GİRİŞ
Ermeni meselesi ve pek çok konuya ilişkin arşivlerimizde zengin bilgiler bulunmaktadır. Nitekim bu haliyle arşivlerimiz bütün dünya devletlerini yakından ilgilendiren bir hüviyettedir. Özellikle son dönem evrakının günümüz siyasî olaylarına ışık tutar mahiyette olması, binlerce yerli ve yabancı araştırıcının inceleme yapmasına vesile olmuştur. Kaldı ki İlmî olmaktan uzak bir takım iddialara da ancak arşiv belgeleriyle cevap vermek gerekir. Burada şunu da belirtmekte fayda vardır ki, o da bazı kişilerce Osmanlı vesikalarına güvenilmediği, taraflı yazıldığı görüşüdür. Bu kabul edilemez bir durumdur. Zira Osmanlı Devleti icraatını hep tescil ettirme, vesikalandırma yoluna giden ve bunları günümüze kadar muhafaza edilmesini sağlayan ve 100 milyonu aşkın belge ve defteriyle dünyanın en büyük hukuk devletlerinden biridir. Bunu söyleyenler ne yazık ki bazı Ermeni ve onların destekçileri olan bazı ülkelerin araştırıcılarıdır. Nitekim özellikle Ermenilerin elinde bulunan ve Ermenice yazılmış olan birçok vesikaların gerçeği yansıtmadığı artık delillerle ispatlanmıştır[1]. Ayrıca ne gariptir ki, 1921 yılından 2001 yılı başlarına kadar üç binden fazla yabancı ilim adamının Osmanlı Arşivlerinde araştırma yapmış olmasına rağmen[2], ısrarla Osmanlı arşivinin kapalı olduğunu iddia etmeleri hizmet ettikleri fikre ne derece bağlı olduklarını gösterir. Nitekim günümüzde sadece Osmanlı Arşivi değil, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı (ATAŞE) Arşivi’ndeki konuyla ilgili belgeler de araştırmacıların hizmetine sunulmuştur.
Ermeni meselesi, dünyanın diğer ülkelerinde bu tür olaylarda olduğu gibi tabii olarak Osmanlı Devleti tarafından da bir isyan olarak telâkki edilmiştir. Zira devletler hukukuna göre meşru devlete karşı baş kaldıran ve o devleti bölme çabasında olan her hareket isyan olarak nitelendirilmiştir. Osmanlı Devleti de haklı olarak, bu isyanı bastırma çabası içinde olmuştur.
1878 yılında Ayastefanos ve Berlin Antlaşmaları imzalanıncaya kadar Ermenilerle Türkler arasında ciddî bir anlaşmazlığın olmadığı, bu tarihten önce de iki toplumun yaklaşık 900 yıl bir arada ve dostça yaşadığı bilinmektedir. Hatta, yaptığımız araştırmalarda, bu dönemde içerisinde, çocuklarına Tüfk isim verdikleri bile bilinen gerçeklerdendir. Ayrıca, Osmanlı Tarihi Ermenilerden nâzırlık, büyükelçilik, konsolosluk gibi üst kademe denilecek pek çok görevlerde bulunduğunu kaydetmektedir. Ermenilerin yaptıkları nazırlıklar arasında Hâriciye, Mâliye, Ticaret ve Posta Nâzırlıkları gibi kilit denilebilecek önemli bakanlıklar bulunmaktadır[3]. Ancak, özellikle söz konusu tarihten sonra bir “Ermeni Meselesi”nin yaratıldığı görülmektedir[4]. Böylece de 125 yıl devam edecek ve önceleri Osmanlı Devletini, daha sonra ise Türkiye Cumhuriyeti’nin gündemini meşgul edecek olan sunî bir mesele ihdas edilmiştir.
19. Yüzyılın ikinci yarısına kadar Osmanlı Devletiyle hiçbir problem yaşamadan hayatlarını sürdüren, Avrupalı Büyük Devletlerin siyasi ve diplomatik gündeminde yer almayan Ermeniler, ne oldu da bir anda Osmanlı iç politiKasımn ve de uluslar arası diplomasinin gündemine girdi? Her şeyden önce her iki toplum arasında düşmanlıktan bahsetmenin mümkün olmadığı bir gerçektir. Peki bu durumda Ermeni Meselesini ortaya çıkaranlar kimlerdir?
Yukarıdaki sorunun cevabını dünya siyaseti ve konjonktüründe o dönemde meydana gelen köklü ve devrim niteliğindeki gelişme ve değişmelerde aramak gerekir. O dönemde dünyada iki önemli değişim ve gelişme yaşanmıştı. Birincisi, Sanayi inkılabının tabii sonucu olarak ortaya çıkan sömürgecilik, diğeri de Fransız İhtilali ve onun paralelinde ortaya çıkan milliyetçilik akımıdır. Tabii ki, Avrupah Büyük Devletlerin dünyaya hakimiyet planlarında bu iki olguyu silah olarak kullanma eğilimine girmiş olmaları ve bunun bir parçası olarak da Osmanlı Devletine yönelik izledikleri politikaları dikkatle incelemek gerekmektedir.
Ermeni Meselesi’nin ortaya çıkmasında Fransız İhtilalinin doğal etkisi olduğu gibi Batıh güçlerin tahrikleri ve teşviklerinin, Ermeni Kilisesi ve Patrikhanesinin, Ermeni komitalarının, misyoner faaliyetlerin etkisi de göz ardı edilmemelidir. Emperyalizmin temellendirdiği Şark Meselesi ve bunun sonucunda ortaya çıkan Ermeni Meselesi, Türkler ile Ermeniler arasında yıllarca sürecek olan düşmanlık tohumlarını ekmiştir.
Bunlardan özellikle misyonerlerin faaliyetlerinin ve yabancı okulların açılmasının ardından buralarda yetişen Ermeniler hangi cemaate veya mezhebe mensup ise o cemaati destekleyen ülkelere iş bulma veya kurma maksadıyla göç etmeye, oralarda yüksek tahsillerini tamamlamak üzere gitmeye başladılar. Böylece yüzyıllardır gözden kaçan Ermeniler bir anda Avrupa kamuoyunun ilgisini çekmeye başladı. Avrupa’nın ilgisi Ermenilere yeni bir siyasi zemin, yeni ufuklar açmaya başladı. Anadolu’daki misyoner okullarında eğitilirken Müslüman-Hıristiyan ayrımıyla yetiştirilen Ermeni gençleri Avrupa’daki eğitimlerinin ardından büyük bir kısmı Anadolu’ya tekrar dönerek yeni kuşak Ermenilerin eğitiminde rol aldılar. 19. Yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’dan dönen eğitimli Ermeni gençlerinin faaliyetleri Osmanlı Devletinin içinde yeniden bir yapılanma hareketine dönüştü. Bu hareket, Müslüman-Hıristiyan çatışmasından Türk-Ermeni çatışmasının başlangıcını teşkil etti. Böylece, Tanzimat’a kadar dini cemaat statüsünde olan Ermeniler, bu okullar ve misyonerler vasıtasıyla Avrupa ile kurulan temas sonucunda vatan, millet, milli kültür, bağımsızlık gibi kavramlardan haberdar ve bunları ideal edinen yeni bir liberal, milliyetçi Ermeni aydın sınıfı ortaya çıktı[5].
19. yüzyılın sonuna gelindiğinde, büyük devletlerin tahriki ve Ermeni milliyetçi liderlerinin ve din adamlarının tesiri ile Osmanlı Devletine karşı düşmanlığa yönelik, Erınenilerin fikirlerinde değişmeler başladı. Bu vesile ile Osmanlı hükümetlerinin zaaflarından istifadeye yöneldiler. Ermeniler arasında ayrılık fikirleri yayılmaya başladıkça, İstanbul’daki Ermeni patriğinin Osmanlı Devleti’ne karşı sadakati de sarsılmaya ve tartışılmaya başladı. Ermeniler artık, millî maksatlarına ulaşmak için devlete karşı silahlı mücadele yöntemleriyle 1869’dan itibaren ihtilâl komiteleri kurmaya başladılar[6]. Bu aşamaya kadar Ermeniler hakkında yapılan her türlü düzenlemeler ve ıslahatlar da Osmanlı sınırları içerisinde kalarak yapılıyor, sınır ve ayrı bir vatan kavramından söz edilmiyordu. Fakat özellikle 1877-78 Osmanlı-Rus harbinden sonraki gelişmelerde ayrı bir Ermenistan’dan bahsedilmeye başlanmıştır[7].
93 Harbi de denen 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı, Ermeni meselesi için bir dönüm noktasıdır. Osmanlı Devletinin bu savaşta yenilmesi ve Rus ordularının İstanbul önlerine kadar geldikleri sırada bunu fırsat bilen Ermeni Patriği Nerses Vaıjabedyan, Eçmiyazin Katolikosluğu aracılığıyla Rus Çarı’ndan Rusya’nın Doğu Anadolu’da işgal ettiği toprakları Osmanlılara geri vermemesini istemiştir. Hatta bununla da yetinmeyerek Ayastefanos’taki Rus karargâhına bizzat giderek Grandük Nikola ile görüşmüş ve Doğu Anadolu’nun Ruslar tarafından ilhakını, bu olmazsa bölgeye Bulgaristan’a olduğu gibi özerklik verilmesini, bu da mümkün değilse bölgede Ermeniler lehine ıslahat yapılmasını ve bu ıslahat tamamlanıncaya kadar Rus ordusunun geri çekilmemesini talep etmiştir. Patrik’in son talebi Ruslarca kabul edilmiş ve Ayastefanos Anlaşmasına 16. Madde[8] olarak girmiştir. Bu madde ile Rusların, Ermenileri himaye perdesi altında Doğu Anadolu’da siyasî ve ekonomik üstünlük elde etmesinden çekinen İngiltere, bölgedeki kendi çıkarlarını da düşünerek Berlin’de yeni bir toplantının yapılmasını sağlamıştır. 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşmasına, Ermenilere muhtariyet yerine ıslahat formülü üzerinde anlaşılarak, Ermeni ve Rusların görüşleri yumuşatılmak suretiyle, 61. madde şu şekilde tespit edilmiştir: Bâbıâlî, Ermenilerle meskun vilayetlerde mahallî ihtiyaçların lüzum gösterdiği tensikat ve ıslahatı vakit geçirmeksizin tatbik etmeyi kabul edecekti[9]. Böylece 61. madde ile Ermeni meselesi, uluslar arası bir mesele hâline gelmiş oldu.
Ermeni meselesi uluslar arası politikanın malzemesi haline gelmesi, Avrupa’da Ermeni diasporasının oluşması ve Avrupa’da lehlerine kamuoyu oluşması üzerine Ermeniler, yeni bir eylem planına geçtiler[10]. Planlarına göre, bir yolu bulunup hazır hale getirilen Avrupa Hıristiyan kamuoyunun dikkati çekilecek, Avrupa devletlerinin Bâbıâlî üzerindeki baskısı arttırılacak ve sonunda Osmanlı Hükümetini bir oldu bittiye getirmek için suikast, gösteri, baskın, katliam ve genel isyan metotları kullanılacaktı. Bu amaçlarını gerçekleştirebilmek için 1878 yılından itibaren ihtilalci terör cemiyetleri kurmaya başladılar[11].
