısını Türkiye’den çıkarma hakkını korumak kaydıyla isteğini kabul ettim. Bana Nisan 1872’de verilen bu hak bir bakanlık kararı ile geri alındı; bu kararda bulduğum eserlerin bana ait yarısından hiçbir şeyi dışarı çıkaramayacağım, ancak onları Türkiye’de satabilme hakkına sahip olduğum belirtiliyordu.” ifadelerine yer vermiştir[25]. H. Schliemann’ın anlattıklarının abaruh olduğu düşünülmelidir. Burada 1869 tarihli nizamnamenin 2. maddesi uygulanmışur. Söz konusu arazi de Müze-i Hümayun adına satın alınmıştır. Bilindiği gibi, Schliemann, kendisine bırakılan bu payla da yetinmemiş ve 1873 yılında bulduğu Priamos hazînesinin tamamını yurt dışına kaçırmıştır.
1869 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin, genel bir çerçevede incelendiğinde, detaya inen bir yasa olmadığı, bilimsel kaygıları ve korumacılığı primitif düzeyde tuttuğu görülmektedir. Nizamname, eski eserlerin yurt dışına çıkarılmasından rahatsız olan Osmanlı’nın kaygılarını ortaya koyan, bu çerçevede çözümü sikkeler hariç, kapsamı tam belirgin olmasa da eski eserlerin yurt dışına çıkışını yasaklamakta bulan, ancak teokratik bir yaklaşım sonucu Padişah’a verilen yetkiyle bu yasağı tartışılır hâle getiren, bulunan eserlerin mülkiyetini toprak sahibinde ve kazı iznine sahip şahısta bırakan özel mülkiyetçi bir yasa olmuştur. O yıllarda özel müzelerin olmadığı, bilimsel statüde bir koleksiyonculuğun bulunmadığı düşünülse de, kazılar sonucu ortaya çıkarılan ve özel mülkiyete geçen eski eserlerin yurt içinde alımı ve satımının yapıldığı tasavvur edilebilir. Devlet, kazılardan çıkan eserleri satın almada öncelik hakkına sahiptir. Devlet, bu hakkı kullanarak ve bizzat uzmanlar çalıştırıp kazı yaparak İstanbul'daki müzeyi arzulanan düzeye getirmeyi amaçlamıştır.
Osmanlı’nın, ekonomik ve siyasal açıdan, o dönemdeki durumu düşünüldüğünde, yapılmak istenen veya yapılmaya çalışılan işin önemi takdire değerdir. Ancak daha sonra, yabancı ülkelerin baskısı sonucu, paylaşımcı bir yasa olan 1874 tarihli nizamname yapılmıştır. Müze Müdürü Phlipp Anton Dethier tarafından hazırlanan bu nizamname, çıkarılan eserleri devlet, arazi sahibi ve hafır arasında 1/3 oranında paylaştırmaktadır. Hafir, kendisine bırakılan payı, yurt dışına da götürebilmektedir. Müze müdürlüğüne Osman Hamdi’nin atanması hem yabancı müze müdürlerinin sonu olmuş, hem de onun tarafından hazırlanan 1884 tarihli nizamname ile, tüm bu aksaklıklar büyük ölçüde ortadan kaldırılarak, devlet mülkiyetine dayalı bir düzenleme getirilmiştir. Fakat 1869 tarihli nizamname, tüm eksikliklerine rağmen, bu konuda ilk nizamname olması nedeniyle, eski eser yasalarımızın önemli bir basamağını teşkil etmektedir.
Belge: 1 (İŞD 547/4)
Fî 15 Şevval sene (1)279 ve fi 23 Mart sene (1)279 târihiyle İzmir Vâlîsi’ne yazılan tahrîrât-ı sâmiyyenin sûretidir.
İngiltere Devleti tebe’asından Mösyö Cou Portle Vud’un ba’zı âsâr-ı atîka taharrisi zımnında sekiz yüz altmış dört sene-i mîlâdiyyesi Haziranının alafranga ibtidâsına kadar Aydın Eyâleti dâhilinde kâ’in Ayashığ ve Gâvurköyü cıvârında ve Eskıkal’a nâm mahal etrâfında bulunan harâbe-zârı hafr ve keşf etmek üzere ol tarafa azimet edeceği beyâniyle ol bâbda ruhsat i’tâsı ve mûmâ-ileyh hakkında mu’âvenet ve teshîlât-ı lâzımenin dahi icrâsı cânib-i sefâretden bâ-takrîr istid’â kılınmış olup beyâna hâcet olmadığı üzere antika taharri edenlerin çıkaracakları antikalardan ikili olanların birer adedi Devlet-i Aliyye Müzesi içün alınup bir olanların kendülerine terki kâ’ide-i mer’iyye ve emsâli iktizâsından olduğu gibi bir mahalle alâmet olmak üzere veyâhûd sâ’ir sûrede vaz’ olunmuş âsâr-ı atîkanın merkûz olduğu mahalden ihrâcı dahi rehîn-i cevâz olamayacağından ve devlete â’id olmayan mahallerde âsâr-ı atîka taharri edilecek olduğu hâlde o mahaller ashabının evvel emirde ırzâsı iktizâ edeceğinden bu usûle tevfikan mûmâileyhin sene-i merkûme Haziranı ibtidâsına kadar oradan âsâr-ı atîka ihrâc etmesine mümâna’at olunmayarak hakkında mu’âvenet ve teshîlât-ı lâzımenin icrâsı ve ber-vech-i muharrer Devlet-i Aliyye içün alınacak antikalar bulunur ise alız ve hıfzı ile keyfiyyetin bu tarafa iş’ârı husûsıına himmet buyurmaları siyâkında şukka.
Belge: 2 (İŞD 547/5)
Fî 21 Zilka’de sene (1)283 ve fi 16 Mart sene (1)283 târihiyle İzmir Vâlîsi’ne yazılan emirnâme-i sâmînin sûretidir.