Osmanlı Devletine karşı Ermeni terörünün tertipleyicisi ve eylemcisi olarak olayların odak noktasını oluşturan komiteler, 1880’lerde kurulmaya başlanmışsa da. Ermeni Cemiyetleri denince şüphesiz akla 1886'da kurulan Hınçak (Çan) Cemiyeti ile 1890'da kurulan Taşnak Cemiyeti gelmektedir[12].
Hınçakyan Fırkası Programına göre, cemiyet maksatlarına “ihtilâl” vâsıtasıyla muvaffak olabileceklerine ve bunun için de “millî isyanlar” gerçekleştirmelerine inanmıştı. Bunun için de cemaâti hükümete karşı tahrik etmek, ayrıca her fırsattan istifâde ederek hükümetten ıslahat talebinde bulunmak, vergi vermemek, hükümet aleyhinde her çeşit gösterilerde bulunmak tezini savundu. Ayrıca cemâat arasında isyan tohumlan saçmak, çıkacak isyanları her tarafa yaymak ve memurlar arasında bulunan Türk-Ermeni bütün devlet taraftarı olan kişileri yok etmek, fırkanın gayeleri arasındaydı.
Asıl adı “Ermeni İhtilal Cemiyetleri İttifakı” olan Taşnak Cemiyeti’nden, maksat ise Osmanlı Devletinde genel boyutta ihtilâller ihdâs ederek, bağımsızlığı kazanmaktır. Bunun için gerekli yerlerde ihtilâl cemiyetleri teşkil edilecektir[13].
Ermeni ihtilal cemiyetleri 1887’den sonra Osmanlı Devleti içerisinde ve Avrupa'da hızlı bir şekilde teşkilatlanmalarını tamamladılar ve isyan hazırlıklarını hızlandırdılar. Artık isyan için elverişli bir ortamın oluşmasını bekliyorlardı. Nitekim Ermeni cemiyetleri, Berlin antlaşması gereğince, Osmanlı Devletinin verdiği söze rağmen Ermeniler lehine ıslahatları yapmamasını bahane ederek 1890 yılından itibaren terör ve isyan hareketlerine giriştiler.
Ermeniler, 1895 yılında özellikle Hınçak komitesi üyelerinin kışkırtmaları sonucu Anadolu’nun pek çok kasaba ve vilayetinde olaylar çıkarttılar. Anadolu’daki bütün İngiliz Konsolosları da, 1895 yılı Temmuz ve Ağustos aylarında komite faaliyetlerinin her an olaylar çıkmasını mümkün kılacak düzeye eriştiğini bildirmişlerdir[14]. Bu olaylarda Ermeni komiteleri, iniklerin yanı sıra kendilerine katılmayan Ermenilere karşı da cinayetler işlediler ve kundaklama faaliyetlerinde bulundular[15].
Ermeniler tarafından Anadolu’nun pek çok vilayetin ve kasabasında çıkarılan isyanla¬rın ve olayların önemli olanları, kronolojik sırayla aşağıdaki gibidir:
Aralık 1882 Anavatan Müdâfileri Olayı
Mayıs 1889 Armenakan çeteleriyle müsâdeme
Ağustos 1889 Musa Bey Olayı
20 Haziran 1890 Erzurum isyanı
15 Temmuz 1890 Kumkapı nümâyişi
1892-1893 Merzifon, Kayseri, Yozgat Olayları
Ağustos 1894 Birinci Sasun isyanı
16 Eylül 1895 Zeytun(Süleymanlı) isyanı
29 Eylül 1895 Sivas, Divriği
30 Eylül 1895 Bâb-ı Alî Olayı
2 Ekim 1895 Trabzon
6 Ekim 1895 Elâzığ, Eğin
7 Ekim 1895 Kayseri, Develi
8 Ekim 1895 İzmit, Akhisar
21 Ekim 1895 Erzincan
25 Ekim 1895 Gümüşhâne
25 Ekim 1895 Bitlis
26 Ekim 1895 Bayburt
27 Ekim 1895 Maraş
29 Ekim 1895 Urfa
30 Ekim 1895 Erzurum
2 Kasım 1895 Diyarbekir
2 Kasım 1895 Diyarbekir, Siverek
4 Kasım 1895 Malatya
7 Kasım 1895 Elazığ, Harput
9 Kasım 1895 Elâzığ, Arapkir
15 Kasım 1895 Sivas
15 Kasım 1895 Sivas, Merzifon
16 Kasım 1895 Antep
18 Kasım 1895 Maraş
22 Kasım 1895 Muş
3 Aralık 1895 Kayseri
3 Aralık 1895 Yozgat
1895-1896 Zeytun isyanı
2 Haziran 1896 Birinci Van isyanı
14 Temmuz 1896 Osmanlı Bankası baskını
Temmuz 1897 İkinci Sasım isyanı
21 Temmuz 1905 Sultan Il.Abdülhamit’e suikast
14 Nisan 1909 Adana isyanı
Görüldüğü üzere, sadece 1895 yılı içerisinde, 27 civarında Ermeni isyanı ve olayı meydana gelmiştir. Anadolu’da çıkan bu Ermeni isyanlarının her birinin tek tek incelenmesi halinde, bugüne taşınmış bulunan Ermeni sorununun daha iyi bilinmesine yardımcı olunacaktır. Ancak bu olaylarda Ermenilerin asıl gayesinin, isyan çıkarılan yerlerde bağımsız bir Ermeni Devleti kurmak olmayıp, Avrupa kamuoyunu yanlarına almanın yanında, bölgedeki Müslüman ahaliyi korkutarak göçe zorlamak ve bölgede Müslümanlara oranla az olan nüfus üstünlüğü elde etmek olduğu, isyan çıkan yerlerdeki nüfus oranına bakılacak olursa kolayca anlaşılır[16].
A- DİYARBAKIR, ARABGÎR, HARPUT, MERZİFON, HAVZA, AMASYA VE MALATYA’DA MEYDANA GELEN ERMENİ AYAKLANMALARI İLE İLGİLİ LÂYİHA[17]
Ermeni meselesi hakkında, olayların patlak verdiği yıllarda Osmanlı hükümetince, sanki gelecek yıllarda devletin karşısına bir problem olarak çıkacağı bilinmişçesine, raporlar tutulmuştur. Bu cümleyi özellikle vurgulamak istedim, çünkü bazı Avrupah bilim adamları konuya önyargılı yaklaşıp, Türk belgelerin güvcniliı sizliğinden bahsetmektedirler. link belgelerinin güvensizliğini savunan kişiler niçin yabancı belgelerin ve Ermeni kaynaklarının doğru kabul edildiğini açıklamak zorundadırlar.
Sunduğumuz ve toplanı 15 sayfa olan lâyiha, Diyarbakır, Arabgîr, Harpın, Merzifon, Havza, Amasya ve Malatya dolaylarında karışıklığı yatıştırmak üzere padişah tarafından görevlendirilen Erkân-ı Harb İkinci Feriki Abdullah b. Rüstem’in yaptığı tahkikat ve gözlemleri sonucunda kaleme aldığı ve merkeze sunduğu lâyihadır[18]. 1896 tarihinde yazılmış olan lâyihada, 1895 yılında, yukarıda ismi geçen yerleşim birimlerinde meydana gelen Ermeni olayları anlatılmaktadır. Layiha genel olarak değerlendirilince, yukarıda ismi geçen şehir ve kasabalarda Ermeni olaylarının başlamasıyla ilgili çok çarpıcı bilgiler edinilebilir. İşte biz ilk olarak aşağıda, söz konusu bölgelerde çıkan Ermeni ayaklanmaları hakkında daha çok teferruat edinmek isteyenler için lâyihanın orijinal transkribini verdik[19]. Daha sonra ise bu transkrib doğrultusunda kendi değerlendirmemizi de koyarak, genel bir yorum yapmaya çalıştık.
1- Layihanın Transkribi
(s. 1 )Eyâlât-ı ma’lûme dâhilinde âhîren tahaddüs itmiş olan iğtişâşâtın csbâb ve mâhiyâtı hakkında hârice bir takım erâcif ‘aks itdirmekle tervîc-i mefâside çalışanlar bulunması muhtemel olmasına ve kulları da irâde-i seniyye-i hazret-i pâdişâhı üzerine iğtişâşât-ı vâkı’ayı teskine me’mûr olanlar meyânmda bulunduğuma mebni bu mess’eleye müteferri’ ve tahkîkât-ı sahîha ile müşâhedât-ı mahsûsaya müstenid ba’zı ahvâl ve hakâyıkı ‘arz ve teşrih itmeği vezâ’ifden ‘add iderim.
Her hangi mahallde iğtişâş zuhûr itmiş ise sebebi Ermenilerin tecâvüzât-ı ‘adîde ve mütekaddiseniyyei olmuşdur.
Ehâli-i islâmiyenin ilcâ-yı ta’assubla teba’a-i hristiyâniyeye ta’arruz itmelerine nasıl ihtimâl virilsin ki diyânet-i celîle-i islâmiye böyle bir ta’arruzun vukû’una mâni’ olur. Ma’lûmdur ki ta’assub bir adamın mensûb olduğu dine şiddet-i irtibatı dimekdir. Her hangi kavinin olursa olsun kanâ’at-ı viedâniye ve ihtisâsât-ı mahsûsasını ba’zı şerâ’it-i hafife ile hinıâye itmek dîn-i mübeyyin-i islâmın ahkâm-ı esâsiyesinden olub bu dinde ta’assub ihtiyar idenlerin ise hiçbir kavim ve mezhebe ta’arruz itmemeleri tabî’îdir. Bin bu kadar seneden beri havâlî-i şarkiyyede tahaddüs itmiş olan ahvâl ve vakâyi’e karşı bu kadar uyan ve mezâhibin ta’arruzdan masûn kalmasına şeri’at-garâ-yı Muhammediye’nin eser-i himâyeti olmakdan başka bir nazarla bakılamaz. İtlâf ve tahrîb-i hukuk ümemin en muhikk kavâ’idinden ‘add olunduğu bir zamanda zuhûr ile her dürlü ahkâm-ı ‘adi ve hakkâniyeti te’sîs ve ibrâz iden Osmanlılar dahî şu altıyüz sene zarfında seyfen râm ildikleri akvâmın hayat ve mezhebini muhâfaza-i mahsûsa tahtında bulundurmakla isbât-ı ‘ulüvv-ı cenâb eylemişlerdir. Terbiye-i mezhebiyye üzerine mü’essis olan o hissiyât değişmemişdir ve değişmek ihtimâli de yokdur.
İğtişâşât-ı ahîreyi tevlîd iden Ermeni kıyâmlanna gelince: Bu kıyâmın sebeb-i müstakilli bugün muhtelif (s.2) kanunlarla idâre olunan akvâmı bile devlet-i metbû’aları ‘aleyhine kaldıran ve kaldırmakda bulunmuş olan sevdâ-yı istiklâlin Ermeni sâkin olan vilâyetlerde ıslâhât icrâsı lüzûmunu mutazammın olmak üzere Berlin Mu’âhede-nâseniyyeine dere olunan bir fıkra münâsebetiyle Ermeni hevâdârânının dimağına intikâl itseniyyei olmuşdur. Fakat mıkdâr ve kuvvetçe ehâlî-i islâmiye ile nisbet kabul idemiyecek derecede za’îf bulunan Ermeniler (şerâ’it-i muhîtiyye) nin müsâ’adesizliğini îcâb itmiş oldukları bir ka’ide vâsıtasıyla cebr ve ikmâl itmek istemişlerdir ki bu ka’idede (mağlûbiyetden istifâde) itmekdir.
Şu son sekiz on sene zarfında ittihâz itmiş oldukları seniyyelekle mu’âmelât-ı câriye delâ’il ve teşrîhâtıyla isbât ider ki Ermeniler ne sûrede olursa olsun ehâlî-i islâmiyeyi tehyîc ile kendilerini bunların şiddet-i muhakkasına hedef itmek ve bu sûrede kalub ‘âmmeye ilka idecekleri hiss-i rikkatden istifâdeye çalışmak maksadını ta’kîb itmişler ve ihtimâl ki bu yolda gösterecekleri fedâkârlığın semeresiz kalmayacağı va’admı hâricden almışlardır. Ermeniler yedinde tutulub da el-yevm hükûmet-i seniyye nezdinde bulunan evrak-ı muzırre ve ınatbû’a vesâ’ire bu ciheti isbât ve tavzih ider.
İğtişâşât-ı vâkı’a Avrupa'nın her yerinde görülmüş olan şûrişlerin bir ‘aynı iken ecnebilerin buna lefîgîr(?) (katl-i ‘ânım) nâmını virerek ehemmiyetini teesîm ve şekl ve mâhiyetini başka yolda tersim itmeleri hakîkat-i hâle mugâyir olduğundan erbâb-ı adi ve insâf nazarında makbûl olamaz.
Ermeni iğtişâşâtı hatve-bi-hatve ta’kîb ve tedkîk olundukda muttarid bir programla ve bir emr ve maksada tâbi’ olarak hareket itmiş oldukları göndür.
Ahiren pâyitaht-ı saltanat-ı seniyyede îkâ’ına cür’et ildikleri şûriş günlerinde Anadolu’nun uzak yakın her tarafında nümâyişler icrâsına müsâra’at ve hatta âtide tafsil idileceği veehle Diyarbekir gibi eyâlât-ı ba’îdede bile (s.3) mekâtib ve ma’âbidi ta’tîl ve dükkânlarını sedd ile mahzar-ı ‘umûmî tertîb ve idâre-i ‘âdile-i Osmâniyc’yi ‘alenen tenkîd itmek gibi tehyîcât-ı fesâd-cûyâneye cür’et itmeleri fikirlerinin ‘aynı cereyân dâhilinde bulunmuş olduğunu her viedâna kanâ’at-bahş olacak sûretde tebyîne kâfidir.
İğtişâşât esnâsında ele geçirilmiş olan Ermeni evrâk-ı muzırresi arasında zuhûr iden şarkılardan bir çoğu Ermenileri ehâlî-i islâmiye ‘aleyhinde sevk ve tehyîc idecek ve hatla İslâmların mâl ve cânına ta'arruzu nıübâh gösterecek telkînât-ı menfûreyi muhtevi olduğu müşâhede idilerek hükümet tarafından bir kısmı mahkemeye tevdi’ ve bir takımı Bâb-ı ‘Âlî cânib-i sâmîsine ‘arz ve takdim kılınmışdır.
Ermenilerin yalnız ıslâhât talebiyle kıyâm itmemiş oldukları eyâlât-ı ma’lûme dâhilinde ıslâhât icrâsına teşebbüs buyuruldukdan sonra da tervîc-i mefâside devâm ve bu ıslâhâta imtiyâz nâmını virerek ehâlî-i islâmiyeyi bu münâsebetle de tehyîce ikdâm itmelerinden ma’lûm olur. Tahkîkât-ı resmiyye ile sâbit olduğu üzere gâh ve bî-gâh bir takım Ermeniler Çerkeş ve zabtiye kıyâfetine girerek rast geldikleri Müslüman köylerinin bir kısmını “Ermenileri uıunuz o yolda emr gelmişdir” gibi ilkâât-ı fesâd-cûyâne ile ve bir takımını da “Bu havâli Ermenilere virildi. Artık sizden ‘asker ve vergi alınmayacakdır. Her sûrede rahat ideceksiniz ve güzel me’mûriyetlerde istihdâm olunacaksınız” gibi iğfâlât-ı hâ’inâne ile ızlâle çalışmışlardır.
Her taraf nâ’irc-i iğtişâş içinde bulunduğu bir zamanda bile Ermeni milleti efradından Malatyalı Sirob oğlu Karabet’in Malatya sancağı muzâfâtından Ağcadağ kazası dâhilinde Dömekli karyesiyle diğer onbeş kaıyede mütemekkin Kızılbaşları ızlâl ile küfr ve garâbetle mâlî bir mezheb-i ihtirâ’ iderek beşyüzü mütecâviz Kızılbaşı hükûmet-i seniyye ‘aleyhinde ‘isyân ildirmiş ve fakat sâye-i satvet-vâye-i hazret-i pâdişâhîde sevk olunan müfreze-i askeriye ma’rifetiyle cem’iyetleri berbâd (s.4) ve erbâb-ı şakâvet ve mefsedet tenkil olunmuşdur.
Vilâyât-ı sitte dâhilinde icrâ olunacağı i’lân buyurulan ıslâhât her sınıf teb’a-i seniyye’ûde hazret-i pâdişâhînin bir kat daha te’mîn-i hukuk ve refâhiyetinden ‘ibâret iken buna imtiyâz nâmını virmek isteyerek asırlardan beri hânedân-ı hilâfete habl-i metin sadâkat ve ‘ubûdiyede merbûl bulunan Müslümanlarla mezâhib-i sâ’ire ashâbını ye’s ve heyecâna düçâr itmeğe çalışmaları da Ermenilerin fitneyi ikâza masrûf olan harekât-ı reddiyelerindendir. Ma’mâfih arzu ildikleri fesâd-ı ‘umûmînin bu gibi ilkâât ve tahrîkât ile de zuhûr idememekde olduğunu gören erbâb-ı mefsedet her dürlü cür’et ve fedâkârlığı ihtiyâr ve her tarafça ta’arruzât-ı fi’ileyeye ihtiyâr iderek ba’zı yerlerde cevâmi’-i şerîfeye hücûm itmek ve ba’zı mahallerde ‘ulemâ ve eşrâf-ı islâmiyeyi kati veya tahkire cür’et eylemekle nâ’ire-i fesâdı îkâd itdikden ve içlerindeki zî-kıymet eşyayı zâten hânelerine nakl itmiş oldukları dükkânlarını ihrâk eyledikden sonra evlerine tahassünle evvelce ihzâr eylemiş oldukları metris ve mazgallardan büyüt ve ehâlî-i islâmiye üzerine kurşun ve kumbaralar yağdırmışlardır. Bu hımıbaralar ihtirâ’ât-ı ccdîdeden olııb cem’iyet-i beşeriyenin âsâyiş ve intizâmını ihlâle çalışan anarşistler yedinde câ-be-câ görülmüş olan humbaraların ‘aynıdır. İsti’mâl itmiş oldukları esliha ise her nevi’ âlât-ı cârihadan başka firinka, martini, vincestır, kapaklı vesâ’ir nevi’ tüfenklerdir.
Ermenilerin her tarafdaki kıyâm ve hareketleri tedkîk olunsa erbâb-ı fesâd ta’arnızda bulunan istilâ ordusunun düşman memleketinde kuvâ-yı cesîmeye tesâdüf ider itmez hâl-i tedâfu’i ahz itseniyyeine temâmen müşâbe olmak üzere fitneyi îkâz idinceye kadar tecâvüz ve andan sonra müdâfa’a hâlinde görülür.
Dâ’ire-i iğtişâşın bu kadar tevessü’le ihtilâlin böyle bir şekl-i ınüdhiş ahz ideceğini tahmîn idememiş (s.5) olduklarını ve fesâdın bu sûretle hânman-suz olacağını evvelden takdir ile erbâb-ı şerr ve mefsedet hükûmet-i seniyyenin ‘adâleline ‘arz eylememeleri bu felâketi îcâb eylemiş bulunduğunu Ermeni mu’leberânından bir çoğunun lisân-ı telehhüf beyânından işitdim.
Tecâvüzât-ı mütekaddimenin Ermeniler tarafından vukû’a getirildiğine Mardin, Ergani Ma’deni, Tokad, Hazro kasabalarını misâl makâmında ‘arz iderim. Bunlar mu’areke-i ihtilâliye dâhilinde olmakla berâber iğtişâşdan ınasûn kalmışlardır. Çünkü Mardin kasabasında mütemekkin Ermeniler Arabca ile mütekellim olub başka lisâna vâkıf olmamalarından dolayı Ermeni komitesinin ilkâât ve tehyîcâtını telakki idemeyerek râbıta-i lisâniye ile merbut bulundukları ehâlî-i islâmiyeye dâ’imâ âsâr-ı muhâdenet göstermişler ve Müslümanlar da Ermeni vatandaşlarını galeyâna gelmiş olan ba’zı ‘aşâ’ire karşı bi’l-fi’il müdâfa’aya şitâb iderek bir Etmeninin burnu kanamamış olduğu hâlde yirmiyi mütecâviz ehl-i İslâm bu yolda fedâ-yı cân itmişlerdir. Ergani Ma’deni’ndeki Ermeniler mikdârca kalîl ve hüsn-i hâl ve ma’âşeret cihetine sâlik olmalarından dolayı bunların ta’arruzdan masûniyetine islâmlar tarafından son derecede bczl-i seniyyeâ’î idildiği ve Hazro (?) kasabası ile kurâ-yı mütecâviresindeki ehâlî-i hrıstiyâniye dahî erbâb-ı fesâd tarafından ‘isyâna davet olunduğu sırada ‘âkıbet-i hâli derk ve teferrüsle hânedân-ı mahallîden Seyfeddin Bey’e mürâca’at ve fenâlıkda bulunmayacaklarını te’mîne müsâra’at ildiklerinden hepsinin cân ve mâl ve ‘ırzı muhâfaza ve bir iki def a âsâr-ı heyecân göstermiş olan ‘aşâ’ir-i nıütecâvircye karşı İslâmlar tarafından fi’ilen müdâfa’a olunduğu me’mûrîn ve mhbân-ı ecnebiyenin bi’z-zât müşahede itmiş oldukları hakâyıkdandır.