İngiltere Devleti tebe’asından Con Portle Vud’un Aydın Sancağı’nda kâ’in Ayashığ ve Gâvurköyü civarında ve Eskikal’a nâm mahal etrafında bulunan harâbe-zârı hafr ve keşf ile âsâr-ı atîka ihrâc etmesi zımnında mukaddemi cânib-i sefâretden vâki’ olan istid’â üzerine defia-i sâlise olarak makâm-ı senâverîden yazılan tahrîrâtda muharrer müddetin inkızâsından i’tibâren bir sene müddet temdidi fi 14 Zilka’de sene (1)282 târihinde ol tarafa yazılmış idi. Bu müddet dahi münkaziyye olduğu cihetle bir sene daha temdidine me’zûniyyet verilmesi sefâret-i mûmâ-ileyhâ cânibinden bu kerre dahi bâ-takrîr ifâde ve iltimâs olunmağla mûmâ-ileyhin târîh-i inkızâ-yı müddetden i’tibâren bir sene müddet daha zikr olunan mahallerde en evvel yazılan tahrîrâtın ahkâmına ve nizâmına tatbîken âsâr-ı atîka taharri etmesine mümâna’at olunmaması siyâkında şukka.
Belge: 3 (İŞD 547/6 )
Makâm-ı Alî-i cenâb-ı vilâyet-penâhîye fi gurre-i Ağustos sene (1)868 Efrencî târihiyle Aydın Timur Yolu[26] Komiser Vekili Mösyö Edvars tarafından takdim olunan takririn tercemesidir.
Aydın Timur Yolu Komiseri Nihâd Efendiye irsâl buyurulan emirnâme-i vilâyet-penâhîlerini ahz eyledim. Ayasluğ’dan Mösyö Vud’un tarafından ihrâc ve timur yolu ile nakl etmiş olduğu âsâr-ı atîkaların ber-vech-i âti beyânına ibtidâr eylerim. Sene-i mîlâdiyyenin bin sekiz yüz altmış yedi senesi ve şehr-i Teşrîn-i evveli efrencînin yirmi dokuzuncu günü otuz dokuz aded taş ve Teşrîn-i sânînin dokuzuncu günü bir araba taş ve on beşinci günü iki sandık ve üç parça taş ve Kânûn-ı evvelin dördüncü günü dokuz parça taş ve bin sekiz yüz alunış sekiz senesi şehr-i Şubatın on dördüncü günü bir araba ve on yedinci günü üç ve on dokuzuncu günü bir araba taş İzmir’e nakl olunmuşdur. Bin sekiz yüz altmış sekiz senesi şehr-i Şubat içinde timur yolu istasyonuna nakl olunan taşlar İngiltere sefâyin-i harbiyyesinden Teryil nâm sefineye hamûle olunmuşdur ve taşların ekserisi Rûmü’l-ibâre hurûfât ve ba’zı işlenmiş taş ve put parçaları olduğu anlaşılmışdır. Emr ü irâde-i vilâyet-penâhîleri üzere bin sekiz yüz altmış üç senesinden i’tibâren lâzımgelen ma’lûmâtı Timur Yolu Kumpanyası beyân edememişdir. Fakat gayr-ı resmî sürede ahz eylediğim ma’lûmâta nazaran cüz’î kıymedu âsâr-ı atîka bin sekiz yüz altmış yedi sene-i mîlâdiyyeden evvel İzmir’e nakl olunarak İngiltere cânibine gönderilmişdir.
İşbu terceme aslına mutâbık idüğü
Fi 28 Temmuz sene (12)84
Bende
Tercümân-ı Vilâyet
İmza
Belge: 4 (İŞD 547/3)
Numero 97
Makâm-ı celîl-i sadâret-i uzmâya
Ma’rûz-ı çâker-i kemîneleridir ki
Geçende İngiltere konsulatosu nıa’rifetiyle savb-ı çâkerâneme îsâl ve i’tâ olunan fi 21 Zilka’de sene (12)83 târîhlü ve üç yüz seksen üç numerolu bir kıt’a emirnâme-i sâmî-i cenâb-ı vekâlet-penâhîlerinde İngiltere Devleti fehîmesi tebe’asından Con Portle Vud’un dördüncü defa olmak üzere müddet-i sâbıkın târîh-i inkızâsından i’tibâren daha bir sene müddet Aydın Sancağı’nda kâ’in Ayasluğ ve Gâvurköyü civârında ve Eskikal’a nâm mahall etrafında bulunan harâbe-zârı hafr ve keşf ile en evvel istâr ve tesyâr buyurulan emirnâme-i sâmî ahkâmına ve nizâmına tatbîken âsâr-ı atîka taharri etmesine mümâna’at olunmaması emr ü iş’âr buyurulmakdan ve müddet-i mezkûre dahi güzerân etmiş bulunmakdan nâşî mûmâ-ileyhin mahâll-i mezküreden ihrâc edüp timur yolu vâsıtasıyla nakl etmiş olduğu âsâr-ı atîkanın mikdârı Aydın Timur Yolu Komiserliği’nden su’âl olundukda ol bâbda cevâben i’tâ olunup sûret-i tercemesi leffen takdîm-i pîşgâh-i âlî-i cenâb-ı vekâlet-penâhîleri kılman takrir me’âlinden müstebân olacağı veçhile mûmâ-ileyh bin sekiz yüz altmış sekiz sene-i mîlâdiyyesine kadar mahâll-i mezkûreden aded ve mikdârı nıa’lûm olmayanlardan başka elli bir aded taş ve alü şimendüfer arabasıyla iki sandık memlû âsâr-ı atîka ihrâc ile İngiltere cânibine irsâl ve inhâc eylediği anlaşılup arz u beyâna hâcet olmadığı üzere bunların içinde Devlet-i Aliyye Müzesi içün terki kâ’ide-i mer’iyye ve emsâli iktizâsından olan antikalardan dahi bulunmuş olacağı derkâr ise de hiçbir dâne terk etmediği tahkik kılınmış ve çünki bunların ihrâc ile ber-minvâl-i ma’rûz İngiltere’ye nakl olunması zamân-ı çâkerânemden mukaddem olmasıyla müfredât veçhile ecnâs ve a’dâdına ma’lûmât-ı kâfiye ahzına dest-res olunanıamışdır. Bir de bu makûle antika taharri edenlerin çıkaracakları antikalardan ikili olanların birer adedi Devlet-i Aliyye Müzesi içün alınup birli olanların kendülerine terki eınsâl ve kâ’ide ittihâz buyurulmuş ise de arz u beyâna hâcet olmadığı üzere böyle ikili antika pek nâdir bulunup ekser bulunanlar birli olduğu ve bir vakitden berü buralarda bu gibi ecnebilerden çok kimse istihsâl-i ruhsatla vilâyetin her tarafında bi’t-taharrî külliyyetlü âsâr-ı atîka bi’l-ihrâc memleketlerine nakl ve inhâc etmekde bulunduğu cihetle muvâfık-ı irâde-i cenâb-ı sadâret-penâhîleri buyurulup da bu misillû antika taharrisine ruhsat istih-sâliyle gelenler masârifi kendi taraflarından tesviye olunmak üzere hükümet tarafından yanlarına birer me’mûr bi’t-terfik çıkaracakları antikaların ikili birliye i’tibâr olunmayarak hemân ya nısfı veyâhûd sülüsü ve hiç olmazsa dörtde biri Devlet-i Aliyye Müzesi içün cânib-i hükümete terki usûl ve kâ’ide ittihâz buyurulmuş olsa pek çok şey hâsıl olacağı gibi ruhsatsız olarak ba’zı Frenklerin ötede berüde köylüleri iğfâl ederek rast geldikleri mahalli hafr ile antika taharri etmekde oldukları rivâyet kılındığından bunun dahi memnû’iyyet-i kaviyye tahtına alınması lâzımeden bulunduğu cihetle ifâ-yı muktezâsıyla keyfiyyetin iş’ârı bâbında emr ü fermân hazret-i men lehü’l-emrindir. Fi 6 Cumâde’l-ûlâ sene (1)285 ve fi 12 Ağustos sene (1)284.
Bende
Vâlî-i Vilâyet-i Aydın
İmza
Belge: 5/1-2 (İŞD 547/1)
İngiltere Devleti tebe’asından Mösyö Con Portle Vud’un Aydın Sancağı dâhilinde kâ’in nıahâll-i ma’lûmede âsâr-ı atîka taharrîsiçün dördüncü def’a olmak üzere geçenlerde aldığı bir sene ruhsat müddetinin dahi hitâm bulduğundan bahisle memâlik-i mahrûsa-i şâhânede antika taharrisi hakkında ba’zı usûl ittihâzı lüzûmuna dâ’ir Aydın Vilâyeti’nin fi 24 Cumâde’l-âhire sene (1)285 târihiyle Şûrâ-yı Devlet’e havâle buyurulan tahrîrâtı Nâfı’a Dâ’iresi’nde kırâ’at olundu.
Hulâsâ-i me’âli mûmâ-ileyhin bin sekiz yüz altmış sekiz sene-i mîlâdiyyesine kadar ihrâc eylediği âsâr-ı atîka mikdârı ma’lûm olmayanlardan başka elli bir aded taş ve iki sandık ve altı şimendifer arabası memlû antika olarak bunlardan ikili olanların birini Devlet-i Aliyye Müzesi içün terk etmesi nizâmı iktizâsından olduğu hâlde bir dânesini bile vermeyüp cümlesini İngiltere’ye nakl ve isrâ eylemiş idüği ve bu kabilden olarak sâ’ir ecnebilerin çıkardıkları antikalardan bir şey alınamadığı beyânıyla bundan böyle antika taharri edeceklerin masârifi taraflarından tesviye olunmak üzere cânib-i hükûmetden yanlarına birer me’mûr bi’t-terfîk ihrâc olunacak âsâr-ı atîkanın ikili birliye i’tibâr olunmayarak nısf veyâhûd sülüsünün ve hiç olmaz ise dörtde birinin Devlet-i Aliyye Müzesi içün alınmasının nizâm ittihâzı ve ruhsatsız antika taharrisinin dahi men’ etdirilmesi ifâdesinden ibâret oluyor.