Tokad kasabası Ermeni fesâdmın birkaç seneden beri cevlân-gâhı kesilmiş olmakla beraber bu gibi fitne-i ‘azîmenin ma’mûriyet-i mahalliyeyi iınhâ ve refâhiyet-i ‘umûmiyeyi ifnâya sebeb olacağını dûr-endişâne mütâla’a iden ba’zı Ermeni ‘ukalâsı hükûmet-i mahalliyenin da’vet ve nasihati üzerine içlerindeki fesededen elli kadarını hükûmet-i seniyyeye teslîm ve vatanlarının (s.6) şûriş ve harâbîden masuniyetini bu sûretle te’ınîn idcbilmişlerdir ki bunlar ehâlî-i islâmiyenin her hâl ü kârda erbâb-ı fesâda karşı tedâfu’i bir seniyyelek ihtiyâr iderek ta’arruzdan son dereceye kadar ihtinâb itmiş olduklarına birer delîl-i müskit ‘add olunabilir.
Tarafeyn maktûlü arasındaki nisbetsizliğe gelince:
Mağlûbiyetden istifâde maksadıyla hareket itmekde olan Ermenilerin inzâr ve rikkat-i ‘umûmiyeyi celb içün ‘an-kasdin mıkdâr-ı vefiyyâtı i’zâm iderek ‘âlemde vücûdları ve sicill-i nüfûsda kayıdlan olmayan veya olub da bir iki ay evvel koleradan veya başka bir sebebden terk-i hayât itmiş olan eşhâsı bu meyânda zikr ile te’yîd-i müdde’âya çalışmaları ve fitneyi İkâz idinceye kadar hâl-i ta’arruzda bulunarak kendilerinden ziyâde cengâver ve isti’mâl-i silâha muktedir olan İslâmlara açıkdan açığa hücûm itmiş olmaları maktûllerinin mıkdârını hadd ve hakîkatden ziyâde i’zâm itmiş olduğu gibi bu yolda desâ’isi irtikâba mecbûriyet görmeyen Müslümanların maktûllerini meydânda ve ayaklar altında bırakmak istemeyerek berâber götürmeleri dahî veliyyât-ı islâmiyenin ‘adedi vukû’undan dûn görünmeğe sebeb olmuşdur.
Ma’rûzât-ı vâkı’a-i kemterânemi te’yîd ve tevsîk içün hedef-i iğtişâş olmuş olan mahallerde şûrişin sûret-i zuhûrunu da ber-vech-i zîr ‘arz iderim:
Diyarbekir Vukû’âtı: Geçen şehr-i Eylül evâhirinde asâyiş tamâmen mevcûd ve cüz’î külli bir sebeb ve münâsebet mefkûd olduğu hâlde milel-i hristiyâniyenin emniyet ve istirâhati mefkûd idüğü bahânesiyle Enneniler dükkânları (s.7) sedd ile kileselerde içtimâ’ ve cebr ve tehdîd ile milel-i sâ’ire-i hristiyâniyeyi de dâ’ire-i mefsedete idhâl iderek üç gün üç gîce mütemâdiyen çan çalmak gibi nümâyişlerle elkâr-ı ‘umûmiyeye heyecân bahş olmak istemişler ve teşkili hayâl-i hâmendef?) bulundukları Ermenistan’a Diyarbekir vilâyeti de idhâl ve ilâve olunmak içün mazbata tanzim ile fesâdın mukaddemâtını tehiyye ve ihzâr eylemişlerdir.
Sâye-i kudret-vâye-i hazret-i pâdişâhîde asâyişin bu gibi nümâyişler karşısında da pâ-ber-câ-yı istikrâr olduğunu gören Ermenilerin hafi ve celî ihdâs-ı vekâyi’a gayret ve tecâvüzlerini ‘ulemâ-yı islâmiyeden ve Özdemiroğlu Osman Paşa merhûmun ahfadından Sin(?) câmi’-i şerifi hatibi Hâfiz Ömer Efendiyi sokak ortasında tahkire kadar cür’etle efkâr-ı islâmiyeyi tehyîce sarf-ı makderet itmelerine de ehâlî-i islâmiye tecâvüzât-ı mütekaddimenin tevlîd idebileceği seniyye’ûliyet-i maddiye ve ma’neviyeden ihtirâzen temkin ile mukâbele itmeleri üzerine Ermeni fedâ’ileri geçen Teşrîn-i evvel’in yirminci Cum’a günü Müslümanlar salât-ı Cum’a’yı edâ içün ca’milerde bulundukları sırada Câmi’-i Kebîr, Fâtih Paşa, Behranı Paşa, Ali Paşa, Sin ve Arabşeyh câmi'lerine hücûm iderek kadın erkek bir hayli İslâmî câmi’lerin havlu ve etrâfında şehîd itmeleri vak’anın nıebde’-i zuhûru olmuşdur. Câmi’lerde maktûl olan ehâlî-i islâmiyenin mıkdâr ve hüviyetiyle hristiyan maktullerinin ‘adedi ve ba’zısınm hüviyeti hükûmet-i seniyye nezdinde mahfûz zabıt-nâmelerle tabîb raporu gibi vesâik-i mu’tebere delâletiyle ma’lûmdur. Her yerde olduğu gibi Diyarbekir’de de îkâ’ itmiş oldukları harîkin Enneniler tarafından vukû’a getirilmiş olduğuna yangının Ermeni hâilelerinden atılan kurşunlara ma’ıûz bir sokakdan ve beş mahallden zııhûr itseniyyei ve harîkin itfasına çalışan me’mûrîn (s.8) ve ‘asâkir ile Beledî Çavuş ve Tulumbacılarına bile kurşun atarak yangının Anadolu’daki ma’âbed-i islâmiyenin en cesîmi olan câmi’-i kebîre doğru tevsî’-i dâ’ire-i sirâyet itseniyyeine çalışılması ve bunlardan başka muhterik olan sekiz yüz yetmiş sekiz dükkândan altı yüz yetmiş yedisinin cevâmi’ ve seniyyeâcid evkafı ile ehâlî-i islâmiyeye ‘â’id olması kat’iyyen delâlet itmekdedir.
Hâdise esnâsında islâmdan yüz otuz maktûl ve yüz mecrûh ve hristiyandan dahî dört yüz seksen maktûl ve yüz elli mecrûh vukû’ bulduğu ol-bâbdaki tahkîkât ile tezâhür itmişdir. Ehâlî-i islâmiyenin Ermenilere karşı tedâfü’i bir seniyyelek ittihâz eylemiş olduklarına İslâm mahallâtmda kâ'in olan beş yüz kadar hristiyan hâilelerinden içlerinden kurşun atılmaması cihetiyle her sûrede ta’arruzdan masûn kalmaları bir delîl-i diğerdir. Ermenilerin evlerden başka bir takım kiliseleri de dam ve pencerelerinde metrisler yaparak ma’bed hâlinden ihrâc ile tabya şekline ifrâğ ildikleri bu meyânda müşâhede olunmuşdur.
Hâdisenin müddet-i devâmı olan kırk sekiz sâ’at zarfında Ermeni mu’teberânı hanelerinden câ-be-câ atılan kurşunlarla humbaralar hükümetçe ittihâz idilmiş olan tedâbir-i teskîniyyenin hükm ve te’sîrini ta’dîl idccek derecede kesretli olmakla berâber ehâlî-i islâmiyenin emi-i hükümete kemâl-i itâ'al ve inkıyâdından nâşî teskîn-i fit neye muvaffakiyet hâsıl olmuşdur.
Arabgîr Vukû’âtı: Arabgîr kazâzında ınütenıckkin Ermenilerin hâriçle kesret-i ihtilâli olmak ve kasaba dâhilindeki ehâlî-i islâmiyeye nüfusça gâlib bulunmak cihetiyle öteden beri hafi ve celî fikr-i mefsedete hidınet itmekde ve bu sûretle kazâ-yı mezkûru (s.9) ‘âdeta temâyülât-ı ihtilâliyenin bir merkezi makamına kovmakda bulunmuşlardı. Müslümanlar hakkında bir katl-i 'ânım itmek ınenvî-i zamirleri olub bu mel’anetin esbâb-ı evveliyesini bir çok esliha-i mükemmele ve âlât ve eczâ-yı nâriyye ve sâ’irc tedârik ve idhâr itmekle ihzâr eylemiş oldukları da gerek vak'a esnâsmda isli’mâl itmiş oldukları ve gerek iğtişâşâtdan sonra hükümetin ele geçirmiş bulunduğu esliha ve humbaralar delâletiyle ma’lûm olınakdadır. Bunların bu sûretle i’dâd-ı esbâb-ı fesâd ildiklerini bir dereceye kadar hiss itmiş olan ehâlî-i islâmiye ise ınugâyir merzi-i 'alî bir gûnâ ahvâl-i vukû'uyla âtiyyen bir seniyyeuliyet teveccüh itseniyyeinden ihtirâzen hazin ve sükût-i iltizâm itmişlerdir. Senelerden beri fesâda nıüheyyâ bulunan Ermenilere karşı İslânıların müdâfa’a-i nefs idebilmeleri içim on hanede bir silâh bile bulunmaması ve bu sırada evlerine ilticâ iderek çoluk çocuk feryâda başlaması üzerine hâricdeki ekrâd kasabaya dâhil ve mukabeleten isti'mâl-i silâha mecbûr olarak tecâvüzât-ı vâkı’ayı men’e çalışdıklarından Ermeniler hem kendi hânclerini ve hem ekseriyetle İslâm malı olan birkaç yüz. dükkân ve bir hayli hân ile birkaç hâneyi âsâr-ı 'atîkadan olan câmi’-i kebîr ile dershane ve kitâbhâne ve medâris-i islâmiyeyi kumbaralarla ihrâk eylemişlerdir. Cami in ihrâkından dolayı terettüb idecek seniyye’ûliyeti de İslâmlara tahmil ve bu sûretle setr-i habâset itmek fikriyle kendi kiliselerini de ihrâka teşebbüs ildikleri hiss olunması üzerine men’-i mefsedet içim sevk olunan 'asâkir-i şâhâne üzerine dahî hücûm itmişlerse de çalman imdâd borusuna Binbaşı İlyâs Efendi mıkdâr-ı kâfi askerle yetişerek bit gûnâ fenalığa ve kiliseyi ihrâk itmelerine meydân virmemişdir.
Arabgîr vukû’âtında her dürlü tecâvüzât ve ta’arruzâım Ermeniler tarafından vukû' bulduğuna delâlet idecek ahvâlden biri de fesâd komitesine dâhil olan bir takım eşirrânın vukû’âtdan evvel rü’esâ-yı ekrâda mürâca’atla “ Bu havâli Ermenistan oldu. Sizi pek büyük me’nıûriyetlerde islihdâm ideceğiz. Kasabadaki (s. 10) İslâmlarla bir mu’ârazamız vâki' olursa bî-taraf durunuz” gibi iğfâlâta cür’et ilmeleridir. Harîkden ehâlî-i islâmiyenin daha ziyâde mutazarrır olması da bu hıyânete mütecâsir olanların Ermeniler meyânında bulunduğuna delâlet ider. Yangın esnâsında toplanmış olub da Ermenilerin yağma nâmını virdikleri eşyâ ise bi’l-âhire hükûmet-i mahalliye vâsıtasıyla ashâbına i’âde olunmuşdur.