İcâbı dâ’irece lede’l-mütâla’a memâlik-i mahrûsa-i şâhânede âsâr-ı atîka taharri edeceklere çift olan antikaların birer adedi Devlet-i Aliyye Müzesi içün terk olunmak üzere ruhsat verilegelmekde ise de ikili antikalar pek nâdir olduğu gibi bulunanları bile ketm u ihfâ olunmakda olup ezmine-i kadîme tevârîhinin ihbârât-ı sahîhası delâletiyle memâlik-i Osmâniyye’de bilâd-ı sâ’ireden ziyâde âsâr-ı atîka mevkûf olduğu ma’lûm ve bedîhî ve Avrupa müzehânelerinin ekseriyyâ bu taraftan götürülen antikalar ile müzeyyen ve memlû olması bu mûdde’âya delîl-i alenî olarak târihçe ve ma’ârifce derkâr olan lüzûm ve muhassenâüna mebnî düvel-i mütemeddine tarafından bir çok vakitlerden berü müzehâneler küşâdıyla refte refte noksânlannın ikmâline i’tinâ kılınageldiği hâlde bizde henüz bir müzehâne bulunmaması lâyık olamayacağına ve bir müddet daha müsâ’ade gösterildiği sûretde antika zuhûru me’mûl olup henüz taharri olunamayan mahaller dahi harf olunarak ne kadar kıymetlü ve mu’teber âsâr-ı nâdire var ise tedricen ihrâc ve nakl olunacağı derkâr olunduğuna binâ’en bunun bir çâresi bulunmak icâb-ı maslahatdan olup eğerçi çıkarılacak şeylerden bir mikdâr-ı münâsibinin ahzı şartıyla antika taharrisine ruhsat verildiği takdirde Devlet Müzesi içün hayli şey hâsıl olacağı vilâyet-i müşârün-ileyhânın tahrîrâtında gösterilmiş ise de antikaların böyle nisbet-i mu’ayyene üzere tefrik ve taksim olunabilmesi içün bahâlarının bilinmesi lâzım gelerek hâlbuki çıkarılacak antikaların içinde ender ve nâdire şeyler dahi zuhûr edeceği ve bunlara ise kıymet takdiri kâbil olamayacağı cihede böyle olmakdan ya’ni zî-kıymet âsâr-ı nâdireyi ekser ecnebilerden olan bir takım antikacıların eline geçürüp de sonradan taksimi külfetine düşülmekden ise sâye-i mehâsinvâye-i hazret-i pâdişâhîde mükemmel bir müzehâne tanzimi zımnında ba’d-ezîn şunun bunun antika taharrisine ruhsat verilmeyüp antika zuhûru me’mûl olan mahaller cânib-i hükûmetden keşf ve taharri etdirilmek üzere bunun içün şimdilik Hazîne-i celîleden senevi yüz bin guruş karşuluk tahsisiyle bir mahallde âsâr-ı atîka medfûn olduğu haber alındığı hâlde erbâbı ma’rifetiyle bi’t-tahkîk buna dâ’ir istihsâl olunabilen ma’lûmâtın beyânıyla berâber ne veçhile icrâ-yı ameliyyât olunması lâzım geleceğinin ve tahminen ne mikdâr masrafla ihrâcı mümkün olabileceğinin bi’l-etrâf iş’ârı husûsunun vilâyetlere tavsiyesiyle Mâliye Nezâret-i celîlesine dahi beyân-ı hâl olunması ve bundan böyle antika taharri etmek isteyenlere ruhsat verilmeyeceğinin dahi Bâb-ı Alî’ce îcâb eden aklâma kayd etdirilmesi münâsib gibi tahattur kılındıysa da keyfiyetin bir kene de Hey’et-i Umûmiyye’de müzâkeresi bâbında emr ü fermân hazret-i men lehü’l-emrindir.
(Mühürler)
Belge: 6/1-2 (İŞD 547/2)
903
Memâlik-i Devlet-i Aliyye’de zuhûr eden âsâr-ı atîkanın istikşâf ve taharrisiyle sâye-i mehâsin-vâye-i hazret-i pâdişâhîde mükemmel bir müzehâne tanzimi içün iktizâ eden tedâbîre dâ’ir Nâfı’a Dâ’iresi’nden kaleme alınmış olan mazbata miyâne-i âcizânemizde kırâ’at ve mütâla’a kılınmışdır.
Nezd-i hakâyık-ı vefd-i vekâlet-penâhîlerinde muhtâc-ı ta’rîf ve beyân değildir ki Memâlik-i Osmâniyye’de bulunan âsâr-ı atîka tevârîhin verdiği ma’lûmâta nazaran bilâd-ı sâ’irede bulunanlardan ziyâde olup Avrupa müzehânelerinin ekseriyyâ bu tarafdan götürülen antikalar ile müzeyyen ve memlü olması dahi müdde’â-yı meşrühun delîl-i alenîsidir.
Âsâr-ı atîkanın tevârîh-i âleme bahş eylediği ma’lûmât-ı nâfı’a ve makbûleyi istikmâl içün düvel-i mütemeddine taraflarından hayli vakitden berü müzehâneler küşâdıyla refte refte noksânlarının ikmâline dahi sarf-ı mesâ’î kılındığı hâlde bizde henüz bir müzehânenin bulunmaması lâyık olamayacağından ve bir müddet daha müsâ’ade gösterildiği süretde antika zuhûru ıne’mül olup icrâ-yı taharriyât olunmamış olan mahaller dahi hafr edilerek ne kadar kıymetli ve mu’teber âsâr-ı nâdire var ise tedricen memâlik-i ecnebiyyeye nakl olunacağı melhûz olduğundan bunun bir çâresi bulunmak içün mazbata-i mezkûrede îrâd ve ihtâr olunan mütâla’ât-ı esâsiyye pek becâ ve münâsib görünmüş ve düşünülen tedâbîrin hulâsası dahi ba’d-ezîn şunun bunun ma’rifetiyle antika taharrisine ruhsat verilmeyüp âsâr-ı atîka zuhûru ıne’mül olan mahaller cânib-i hükûmetden keşf ve taharri etdirihnek üzere şimdilik Hazîne-i celîleden senevi yüz bin guruş tahsisiyle teferru’ât-ı maslahatın tanzimi husûslarından ibâret bulunmuşdur.
Vâkı’â şimdiye kadar memâlik-i mahrûsa-i şâhânede âsâr-ı atîka taharri edenlere çift olan antikaların birer adedi taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye terk olunmak şartıyla ruhsat verilmekde ise de ikili antikalar pek nâdir zuhûr etdiği misillû bulunanları dahi ketm u ihfâ olunmakda olup hatta İngiltere Devleti tebe’asından Mösyö Con Portle nâm tâcirin Aydın Sancağı dâhilinde âsâr-ı atîka taharrisi içün dördüncü def a olmak üzere almış olduğu ruhsatın müddeti hitâm bulduğu ve birçok âsâr-ı atîka ihrâc ile İngiltere’ye nakl eylemiş olduğu hâlde bir dânesini bile hükümete vermediği Aydın Vilâyeti’nden vârid olup şu müzâkerâta bâ’is olan tahrîrâtda beyân kılınmış ve çıkarılacak antikalardan bir mikdâr-ı münâsibinin ahzı şartının ba’d-ezîn icrâ-yı taharriyyât içün verilecek ruhsatlara esâs ittihâzı dahi gösterilmiş olup ancak vesâyit-i mahsûsa ile istihrâc olunan âsârın o yolda taksimi külfet ve şikâyeti istilzâm eyleyeceği ve dâ’irenin mütâla’ası veçhile Memâlik-i Devlet-i Aliyye’de ecânibden antika çıkaranların külliyen bundan men’i tarafına gidilmiş olsa çünki hâricden âsâr-ı atîka ihrâcı içün memâlik-i saltanat-ı seniyyeye mürâca’at edenler bâlâda arz u beyân olunduğu üzere vakâyi’-i sâlife-i âlemin târihçe eserle ikmâl-i nekâ’isine ve bu veçhile terakkî-i ma’ârif-i umûmiyyeye hidmet etmek emeliyle istid’â-yı ruhsat eylediklerinden bunların taleblerine müsâ’ade olunmayup da ihrâc-ı âsâr içün devletçe sarf olunacak mesâ’î derece-i kifâyede olamaz ise bu dahi şikâyâtı intâc edeceği mülâbesetiyle şu iki nev’ mütâla’a yekdiğerine tevfîk olunarak buna dajıa eşlem bir kâ’ide vaz’ı düşünüldükde tedkîkât-ı vâkı’adan istidlâl olunduğuna göre Avrupa’da ve bilhâssa Fransa’da her kim olur ise olsun ruhsat-ı resmiyye ile âsâr-ı atîka çıkarmakdan memnû’ olmayup fakat ihrâc olunan antikaların başka bir memlekete nakline cevâz verilmediği misillû biz de dahi şu esâsa ri’âyetle yerli ve ecnebi dâhil-i memâlikde âsâr-ı atîka taharri edecek olanların evvelâ ruhsat-ı resmiyyeye mürâca’at ederek devletçe mahzûru görülmeyüp de me’zûniyyet verildiği takdirde taharri ve ihrâc eyleyecekleri âsârı başka devlet memâlikine nakl edemeyüp dâhilde istediklerine matlab olunur ise hükümete satmağa me’zûn olmaları ve bir adamın mülkü dâhilinde zııhûr eden âsâr-ı atîka kendüsünün mâlı olup her nev’ atîk-i meskûkâtın hârice gönderilmesi sûretinin ittihâz olunacak memnû’iyetden istisnâ kılınması ve antika ihrâcı içün verilecek ruhsat yalnız zîr-i zeminde bulunacak âsâra hasr olunup merkûz olan her dürlü âsâr-ı atîkanın ve anların müştemelât ve teferru’âtından olan şeylerin vakten mine’l-evkât kal’ ve kam’ına ruhsat verilmeyerek buna cesâret eden olur ise kânûnen te’dîb olunması ve bir devlet tarafından resmen antika taleb olunduğu hâlde ol bâbda vukû’ bulacak iltimâs-ı resmînin kabül ve is’âfı müsâ’ade-i mahsûsa-i seniyyeye merhûn olması mâddeleri esâs ittihâz olunmak üzere devletçe âsâr-ı atîkaya vâkıf me’mûrlar bulunarak iktizâ eden mahaller bi’t-taharrî dest-res olunacak antikaların bir süret-i muntazamada hıfz ile teşhir edilmesi ve şu kadar ki bu yolda icrâ olunacak taharriyât nasıl olsa masârıfı mücib olarak Nâfı’a Dâ’iresi’nin tahsisini gösterdiği yüz bin guruş kâfi olamayacağından ve bu teşebbüsât asr-ı mehâsin-i iştimâl-i hazret-i pâdişâhînin inzâr-ı yâr ü ağyârda yeni bir numûne ve eserini dahi göstereceğinden zikr olunan yüz bin guruşun iki yüz bin guruşa iblâğ olunması ve bu cümle ile berâber öyle bir fâ’ide-i cedîdenin fi’liyyât ve icrââtı ve Devlet Müzesi nâmına olarak îcâb eden âsâr-ı atîkanın taharriyât ve ihrâcâtı etrâflı bir nizâmnâme ile te’mîn olunmak ve umûr-ı icrâ’iyyesine bir merci’ ta’yîn kılınmak muktezî olup maslahatın Ma’ârif Nezâreti celîlesine nisbet-i tabî’iyyesi dahi bulunduğundan gerek devlet nâmına antika ihrâcıyla umûmî bir müzehâne tanzimi ve gerek kâ’ide-i müttehizesine tevfikan antika taharrisi içün taleb olunacak ruhsatların tedkîk ve i’tâsı mâddelerinin nezâret-i müşârün-ileyhâya tevdi’ ve havâlesiyle berâber yukarıda arz u beyân kılınan esâslara tevfikan erbâb-ı ma’lümât ile bi’lmüzâkere bir nizâmnâme lâyihası yapılarak Bâb-ı Alî’ye takdim olunmasının ve bir de Sarây-ı 1 lümâyûn-ı mülûkâne dâhilinde kâ’in atik cebehânede haylice âsâr-ı nâdire mahfuz olup binâsı dahi vâsi’ ve metin idüğünden orada bulunan âsârın dahi usûl-i ma’rûza semeresiyle dest-res olunacak şeylere ilâveten bir sûret-i muntazamada hıfzı münâsib ve mahall-i mezkûrun umûmî müzehâne ittihâzı kâbil olacağından burasının dahi nezâret-i müşârün-ileyhâya ihtâr ve iş’âr buyurulması ve mütâla’a-i ma’rûza iktizâsınca senevi tahsis olunacak iki yüz bin guruşun Ma’ârif büdcesine ilâvesi zımnında Hazîne’ce îfâ-yı mu’âmelât-ı lâzımenin Mâliye Nezâret-i celîlesine havâlesi ve tâcir-i merkûmun ve emsalinin antika ihrâcı içün istedikleri ruhsatın yakında neşr olunacak nizâma tevfikan te’hîri lâzım geldiği vâdîsinde vilâyet-i müşârün-ileyhâya cevâbnâme-i sâmîleri tastîri tezekkür olundu ise de muvâfık-ı re’y-i âlî-i vekâlet-penâhîleri buyurulur ise icrâ-yı iktizâları bâbında emr ü fermân hazret-i men lehü’l-emrindir. Fİ 22 Ramazan sene (1)285 ve fi 24 Kânûn-ı evvel sene (1)281.