Harput Vukû’âtı: Geçen Teşrîn-i êwel'in yirmi altıncı Perşembe günü sâ'at on buçuk raddelerinde Kesrik karyesinde mütemekkin Ermeni mu’teberânından Yağcıyan Kirkor Efendi nin hâilesinden atılan birkaç el silâhın ulemâdan İstanbullu-zâde Mustafa Efendi’yi ayağından ve Bekir Efendi-zâde İsmâ’il Efendi’yi elinden ve Vartafilli Ali Efendi’yi dahî kolundan cerh itseniyyei ve zâten birkaç gün mukaddem lüzûm ve münâsebet olmadığı hâlde Harput kasabasında dükkânlarını kapamaları ve bilâd-ı mütecâvirede Ermeniler yüzünden vâki' olan iğtişâşın efkâr-ı 'umûmiyeye bir te’sîr-i mahsûsu bulunması üzerine ehâlî-i islâmiye tarafından da müdâfa’a-i nefse mecbûriyet görülerek Ermeniler den üç ınaktûl ve üç nıecrûh vukû’ bulmuşdur. Vak’adan haberdâr olan ekrâd dahî tecemmu' iderek karye-i mezkûre civârında kâ’in Hüseynik karyesinde bulunan Ermeniler tarafından atılan kurşunlardan bir bonzen onbaşısı ile birkaç kürd maktul olmalarından dolayı ekrâd-ı merkûme dc galeyâna gelmiş ise de sevk olunan ‘asâkir-i şâhâne ile iğtişâş teskin olunabilmiş ve hasbe’l-mevki’ pek ziyâde büyümek isti'dâdım hâ’iz olan iğtişâşât-ı mezkûrenin tevessü’ irmeksizin mübeddel-i sükûn olması ‘asâkir-i nusret-mâeser-i hazret-i pâdişâhînin ikdâm-ı tamını eseri bulunmuşdur.
Merzifon Vukû’âtı: Merzifon'daki vukû’âtın zuhûru emrinde Ermeniler tarafından sarf olunan seniyyeâ’î-i mefsedet-cuyâne inzâr-ı ağyardan bile istitâr idemeyecek derecelerde vâzıh şu son senelerde görülen (s. 11 ) her dürlü Ermeni vekâyi’-i ihtilâliyesinde Merzifon’un bir mevki’-i mahsûs işgâl itdiği muhakkakdır. Ezcümle birkaç seneden beri Ermenilerin diyânet-i mübeccele-i islâmiye ve hilâfet-i kebîri ile saltanat-ı seniyye aleyhinde ‘azviyyât hâvi yafta yapışdırmak gibi tehyîcât ile bir fesâdı da’vete çalışdıkları da mu’âmelât-ı sâbıka delâletiyle ma’lûm olur. Hatta islâma mahsûs olan cesîm ve müceddid mekteb-i rüşdîyi hafıyyen derûnundaki İslâm bekçi ile berâber ihrâk irdikleri gibi bu yangın elrâfada sirâyet ve sarf-ı islâma ‘â’id bir çok medâris ve cevâmi’ ve büyüt ve dekâkin ile eşyâ ve sâ’ireyi hâk ile yeksân iderek bir çok İslâm ‘â’ilelerini sefil ve perîşân bir hâle düşül müşdür. Mektebin muhterik olmasına te’essüf iden Müslümanlara size mektebin ne lüzûmtı var der gibi tahkir ve tehyîci mutazammın cevâb i’tâ itdikleri ma’ü’l-istiğrâb görülmüş idi. Yedi karyeler nâm mahalle gelmiş olan Ermeni eşkıyâsı üzerine sevk olunan süvâri Mûsa onbaşının maiyetiyle berâber kasabaya ‘avdet iderken Ermenilerin meşhur manastırlarım hâvî olan Kör karyesinde Ermeniler bunlara hücûm ile silâh isti’nıâl eylemişlerse de bi’l-mukâbele bir kaçı itlâf olunmakla tecâvüzât-ı vâkı’a men’ olunabilmişdir. Daha garibi şudur ki hâdiseden birkaç gün mukaddem silâh akma celb ve cem’ olunan ‘asâkir-i redîfenin Gümüş Hâcı Köyü kazâsından Merzifon taburuna sevk olunduğu günden bir gün sonra Hâcı Köy sokaklarıyla diğer mahallere (Budala Müslümanlar! Niçün askere gidiyorsunuz. Birkaç gün sonra mahv olacaksınız!) gibi ‘ibârât-ı mühimmeyi hâvî yaftalar yapışdırarak Merzifon’uda her tarafça îkâ’ itdikleri fesâdın dâ’ire-i ateşini dâhiline çalışmışlar ve fitneden muhtelib(muhtelenib?) ve hükümete sadık ba’zı Ermenileri kilise kapıdan önünde gaddarâne itlâf itmişlerdir.
Vukû’âtın sûret-i zuhûınna gelince; geçen Teşrîn-i sânî’nin üçüncü Cum’a günü ehâlî-i islâmiye öğle vakti Cum’a namazını edâ içün câmi’lerde bulundukları sırada kiliseden çan vâsıtasıyla idden işâret üzerine câmi’lere hücûm ile ehâlî-i islâmiyeden isim ve hüviyeti hükümetçe mazbût eşhâs-ı ma’rûfayı kati ve cerh eylemişler (s. 12) ve bir takımı umûm İslâmları tehyîc içün komitelerin câmi’i basdığım i’lân ile her tarafa kurşun yağdırmışlardır. Ma’mâfıh hükümetçe ittihâz olunan tedâbir-i inzibâtiye üzerine şûrişin devâmına mümâna’at ve ecnebilerle diğer hristiyanlarm emr-i muhâfazalarına her sûrede dikkat olıınmuşdur.
Havza vukû’âtı: Teşrîn-i sânî’nin dördüncü Cum’airtesi günü Amasya ve Merzifon vukû’âtının Havza’ya şüyû’uyla karışmış olan efkârı bir kat daha tehyîc içün Ermeni dükkânlarının kapanması ve Yeni Seniyyecid mahallesinde Mekân oğullarından Serkis ile birâderleri ve Merzifonlu Ohan nâm kimselerin hâilelerinde silâh doldurur iken tutulmaları ehl-i İslâmın nazar-ı dikkatini celb ile kalub ‘âmmeye ilkâ-yı dehşet itmiş ihlâl-i âsâyişe meydan virilmemek üzere taraf-ı hükûmetden her iki tarafın ileri gelenlerine vesâyâ-yı lâzıme icrâ idilmiş ise de gîceleyin sâ’at dokuz raddelerinde Samsun-Amasya şosesi cihetinden ve karanlık olmak münâsebetiyle hüviyeti ta’yîn olunamayan bir cemm-i gafilin hücûmu vukû’âtın zuhûruna sebebiyet virerek on nefer Ermeni telef ve sekiz hâne eşyâsı yağma idilmiş ve fakat irtesi gün kuwe-i imdâdiyenin yetişseniyyeiyle şûrişin daha ziyâde tevessü’üne meydan virilmeden kasabanın âsâyişi i’âde olıınmuşdur.
Amasya Vukû’âtı: Merzifon kasabasında olduğu gibi Teşrîn-i sânî’nin üçüncü Cum’a günü Cum’a namazının edası esnasında çan sadâlarının zuhuru vukü’âtın sebeb-i müstakili olmuşdur. Amasya Ermenileri zâten bir fesadı îkâ’ olanca kuvvetleriyle çalışmakda olan ehâlî- i islâmiyeyi derece-i nihâyede iğzâb itmiş olmak üzere mushaf-ı şerife burada te’eddüben tasrîh idemiyeceği sûrelde hakaret icrasına kıyam eylemiş oldukları gibi vukû’âtdan evvel de dükkânlarını kapamışlardı. Dükkânların açdırılmasîçün mutasarrıf-ı livâ tarafından Ermenilerin ileri gelenlerine icrâ idden vcsâyânın te’sîri görülmeseniyyei ve her tarafdaki ahvâlin işidilseniyyei husûsu (s. 13) ehâlî-i islâmiyeyi cidden telâşa düşürmüşdür. Bu sırada birden bire kilise cihetinden atılan câmi’lerde bulunmayan ehl-i İslâm tarafından olunan mukabeleden on iki nefer Ermeni telef olmuş ve salât-ı Cum’a münâsebetiyle köylerden gelen ehâlî-i islâmiyenin kesret ve mukâvemeli ve mahallî hükümetinin gayreti neticesi olarak iğtişâşın tevessü’üne meydân virilmemiş ve fakat ba’zı dükkânlar yağma idilerek birkaç sâ’al zarfında âsâyiş i'âde idilmişdir.
Gümüşhane köyünde de Ermeni erbâb-ı fesâdından Şehbenderiyânın hanesine kasabanın eşrâf ve hânedânından ve meclis-i idâre-i kaza a’zâsından ‘Arif Efendi’nin davet ile ansızın kati ve bir redîf askerinin cerhi ile galeyana gelen ehâlî-i islâmivenin ta’arruzlarında Ermenilerden bir ferdin bile burnu kanamaksızın hayâtları muhâfaza (muhâfaza) idilmiş ve yalnız iki Ermeni hâilesinin yağma idihncsiyle vukü’âta nihâyet virihnişdir.