(Mühürler)
Belge: 7 (İŞD 547/7-1)
Atûfetlû efendim hazretleri
Memâlik-i Devlet-i Aliyye’de zuhûr eden âsâr-ı atîkanın istikşâf ve taharrisiyle sâye-i mehâsin-vâye-i hazret-i pâdişâhîde mükemmel bir müzehâne tanzimi içün iktizâ eden tedâbîre dâ’ir Şûrâ-yı Devlet Nâfı’a Dâ’iresi’nden kaleme alınan mazbata Hey’et-i Umûmiyye’de mevki’-i bahs ve tedkîke konularak ol bâbda karâr-ı müzâkerâtı şâmil tanzim edilen mazbata melfûfâtıyla arz u takdim kılındı mütâla’asından müstebân olduğu veçhile memâlik-i mahrûsede bulunan âsâr-ı atîka tevârîhin verdiği ma’lûmâta nazaran bilâd-ı sâ’irede bulunanlardan ziyâde olup Avrupa[27] müzehânelerinin ekseriyyâ bu taraftan götürülen antikalar ile müzeyyen ve memlû olması ve bizde henüz bir müzehânenin bulunmaması lâyık olamayacağından ve vâkı’â şimdiye kadar memâlik-i mahrüsa-i şâhânede âsâr-ı atîka taharri edenlere çift olan antikaların birer adedi taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye terk olunmak şartıyla ruhsat verilmekde ise de ikili antikalar pek nâdir zuhûr etdiği misillû bulunanları dahi ketm u ihfâ olunmakda olup hattâ İngiltere Devleti tebe’asından Mösyö Con Portle nâm tâcirin Aydın Sancağı’nda âsâr-ı atîka taharrisi içün dördüncü def a olmak üzere almış olduğu ruhsatın müddeti hitâm bulduğu ve birçok şeyler ihrâc ile İngiltere’ye nakl eylemiş olduğu hâlde bir dânesini bile hükümete vermediği ol tarafdan iş’âr kılındığından Avrupa’da ve bilhâssa Fransa’da olduğu gibi dâhil-i memâlikde âsâr-ı atîka taharri edeceklerin evvelâ ruhsat-ı resmiyyeye mürâca’at ederek devletçe mahzûru görülmeyüp de me’zûniyyet verildiği takdirde taharri ve ihrâc eyleyecekleri âsârı başka devlet memâlikine nakl edemeyüp dâhilinde istediklerine ve taleb olunur ise hükümete satmağa me’zûn olmaları ve bir adamın mülkü dâhilinde zuhûr eden âsâr-ı atîka kendüsünün mâlı olup her nev’ atik meskûkâtın hârice gönderilmesi sürelinin ittihâz olunacak memnû’iyyetden istisnâ kılınması ve antika ihrâcı içün verilecek ruhsat yalnız zîr-i zeminde bulunacak âsâra hasr olunup merkûz olan her dürlü âsâr-ı atîkanın ve anların müştemelât ve teferru’âtından olan şeylerin vakten mine’l-evkât kal’ ve kam’ına ruhsat verilmeyerek buna cesâret eden olur ise kânûnen te’dîb olunması ve bir devlet tarafından resmen antika talebi içün vukû’ bulacak iltimâsın is’âfı müsâ’ade-i mahsûsa-i seniyyeye nıerhûn olması mâddeleri esâs ittihâz olunmak üzere devletçe âsâr-ı atîkaya vâkıf me’mûrlar bulunarak iktizâ eden mahaller bi’t-taharrî dest-res olunacak antikaların bir sûret-i muntazamada hıfz ile teşhir edilmesi ve şu kadar ki Nâfı’a Dâ’iresi’nin bunun içün tahsis gösterdiği senen yüz bin guruş kâfi olamayacağından meblağ-ı mezbûrun iki yüz bin gurtışa iblâğ olunması ve bu bâbda etrâflı bir nizâmnâme ile te’mîn olunmak ve umûr-ı icrâ’iyyeye bir merci’ ta’yîn kılınmak muktezî olup maslahatın nisbet-i tabî’iyyesi cihetle gerek devlet nâmına antika[28] ihrâcıyla umûmî bir müzehâne tanzimi ve gerek kâ’ide-i müttehizesine tevfikan antika taharrisi içün taleb olunacak ruhsatların tedkîk ve i’tâsı mâddelerinin Ma’ârif Nezâreti celîlesine tevdi’ ve havâlesiyle berâber bâlâdaki esâslara tevfikan bir nizâmnâme lâyihası yapılarak Bâb-ı Alî’ye verilmesinin ve bir de Sarây-ı Hümâyûn-ı mülûkânede kâ’in atik cebehânede bulunan âsârın dest-res olunacaklara ilâveten hıfzı münâsib ve mahall-i mezkûrun müzehâne ittihâzı kâbil olacağından burasının dahi nezâret-i müşârün-ileyhâya ihtârı ve sâlifü’z-zikr iki yüz bin guruşun Ma’ârif büdcesine ilâvesi zımnında Hazîne’ce îfâ-yı muktezâsınnı Mâliye Nezâret-i celîlesine havâlesi ve tâcir-i merkûmun ve emsâlinin antika ihrâcı içün istedikleri ruhsatın yakında neşr olunacak nizâma tevfikan te’hîri lâzım geldiği vâdîsinde vilâyet-i müşârün-ileyhâya cevâbnâme tastîri tezekkür kılınmış ise de ol bâbda her ne veçhile emr ü fermân-ı hazret-i mülûkâne şeref-sünûh ve sudûr buyurulur ise ana göre hareket oluna-cağı beyânıyla tezkire-i senâverî terkîm kılındı efendim. Fî 4 Şevvâl sene (12)85.
Ma’rûz-ı çâker-i kemîneleridir ki
Enmele-i zîb-i ta’zîm olan işbu tezkire-i sâmiyye-i sadâret-penâhîleriyle zikr olunan mazbata ve melfûfâtı manzûr-ı şevket-mevfûr-ı hazret-i pâdişâhı buyurulmuş ve husûsât-ı ma’rûzanın tezekkür ve istîzân buyurulduğu üzere îfa-yı muktezâları şeref-sudûr ve sünûh buyurulan emr ü fermân-ı me’âlî unvân-ı cenâb-ı şehinşâhî mantûk-ı münîfınden olarak mârrü’l-beyân mazbata ve melfûfâtı yine savb-ı sâmî-i âsafânelerine i’âde kılınmış olmağla ol bâbda emr ü fermân hazret-i veliyyü’l-emrindir. Fî 5 L sene (12)85.
Belge: 8 (A.MKT.MHM/433)
Ma’ârif Nezâret-i Celîlesine
Şimdiye kadar memâlik-i mahrûsada âsâr-ı atîka taharri edenlere çift olan antikaların birer adedi taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye terk olunmak şaruyla ruhsat verilmekde ise de ikili antikalar pek nâdir zuhûr etdiği misillû bulunanları dahi ketm u ihfâ olunmasına mebnî[29] ba’d-ezîn memâlik-i[30] mülûkânede zuhûr edecek âsâr-ı atîkanın isükşâf ve taharrisiyle mükemmel bir müzehâne tanzimi zımnında Avrupa’da ve bilhâssa Fransa’da olduğu gibi dâhil-i memâlikde âsâr-ı atîka taharri edeceklerin evvelâ ruhsat-ı resmiyyeye mürâca’at ederek devletçe mahzûru görülmeyüp de me’zûniyyet verildiği takdirde taharri ve ihrâc eyleyecekleri âsârı başka devlet memâlikine nakl edemeyüp dâhilde istediklerine ve taleb olunur ise hükümete satmağa me’zûn olmaları ve bir adamın mülkü dâhilinde zuhûr eden âsâr-ı atîka kendüsünün mâlı olup her nev’ atik meskûkâtın hârice gönderilmesi sûretinin ittihâz olunacak memnû’iyyetden istisnâ kılınması ve antika ihrâcı içün verilecek ruhsat yalnız zîr-i zeminde bulunacak âsâra hasr olunup merkûz olan her dürlü âsâr-ı atîkanın ve anların müştemelât ve teferru’âündan olan şeylerin vakten min’el-evkât kal’ ve kam’ına ruhsat verilmeyerek buna cesâret eden olur ise kânûnen te’dîb olunması ve bir devlet tarafından resmen antika talebi içün vukû’ bulacak iltimâsın is’âfı müsâ’ade-i mahsûsa-i seniyyeye merhûn olması mâddeleri esâs ittihâz olunmak[31]ve devletçe âsâr-ı atîkaya vâkıf me’mûrlar bulunarak iktizâ eden mahaller bi’t-taharrî dest-res olunacak antikalar bir sûret-i muntazamada hıfz ile teşhir edilmek üzere[32] etrâflı bir nizâmnâme lâyihası yapılarak Bâb-ı Alî’ye verilmesi ve maslahaun nisbet-i tabî’iyyesi cihede gerek devlet nâmına anüka ihrâcıyla umûmî bir müzehâne tanzimi ve gerek kâ’ide-i müttehazasına tevfikan antika taharrisi içün taleb olunacak ruhsadarın tedkîk ve i’tâsı mâddelerinin savb-ı vâlâsına havâlesiyle bunun içün senevi iki yüz bin guruş tahsis olunarak Ma’ârif büdcesine ilâvesi tensîb edilerek[33] ve Sarây-ı Hümâyûn-ı mülûkânede kâ’in atik cebehânede bulunan âsârın dest-res olunacaklara ilâveten hıfzı münâsib ve mahall-i mezkûrun müzehâne ittihâzı kâbil[34] görünerek ol veçhile îfâ-yı muktezâsına bi’l-istîzân irâde-i seniyye-i cenâb-ı pâdişâhı[35] müte’allik ve şerefsudür[36] buyurulmuş ve akçe mâddesi Mâliye Nezâret-i[37] celîlesine bildirilmiş olmağla iktizâsının icrâsına himmet buyurulup.
Mâliye Nezâret-i Celîlesine
Devletçe âsâr-ı atîkaya vâkıf me’mûrlar ta’yîn olunarak memâlik-i Devlet-i Aliyye’de zuhûr eden âsâr-ı atîkanın istikşâf ve taharrisiyle mükemmel bir müzehâne tanzim olunmak üzere bir nizâmnâme lâyihası yapılması husûsunda Ma’ârif Nezâret-i celîlesine havâlesiyle bunun içün senevi iki yüz bin guruş tahsis olunarak Ma’ârif büdcesine ilâvesi mâddesinin savb-ı vâlâsına bildirilmesi Şûrâ-yı Devlet’de tensîb olunmuş ve bi’l-istîzân irâde-i seniyye-i cenâb-ı pâdişâhı dahi ol merkezde müte’allik ve şeref-sudür buyurulup sûret-i hâili nezâret-i müşârünileyhâya iş’âr kılınmış olmağla icâbının icrâsına himmet buyurulup.