Malatya Vukû’âtı: Saffet-i tâbi'iyyete menâfi halleri müstagnî-i ‘arz ve îzâh olan Ermeni milletinin Malatya kasabasında bulunan kısmı dahî îkâ’-i fesâd niyetiyle Teşrîn-i evvel’in yirminci Cum’a günü ekseriyetle dükkânları kapadub yalnız ileri gelenlerinden hükümet konağı kurbunda dört beş dükkân sahibinin dükkânlarını açmaları ehâlî-i islâmiyeyi endişeye düşürmekle bir takımı Cum’a namazıyla ve bir takımı cevâmi’-i şerife kaplılarında muhâfaza ile meşgul olmalarına mebnî fedâyi oldukları anlaşılan ba’zı Ermeniler câmi’ kaplılarında görülmüş ise de İslâmları gâlıl göremedikleri cihetle îkâ’-i fesâda muktedir olamamışlardır. Cum'airtesi, Pazar, Pazarirtesi günleri cânib-i hükûmetden Ermeniler ileri gelenleriyle rü’esâ-yı rûhâniyelerinc kapalı bulunan dükkânların açdırıhnası ve bu gibi nümâyişlerle ihlâl-i âsâyişe sebebiyet virmemeleri içün vesâyâ-yı lâzıme icrâ idihnekde iken Hattab pazarında fedâyi Ehlican oğlu Berber Serkis’in ehl-i islâmdan Püskiran(?) karyeli Hamu’yu(?) traş ederken boğazlaması Malatya vukû’âtına sebebiyet virmişdir. Hamu’nun hûn-rîzâne katli üç günden beri zâten telâşda bulunan ehâlinin heyecânını bir kat daha tezyîd (s. 14) ildiğinden merkûm Serkis kati olunarak iki taraf beyninde mukâtele zuhûr idüb Ermeniler evvelce tertîb ve tanzîm bir tab’ya plânı mûcibince meşveretle hareket idiyormuşcasına kilise ve hânelere cümlcten tahassünle men’-i şûrişe çalışan ‘asâkir-i Şâhâne ve jandarmalar üzerine mermiler yağdırmışlarsa da ehâlî-i belde tarafından olunan mukâbele ve etrâfdan gelen ‘aşâîr cânibinden gösterilen tazyîkâta nıukâvcmet idemedikleıinden evlerde bulunanların dahî kiliselere gidecekleri sırada evvelce cem’ ve tedârik itmiş oldukları cebhânenin İslâmlara kalacağı fikriyle ihrâkına teşebbüs itmişler ve bu sebeble büyük bir yangın îkâ’ eylemişlerdir. Cebhânenin muhterik olması ve mukâvemetden ‘âciz kalan Ermenilerin dehâlet göstermeleri üzerine bir kısmı askerî kışlasına ve diğer kısmı hükümet konağı karşısındaki hâne ve ba’zıları da evlerine yerleşdirilerek ‘âsâkir-i şâhâne vâsıtasıyla hıfz ve vekâye olunmuşlardır.
Cebhâneye her ne kadar ateş virihniş ise de Ermenilerin kendi yanlarında bulunııb da isti’mâl idemedikleri el kumbaraları ve esliha-i nıütenevvi’anın bir çoğu ekrâd tarafından kaçırılmış olmağla yine bir haylisi Redif debboyuyla zâbıta-i mahalliyede hıfz olunmuş ve meclis-i idâre-i hükümet a’zâsından Artin Efendi’nin hanesinde bu sırada müte’addid evrâk-ı muzırra ile el kumbaraları bulunmuşdur.
Hâtime:
Ma’rûzât-ı vâkı’a(?) Havza’dan Diyarbekir’e kadar iğıişâş zuhûr itmiş olan mahaller vukû’âtı hakkında en ziyâde hakikate muvafık olmak üzere istihsâl idilmiş olan vukû’âtın hülâsasıdır.
Bu husûsda lâzıme-i bî-taraliye her sûretle ri’âyet idilmiş olduğunu te’nıîn iderinı. Lâyiha-i ‘âcizânemde bi’z-zât uğramış olduğum mahaller hakkındaki ma’lûmât ve tahkîkât ve meşhûdât zikr ile iktifâ olunarak kura ve kasabât-ı sagîre vukû’âtı ityân olunmamış ise de her yerde vukû’âtın bu sûretde zuhûr itseniyyeine (s. 15) ve merkez-i hükûmetde ser-nümâ-yı hudûs olacak bir şûrişin te’sîri kurâ-yı ınülhakaya ‘aks itmek tabî’î bulunmasına nazaran mahâl-i sâ’iredeki hâdiselerin mâhiyeti de ma’rûzât-ı kemterânem delâletiyle anlaşılabilir. Ermenilerin büyük küçük her dürlü vukû’âtı i’zâm ve ınıkdâr-ı vefiyyât ve hasârâtı mübâlağalı bir sûretde i'lâm itmeleri esbâbı da metn-i lâyiha-i ‘âcizânemde tafsilât ve delâ’iliyle ‘arz ve ityân idilmiş olduğundan burada tekrarına luzûın yokdur. Sâye-i muvaffakiyet-vâye-i hazret-i pâdişâhîde âsâyişin temânıî-i ınuhâfazasını kâfil olacak tedâbîr-i inzibâtiye hükûmât-ı mahalliyece bir kat daha te’yîd ve tevsik idilmiş olduğundan bundan böyle bu gibi ınakâsıd-ı ‘umrân-sûzâne ile bu kadar büldân ve nevâhînin düçâr-ı harâbî olmasına bed-hâhânın meydân ve imkân bulamayacakları ümîd-i kavisini ‘arz iderim. Ol- bâbda emi ü feıınân hazret-i men-lehü’l-emrindir. Eî, 9 Şa’bân sene 1313 ve Π, 13 Kânûn-ı sânî sene 1311.
Ma’iyyet-i sene-i hayât-ı mülükân Erkân-ı Harb İkinci Feriki Abdullah b. Rüstem.
2- Lâyihanın Genel Bir Değerlendirmesi
Yukarıdaki lâyihada da görüldüğü üzere, 1895 yılı içerisinde çıkan isyanların hepsinde sebep Ermenilerin faaliyetleri ve davranışlarıdır. Üstelik söz konusu lâyiha bizzat yerinde incelemeler yapıldıktan sonra kaleme alınmıştır[20]. Lâyihanın yazılması esnasında bölgede yaşayan lin klerin yanı sıra, gayr-ı müslimlerin de görüşleri alınmıştır.
Lâyihadan, isyanların amaçlı ve sistemli bir şekilde organize edilmiş olduğu da açıkça anlaşılmaktadır. Nitekim karışıklık esnasında ele geçirilmiş olan Ermeni evraklarının[21] arasında bulunan şarkılardan bir çoğunda Müslümanların mal ve canına taarruzun mubah sayılacağına dair telkinlerde bulunulduğu görülmektedir[22]. Nitekim söz konusu evraklar müşahede edilmiş ve bir kısmı mahkemeye ve Bâb-ı Ali’ye takdim edilmiştir[23].
Olayların başlangıçları incelendiğinde ise, hemen her bölgede birbirine benzer olaylar zinciri neticesinde olduğu görülür. Bunlara örnek olması açısından, olayların pek çok yerde Cuma namazı sırasında cami baskım şeklinde başlaması, olayın bir tesadüf değil, planlı bir ürünün mahsulü olduğunu göstermektedir. Nitekim Diyarbekir, Merzifon, Amasya ve Malatya olayların patlak verseniyyei bu şekilde olmuştur. Zira bu durum sadece lâyihada geçen kaza ve kasaba merkezlerinde değil, Ermeni isyanı çıkan diğer bazı bölgelerde de aynı durumun söz konusu olduğu belgelerle sabittir. Bitlis’te Cuma namazındaki Müslüman ahalinin üzerine Ermenilerin saldırması buna sadece bir örnektir[24]. Camilere saldırıdan başka, Ermeniler bazı yerlerde de ulemâ ve eşrafı da öldürme ve tahkirle, Müslüman halkı galeyana getirmeye çalışmışlardır[25]. Bundan başka Ermeniler cami, okul, dükkân gibi yerlerde yangınlar da çıkararak, bunları da Müslümanların yaptığı izlenimini vermişlerdir. Bunlardan en dikkat çekicisi ise, kendi dükkânlarından kıymetli eşyaları taşıdıktan sonra dükkânlarını ateşe vermeleri ve evlerine yaptıkları mazgallardan Müslümanların üzerine ateş açmalarıdır. Böylece bu yangınların da Müslümanlarca çıkarıldığı izlenimi verilmiştir[26]. Hatta Arabgir olaylarında daha da ileri gitmişler, tarihi cami, kütüphane, medrese, dükkan ve evleri ateşe verdikten başka, yangın olayını Müslümanların çıkardığını iddia etmek adına kendi kiliselerini bile yakmakta tereddüt etmemişlerdir[27].
Ermenilerin bu olaylar sırasında kendi dükkânlarına, evlerine ve hatta kiliselerine de zarar vermeye çalışmaları ve bunu Müslümanların üzerine atmaları günümüzdeki terör olaylarında sıkça rastlanan vakalardan değil midir? Nitekim bu şekilde, zaten buna inanmaya meyilli olan Avrupa kamuoyunu rahatça yanlarına çekebileceklerdir. Zira Ermenilerin Anadolu’da 19. yüzyılın sonlarında çıkardıkları isyanlarda İngiliz, Fransız, Rus ve Amerikan misyoner ve konsoloslarının yardım ve teşvik ettiklerine dair binlerce belge ve şahitler bulunmaktadır. Nitekim buğday yüklü bir İngiliz vapurundan, Ermeni fesatçılarına dağıtılmak üzere 12.000 tabancanın Kumkapı ile Samatya arasında karaya çıkarılacağı Osmanlı istihbaratınca haber alınmıştır[28]. Sasım civarında da 3 Londralı Ermeni ile birlikte Müslümanlara karşı ihtilal çıkarmak için, para dağıtan ve propaganda yapan 2 İngiliz yakalanmıştır[29]. Zeytun isyanında ise isyan çıkaran Ermeni komitacıları İngiliz konsolosluğu himayesinde Zeytun’dan ülke dışına sevk edilmişlerdir[30]. Bu tür belgeleri binlercesi ile çoğaltmak mümkündür. Biz burada sadece örnekleme yapmak istedik. Yoksa yukarıda belirttiğimiz üzere, Fransız, Rus ve Amerikan misyoner ve konsoloslarınca da Ermenilerin ne surette kışkırtıldıktan ve desteklendiklerine dair elimizde çok sayıda belgeler bulunmak¬tadır[31].
Bu arada devlete sâdık Ermeni vatandaşların da komitacılarca öldürüldüğüne bu lâyihada da şâhit olunmaktadır. Lâyihada yer alan bilgiye göre, Merzifon Olayları sırasında, kendilerine uymayan ve devlete sâdık bazı Ermenilere de korku ve ibret vermek amacıyla kilise kapılarının önlerinde öldürüldükleri yazılmaktadır[32]. Nitekim buna başka bir örnek olması açısından; Ermenilerin vatan haini kabul ettikleri Avukat Dirserkisyan Artin’i Ermeni İhtilâl Komitesi kararıyla öldürüldüğü de verilebilir[33]. Yine bu konuda da arşivlerimizde sayısız belge ve bilgi vardır.
Buna karşılık devlete bağh ve bölgesinde karışıklık çıkarılmasını istemeyen Ermeniler de bulunmaktaydı. Seniyyeelâ, lâyihadan anladığımıza göre, Tokat’ta yaşayan Ermeni ileri gelenleri, böyle bir fitnenin şehirdeki refahı yok edeceğini anlamışlar ve mahallî yönetimin nasihati üzerine de aralarında bulunan 50 kadar fesat erbabını hükümet yetkililerine teslim etmişlerdir. Böylece yaşadıkları kasabayı hem karışıklıktan hem de çıkacak karışıklıkta meydana gelecek olan hasardan korunmuşlardır[34].
Lâyihada, Ermenilerle kasaba civarlarında yaşayan ekrâd aşiretleriyle çatışma içerisinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda da Ermenilerin yerleşik halk tarafından korunduğunu görmekteyiz. Lâyihada verilen örneğe göre, Mardin kasabasında yaşayan Ermeniler Arapça’dan başka dil bilmediklerinden dolayı Ermeni komitesinin telkinlerini anlayamamışlar ve en azından aynı dili konuştukları Müslüman halka karşı bir dostluk örneği göstermişlerdir. İşte Ermeni olayları sırasında canı yanarak galeyana gelmiş olan bazı aşiretlere karşı Müslümanlar bilfiil Ermenden müdafaa etmişler ve nitekim bunun sonucunda bir Ermeni’nin burnu bile kanamazken, 20’nin üzerinde Müslüman bu yolda ölmüştür. Ergani Ma’deni’nde ise, nüfus bakımından Ermeniler daha az olmalarına rağmen, Müslümanlara karşı bir kötülükte bulunmayacaklarına dair teminat vermeleriyle, hepsinin can, mal ve ırzı yine galeyana gelmiş olan bazı aşiretlere karşı yine Müslüman ahali tarafından müdafaa edilmiş olduğu, yabancı memur ve din adamlarınca bizzat müşâhede edilmiştir[35]. Ancak zaman zaman söz konusu ekrâd reislerinin bazılarının Ermeni komitesine mensup kişilerce kandırıldıkları ve yanlarına çekildikleri de görülmektedir. Nitekim Arabgîr olayları sırasında, Ermeni fesat komitesinden bazı kişiler, olay çıkarılmazdan evvel, ekrâd reisleriyle görüşüp, "Bu bölge Ermenistan oldu. Sizi büyük memuriyetlikler vereceğiz. Müslümanlarla herhangi bir kavgamız olursa tarafsız durunuz" gibi vaatlerle kandırmaya çalışmışlardır. Nitekim bu telkinlere kanan bazı ekrâd reisleri, mensubu bulundukları devlete hıyanet ederek, Ermenilerin yanında yer alınışlardır[36]. Öte yandan Malatya Ermenilerden Malatyalı Sirob oğlu Karabet’in kışkırtmasıyla Malatya sancağına bağlı Ağcadağ kazası dahilinde Dömekli ve diğer onbeş köyde oturan beşyüz kadar Kızılbaş’ın da hükümet aleyhine isyan ettirildiği, şakavetin ise anca asker şevkiyle önlendiği layihada bildirilmiştir[37].
Olayların, Ermeni İhtilâl Komitesi tarafından plânlı bir çalışma sonucunda yapıldığına ilişkin başka bir delil de, olayın patlak verdiği yerlerde ilk olarak Ermenilerin kepenk kapattırma eylemlerine tevessül etmeleridir. Nitekim Diyarbekir, Harpın, Havza, Amasya ve Malatya olaylarının başlangıcı bu şekildedir. Ermeni komitacılarının Ermenileri dükkânlarını kapamaya mecbur ettikleri, şayet kapatmazlarsa yüklüce para cezası kestiklerine dair vesikalar mevcuttur[38]. Yine Arabgir kasabası Ermenileri de, Trabzon’da çıkan Ermeni ayaklanmasını desteklemek amacıyla bir gün dükkânlarını açmamışlardır[39].
Bu arada Ermeniler halkı kışkırtmak ve kandırmak maksadıyla her yolu denemişlerdir. Nitekim Çerkez, Gürcü ve subay kıyafetleri giyerek, “Ermenileri vurunuz, o yolda emir geldi” gibi fesad çıkarıcı sözlerle[40] hem Müslüman halkı kandırma ve kışkırtma yoluna gitmişler, hem de olaylara sebebiyet verenlerin kendileri olmadığı izlenimi vermişlerdir[41]. 1895 yılı içerisinde Sivas’ta geçen bir olay yukarıda verdiğimiz bilgileri adeta teyit etmektedir. Sivas’ta bulunan Fransız başkonsolosu Monsieur Carlier, sözde Türklerin katliamından korumak için evlerine aldıkları bir Ermeni tarafından öldürülmek üzereyken yakalanmıştır. Bunun üzerine konsolos Ermeni’ye; "Nankör mahluk, iblis ruhlu hain. Bu mudur senin minnet borcunu ödeme şeklini Bu mudur senin insanlığın? Nasıl yaptın bu işi... Söyle neden bana kıymak istedin?...” sorusu üzerine, Ermeni af dileyerek konsolosun ayaklarına kapanmış ve “Evet sizi öldürmek istedim, çünkü sizi öldürdüğüm takdirde Avrupalılar Ermenileri evine almış olan Konsolosu Türkler katletti diye feryada başlayacaklar ve dünyayı ayağa kaldıracaklardı...” sözleriyle davalarına hizmet ettiğini söylemiştir[42].
Lâyihaya göre, Ermeniler kuvvet ve nüfus olarak Müslümanlarla kıyas bile yapılamayacak şekildedirler. Bunun için Ermeniler bağımsızlıktan öte, Berlin Antlaşmasının kendileriyle ilgili maddesinin uygulanması amacıyla çıkardıkları isyanlarla, Avrupa devletlerinin müdahalesini sağlamaya çalışmışlar, bir nevi “mağduru” oynamışlardır[43].
Gerçekten de, lâyihanın kaleme alındığı yıllarda, bahsi geçen kaza ve kasaba merkezlerinin nüfus yapısını inceleyecek olursak, kuvvet ve nüfus olarak Müslümanlardan az olduğunu görürüz. Bunlardan ilk olarak Diyarbakır vilâyetinde, Kamûsü’l-a’lânı’a göre, 471.462 kişi yaşamaktaydı ve bunun da dörtte üçü Müslüman, 132.549’u ise Hıristiyan, 1269’u İsraili ile birkaç bin yezidi ve çingene vesaire idi. Hıristiyanların yarısı Etmeniydi. Diyarbakır şehrinin nüfusu ise 35.000 civarında olup, 20.000’den fazlası Müslüman(5000 kadarı Kürt ve Arap), 8500 kadarı Ermeni, 300 kadarı Yahudi ve kalanı diğer unsurlardan müteşekkildi[44]. 1893 Diyarbakır vilâyet salnaseniyyeinde Diyarbakır sancağının nüfusu 147.517 olarak verilmektedir. Bu nüfusun 18.000 kadarı Ermenidir[45]. 1891’de OsmanlIların yönetsel yapısını inceleyen Vital Cumet, 1894’te Diyarbakır vilayetinin nüfusunu aynı Kamusü’l- a’lâm’daki gibi, 471.462 olarak vermektedir[46]. Kemal Karpat ise, 1881/82-1893 genel sayımında Diyarbakır merkez kazasının nüfusunu toplanı 62.870 bin kişi vermektedir. Bunun 42.668’i Müslüman, 12.082 kişisi Ermenidir[47]. S.Shaw ise 1885 yılında Diyarbakır şehrinin nüfusunu 42.688 Müslüman, 12.083 Ermeni, 477 kişi de diğerleri olarak vermektedir[48].
Arabgîr kaza merkezinde, Kamûsü’l-a’lâm’da kaydedildiği üzere, yarısından fazlası Müslüman olmak üzere 20.000 nüfus vardır. Tüm Arabgîr kazası ise 32.533 nüfustan ibaret olup, 11.000 kadarı Ermeni, kalanı ise Müslümandır[49]. Ancak lâyihada verilen bilgide kasaba dahilinde Ermenilerin nüfusça Müslümanlardan fazlaca olduğu belirtilmiştir.
Kamûsü’l-a’lânı’a göre Harput sancağının toplam nüfusu 100.000 civarındadır ve bunun dörtte biti Hıristiyan, kalanı ise Müslümandır[50]. Burada Ermeni sayısı ayrıca belirtilmemektedir. Cuinet’e göre ise Harput sancağının nüfusu 295.704’tür ve bunun 45.000 kadarı Ermenidir[51].
Layihada bilgi verilen kazalardan dördüncüsü olan Merzifon kaza merkezinde ise yine Kamûsü’l-a’lânı’a göre, 20.000 nüfus ahaliden 6.600’ü hristiyan, kalanı Müslümandır. Merzifon kazasının toplam nüfusu olarak 31.020 kişi gösterilmekte ve merkezdeki nüfusun 8.000’i hristiyan olarak belirtilmektedir[52]. Vital Cuinet’e göre, Merzifon’da 24.000 Müslüman, 5.800 Ermeni ve 1.200 Rum vardır[53]. 1893 yılında Sivas Valisi Halil Paşa’nın Yıldız Saray-ı Hümayunu’na gönderdiği yazıda ise, Merzifon’da 19.072 Müslüman, 4.790 Ermeni, 622 Ermeni Protestan, 265 Ermeni Katoliği, 535 Ermeni Kıptisi, 267 Rum toplam 25.555 kişi olduğu belirtilmiştir[54]. S.Shaw’a göre ise 1885 yılında Merzifon nüfusu 18.786 Müslüman, 5.317 Ermeni ve 163 Rum Ortodoks olarak dağılmaktaydı[55].
O yıllarda Şemscddin Sami, Havza kazasının 22.320 ahalisi olduğunu belirtmiştir ve bunun da 2.500’ü Ermeni, 1000 kadarı Rum, kalanı ise Müslümandır[56]. Kemâl Karpat’ın tespitine göre ise, 17.353 kişi olan Havza nüfusunun 13.630 kişisi Müslüman, 3.629 Rum ve 94 kişi Ermeni vardır[57].
Amasya’daki Ermeni nüfusu ise bazı kaynaklara göre, yok denecek kadar azdır. Bu sayı Kamûsü’l-a’lâm’da, liva merkezinde olmak üzere, 25.000’dir ve bunun 700 kadarı Ermeni ve 100 kadarı Rum, kalanı Müslüman ve Türktür[58]. S.Shavv’a göre 1885 yılındaki Amasya’nın nüfusu 37.170 Müslüman, 6.164 Ermeni, 1.414 Rum Ortodoks şeklinde dağılmaklaydı[59]. V.Cumet’e göre ise Amasya’nın nüfusu 48.000’i Müslüman, 12.600’ü Ermeni ve 3.000’i Rum olmak üzere 63.600 kişi idi. Kemâl Karpat’ta ise Amasya’nın merkez kaza nüfusu 44.926 kişidir. Bu sayının 37.170 kişisi Müslüman, 6.164 kişisi Ermeıüdir[60].
Son olarak Malatya’nın o yıllardaki nüfusuna değinecek olursak, Malatya kazasında 216.280 kişi yaşamaktadır ve bunların 16.200’ü Ermeni, kalanı Müslümandır (Bunlardan 22.000’i Kürt, bakisi Türktür)[61]. S.Shaw Malatya’nın nüfusunu 124.338 Müslüman, 9.032 Ermeni ve 9 Rum olmak üzere toplam 133.379 olarak vermektedir[62]. Malatya nüfusu hakkında Cuinet’te verilen rakamlar Kamûsü’l-a’lâm’da verilenlerle[63], Kemâl Karpat’ta verilen rakamlarla da S.Shaw’da verilen rakamlar aynıdır[64].