Aydın Vilâyetine
Ingiltere Devleti tebe’asmdan Mösyö Con Portle nâm tâcirin Aydın Sancağı’nda âsâr-ı atîka taharrisi içün dördüncü def a olmak üzere almış olduğu ruhsata ve ol bâbda ba’zı ifâdâta dâ’ir[38] vürüd eden tahrîrât-ı behiyyeleri[39] me’âli ma’lûm-ı senâverî oldu. Memâlik-i Devlet-i Aliyye’de zuhûra[40] gelen âsâr-ı atîka hakkında[41] bir nizânı-ı mahsûs yapılmak üzere olduğundan anın neşrine kadar tâcir-i merkûın ve emsâli tarafından istenilen ruhsatın te’hîri lâzım[42] geleceği beyânıyla şukka.
(Arka sayfada fi 15 L sene (12) 85 tarihi vardır.)
Belge: 9 (İŞD 547/7-2)
İşbu irâde-i seniyyede zikr olunan nizâmnâme yapıldıkdan soma sefâretlere tebliğ olunması daha münâsib olacağı taraf-ı hazret-i müsteşârîden fermân buyurulmuşdur.
Fî 20 Şevvâl sene (12)85
Belge: 10 (Takvîm-i Vakâyi, Tertib-i Evvel Nı. 2053, 1 Şubat 1281 1 Zilka’de 1285)
Antika ta’bîr olunan âsâr-ı atîka istîzâh-ı ma’lûmât-ı târîhiyye ile berâber ba’zı fevâ’id-i mahsûsa isticlâbına ınedâr olduğundan âsâr-ı merkûme eshâb-ı ma’ârif indinde gâyet makbûl ve kıymetdâr ve her devletde sûret-i muntazamada yapılmış olan müzehânelerde nihâde-i nazargâh i’tibâr ve iştihâr idüği ııezd-i eshâb-ı vukûfda ma’lûnı ve âşikârdır. İşbu âsâr-ı atîka ise aktâr-ı sâ’ireden ziyâde memâlik-i mahrûsa-i şâhânenin her tarafında kesret üzere buhınmakda ve ba’zan pek makbûl ve mu’teber olanları dahi zuhûr etmekde olduğundan mukaddemâ Dârü’l-Hilâfetü’l-Aliyye’de dahi mükemmel bir müzehâne te’sîsini tasavvur olunarak antika taharri edenlere çift olan âsâr-ı atîkamn birer adedi taraf-ı Devlet-i Aliyye’ye terk olunmak şartıyla ruhsat verilmek gibi ba’zı usûl dahi ittihâz kılınmış ise de ikili antika pek nâdir zııhûr etdiği misillû bulunanları dahi ketm u İhla olunmakda olmasıyla usûl-ı mevzû’anın husûl-ı maksada kâfi olamadığı anlaşılmış ve bu cihetle mezbûr hâne dahi şimdiye kadar madûb olan dereceye îsâl olunamamış olduğuna ve âsâr-ı atîka-i mezkûrenin ise ber-minvâl-i muharrer kıymet ve ehemmiyetine mebnî bu bâbda daha mükemmel bir nizâm vaz’ ve te’sîsiyle antika taharrisi husûsunun bir kâ’ide-i mazbûta tabuna alınması ve beyân olunan müzehânenin tanzim ve ikmâliyle âsâr-ı mevcûdenin teşhir olunması ve mu’âmelât ve müteferri’ât-ı mukteziyyesinin tedkîk ve icrâsı mâddelerinin Ma’ârif Nezâret-i celîlesine merbût olması ve tesviye-i masârifâtı zımnında Ma’ârif büdcesine ilâveten mebâliğ-i mukteziyyenin tahsis kılınması husûslanna bu kerre irâde-i seniyye-i cenâb-ı mülûkâne müte’allik ve şeref-sudûr buyurularak mantûk-ı âlîsi üzere icrâ-yı iküzâlarına nezâret-i celîle-i müşârün-ileyhâ cânibinden teşebbüs olunmuş olmağla bu bâbda te’sîs olunan nizâmnâme ber-vech-i âti zikr olunur.
Birinci Mâdde Bundan böyle memâlik-i mahrûsa-i mülûkânede antika taharri etmek istid’âsında bulunanlar evvel emirde Ma’ârif Nezâret-i celîlesine mürâca’at ve resmen istihsâl-i me’zûniyyet etmedikçe hiç bir tarafta anüka taharri edemiyeceklerdir.
İkinci Mâdde Devletçe mahzûr görülmeyüp de kendülerine me’zûniyyet i’tâ olunanlar taharri ve ihrâc edecekleri âsârı başka devlet memâlikîne nakl edemeyüp dâhilde istediklerine ve taleb olunur ise hükümete saunağa nıe’zûn olacaklardır.
Üçüncü Mâdde Bir adamın mülkü dâhilinde zuhûr eden âsâr-ı atîka kendüsünün mâlı olacakdır.
Dördüncü Mâdde Her nev’ atik meskûkâün hârice gönderilmesi sûreti ittihâz olunacak memnû’iyyetden müstesnâ tutulacakdır.
Beşinci Mâdde Antika ihrâcı içün verilecek me’zûniyyet yalnız zîr-i zeminde bulunacak âsâra hasr olunup merkûz olan her dürlü âsâr-ı atîkamn ve anların müştemelât ve teferru’âtından olan şeylerin vakten mine’l-evkât kal’ ve kam’ına ruhsat verilmeyecek ve buna cesâret eden olur ise kânûnen te’dîb olunacakdır.
Altına Mâdde Bir devlet tarafından resmen antika talebi içün vukû’ bulacak iltimâsın is’âfı müsâ’ade-i mahsûsa-i seniyyeye merhûn olacakdır.
Yedinci Mâdde Antika taharri ve ihrâcı husûsunda vukûf ve ma’lûmâtı olup da bunu nezâret-i celîle-i müşârün-ileyhâ nezdinde isbâta muktedir olabilenlerin masraf ve ücretleri cânibi miriden tesviye ve ifâ olunmak üzere kendülerine bu mâdde içün me’mûriyyet ve me’zûniyyet-i resmiyye i’tâ olunacağından o misillûlar nezâret-i müşârün-ileyhâ cânibine mürâca’at edeceklerdir.