Görüldüğü üzere, gerçekten de Ermeni olayları çıkan ve layihada durumları hakkında bilgi verilen Diyarbakır, Arabgîr, Harput, Merzifon, Havza, Amasya ve Malatya’da Ermeni nüfusun fazlalığından söz etmek mümkün değildir. Hatta öyle ki, bazı yerlerde %5’leri bile bulmamaktadır. Bu durum göz önüne alındığında, Ermenilerin 1895 yılı içerisinde isyan veya ayaklanma çıkardıkları her yerde maksatlarının bağımsızlık kazanmak olmadığı, amaçlarının sadece Avrupa kamuoyuna duyurmak ve yaratılan Ermeni meselesinin sıcak kalmasını sağlamak olduğu anlaşılır. Böylece Osmanlı Devleti bünyesinde yaratılan Ermeni Meselesinde siyaseten, masa başında kazanma yoluna gidilecekti. Günümüzde gelinen noktaya baktığımızda Ermenilerin, en azından Avrupa Devletleri nezdinde, bunun semeresini aldıklarını söylemek mümkündür.
İsyan çıkaran Ermeni asiler yakalanarak oluşturulan Dîvân-ı Harp’te yargılanmışlardır. Mahkeme sonucunda suçlu bulunan Ermeniler, idam cezası da dahil olmak üzere, çeşitli cezalara çarptırılmışlardır[65]. Ancak vesikalardan anlaşılacağı üzere, idam cezalarının hemen hepsi sonradan müebbet habse çevrilmiş, hapis cezalarına çarptırılanlar asiler ise, Avrupa Devletlerinin baskılan sonucunda çıkarılan “genel af’ ile affedilmişlerdiı. Nitekim II.Abdülhamid döneminde birkaç defa genel af ilân edildiği görülmektedir[66].
Lâyiha’da, Diyarbekir, Arabgîr, Harput, Merzifon, Havza, Amasya ve Malatya’da meydana gelen Ermeni ayaklanmalarında hayatını kaybedenler ve yaralananlar hakkında her olayın sonunda bilgiler de verilmektedir. Ancak lâyihanın sonunda verilen bir çizelgede Diyarbekir, Ma’mûratü’l-azîz ve Sivas vilâyetlerinde Müslüman ve Ermenilerden ölen ve yaralananların listesi vardır. Buna göre, Diyarbakır, Ma’mûratü’l-azîz ve Sivas vilayetleri olayları sırasında Müslümanlardan toplam 1537 ölü ve 571 yaralı vardır. Bu sayı Ermenilerde ise 6448 ölü ve 1206 yaralıdır[67].
Yukarıda görüldüğü üzere, olaylar sırasında ölen Ermenilerin sayısı Müslümanlardan fazladır. Ancak Erkân-ı Harb İkinci Feriki Abdullah b. Rüstem yaptığı tahkikatta bunun sebeplerini de incelemiştir. Taraflar arasındaki ölüm adedindeki nispetsizliği iki sebebe dayandıran Abdullah b. Rüstem, bu konuda Ermenilerin akıl almaz hilelere başvurduğunu da tespit etmiştir Buna göre; “...Ermeniler, umumun dikkati çekmek ve kendilerine acındırmak için kasıtlı olarak ölü sayısını çok göstermişlerdir. Bunun için daha evvel eceliyle ölenler, nüfusta kayıtlı olmayan birçok uydurma kişiler veyahut da kaydı olup da bir-iki ay önce kolera veya başka sebeplerden ölen bütün Ermeniler bu meyanda gösterilmişler ve böylece iddiaları kuvvetlendirmeye çalışmışlardır. Müslümanlar ise her şeyden önce böyle bir hileye başvurmalarına gerek görmemeleri ve aynı zamanda ölülerini meydanda ve ayak altında bırakmak istemeyerek, yanlarında götürmeleri, Müslüman kayıplarının olduğundan az görünseniyyeine sebep olmuştur'[68] demektedir.
SONUÇ
Ermeniler, Osmanlı Devletinin idaresi altındayken, tarihleri boyunca hiç görmedikleri hoşgöıiiye mazhar olmuşlar, kendilerine tanınan hak ve ayrıcalıklar sayesinde, hızla gelişmişler, ayrıca Türk-Osmanlı kültür, yaşam tarzı ve yönetim biçimini de benimseyerek, kısa zamanda bu hoşgöıiiye karşılık verdikleri hizmetten dolayı “millet-i sadıka" unvanını kazanmışlardır. Nitekim Osmanlı Ermenileri bu unvan sayesinde iş hayatında olduğu gibi, devlet hizmetlerinde de önemli yerlere gelmişlerdir.
Ancak XIX.yüzyılın ikinci yarısını gelindiğinde bir “Ermeni Meselesi"nden söz edilmeye başlandığı görülmektedir. Batının güçlendiği, Osmanlı Devletinin zayıfladığı bu dönemde, büyük devletlerin hristiyan unsurlara ve Osmanlı Devletine ilgileri gittikçe artmaktaydı. Neticede, Fransa’nın, Rusya’nın, ve Avusturya'nın yanında İngiltere de, dünya devleti ve büyük güç olarak Osmanlı Devletindeki her türlü dinî ve kavmî cemaatlerle yakından ilgilenmeye başladılar. Bu arada Amerikan misyoner teşkilatları da Anadolu’ya adım attılar. Nitekim bunlardan İngiltere, bu politikasıyla önce Yunanistan ve Bulgarları kendine bağlamış, sonra Protestan Ermenileri vasıtasıyla Ermenilerin bir kısmını himayesine almaya çalışmıştır. Neticede ise, XIX.yüzyıla kadar pek fazla bilinmeyen ve kimsenin ilgilenmediği Ermeniler bu yüzyılda büyük devletlerin ilgi odağı haline gelmiştir.
Bu ilgi ve yakınlaşma Ermenilere yeni bir zemin ve yeni bir ufuk verdi. Bu ise onlar için Osmanlı Devleti bünyesinde yeniden yapılanma anlamına gelmekteydi. İşte bu yeniden yapılanma isteği ve hareketi Türk-Ermeni ihtilafının başlangıcını oluşturmuştur.
Ermeniler Tanzimat’a kadar dinî cemaat statüsüne sahiptiler. Avrupa ile temas ve Tanzimat’ın getirdiği hürriyet-eşiklik havası sonucunda, pek çok Ermeni genci Avrupa’da ve kendi açtıkları okullarda okudular. Neticede, Osmanlı Devleti içinde millî bir varlık olarak teşkilatlanıp ortaya çıktılar ve faaliyetlerini siyasî ve diplomatik alana aktarmak için de fırsat aramaya başladılar. Aranan fırsat, tarihimizde 93 Harbi olarak şöhret bulan 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında Osmanlı ordularının mağlubiyeti sonucunda bulundu. Savaş sonrasında imzalanan Ayastefanos ve akabinde imzalanan Berlin Antlaşmalarında, anlaşma hükümleri arasına Doğu Anadolu’da Ermeniler lehine reformları öngören bir madde koydurmayı başardılar ve böylece Ermeni Meselesi uluslar arası diplomatik alana taşınmış oldu.
Ermeniler, seniyyeelelerini uluslar arası politikaya soktuktan sonra, seniyyeelenin çözümünü hızlandırmak için katliam ve genel isyan gibi metodları kullanma yoluna gittiler. Böylece hem Avrupa devletlerinin fiili müdahalesini temin edecekler, hem de Osmanlı Devletini bir oldu-bitti karşısında bırakabileceklerdi. Nitekim bunu gerçekleştirmek için siyasî ve ihtilâlci cemiyetler kurarak, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde plânlı isyan teşebbüslerine girişmişlerdir.
İşte böyle bir plân çerçevesinde Anadolu’nun bazı yerlerinde çıkan karışıklığı araştırmak ve yatıştırmak üzere padişah tarafından Erkân-ı Harb İkinci Ferîki Abdullah b. Rüstem görevlendirilmiştir Söz. konusu kişi tarafından Havza’dan Diyarbakır’a kadar karışıklık çıkmış bütün yerlerde meydana gelen olaylar yerinde araştırılarak hakiki bilgiler elde edilmiş ve bir layiha olarak merkeze sunulmuştur. Yazar lâyihayı kaleme alırken tamamen tarafsız davranmış ve söz konusu köy ve kasabalar bizzat gezerek, topladığı bilgileri şahitler vasıtasıyla da teyit ettirmiştir.
Bu isyanların sebebi olarak, Ermeniler Berlin Antlaşmasıyla kendilerine vaat edilen ıslahatın uygulanmamasını göstermişler ve adeta mağduru oynamışlardır. Bu şekilde gerçekte, ıslahattan çok, bağımsızlık isteği olan emellerini gerçekleştirme yolunda Batılı devletlerin müdahalesi sağlayacaklardı. Oysa incelendiğinde bu dönemde çıkan Ermeni isyanlarının amaçlı ve sistemli organizenin ürünü olduğu açıkça anlaşılır. Nitekim söz konusu bölgelerdeki isyanlar genelde devlete sadakatsizlik, camilere saldırı, Müslümanlara tahkir, çeşitli kundaklama olayı, Müslüman halka ateş etme, kepenk kapattırma gibi olaylarla tecavüz, iftira ve uygulamalar neticesinde patlak vermiştir. Ayrıca isyancı Ermeniler yerine göre kendilerine taraf olmayan Ermenileri kışkırtmak için anti-islâm, yerine göre ise Müslüman kıyafetleri giyerek Müslüman köylerinde anti-Ermeni propagandası yapmışlardır. Bazen de, bu tür propagandalarla, çatışma halinde oldukları ekrâd aşiretlerini ve Kızılbaşları isyana teşvik etmişlerdir.
Ermeniler, isyanlarda propaganda amacıyla ölülerini özellikle yüksek göstermişlerdir. Bunun için de çeşitli hilelere başvurmaktan da geri durmamışlardır.
Lâyihada, olayları yerinde araştıran ve birinci el kaynaklara ulaşan Abdullah b. Rüstem’in, söz konusu karışıklıkların Avrupa’nın çeşitli yerlerinde çıkanlardan farkı olmadığı halde, ecnebilerin Osmanlı Devletindeki bu karışıklıklara “katliam” demelerinin adalete ve insafa aykırı olduğunu vurgulaması, günümüzde de yaptığımız yorumlardandır.
Gerçekten de, sadece 1895 yılı içerisinde, 27 civarında Ermeni isyanı veya olayı vukua gelmiştir. İşte süregelen bu isyanlar ve dış müdahaleler 1915 yılını doğurmuştur. Bilindiği üzere, Birinci Dünya Savaşının devam ettiği bu yıl içerisinde Ermeni çeteleri Osmanlı ordusunu içten vurmaya başladıkları gibi, Müslüman-Türk halkı da akıl almayacak derecede yaptıkları katliam ve mezalimle yok etmeye çalışmışlardır. Bunun sonucunda yapılan Ermeni Tehcirinin ise, Avrupalı Devletlerce “Ermeni Soykırımı' olarak adlandırılması insaf ve vicdandan uzak, yanlı ve politik bir karardır.
LAYİHANIN ASLI