Muhtarlık teşkilatının idari bir birim olarak II. Mahmut döneminde (1833) kuru-luşundan İmparatorluğun dağılışına kadar geçen sürede, işleyişiyle ilgili sorunlar ortaya çıkmış, yasal düzenlemelerle çözüm aranmışsa da istenilen sonuç alınamamıştı[1]. 1876 yılında I. Meşrutiyet’in ilan edilmesinden sonra toplanan ilk Mebuslar Meclisinde, yeni bir vilayet nizamnamesi hazırlama çalışmalarına başlanmış, ancak 1877-1878 Osmanlı- Rus Savaşı’nın çıkması ve II. Abdülhamit’in Meclisi dağıtması üzerine yasayla ilgili gö-rüşmeler sonuçlandırılamamıştı.
Tahsîl-i Emvâl Nizamnamesi’nde (1880) muhtarların mali yükümlülüklerine yer verilerek vergi tahsil eden “kâbız-ı inal” olarak tavsif edilmişlerdi. Muhtar seçilebilecek kişilerde aranan özelliklerde okuryazar olmanın yanı sıra hesap tutmaya da muktedir olmaları istenmekteydi. Ayrıca topladıkları vergiyi zimmetlerine geçirmeyip zamanında hâzineye teslim etmeleri hükme bağlanıyordu. Buna karşın, mali yükümlülüklerini aksatan muhtarlar olursa azledilerek yerine başkasının seçileceği belirtilmişti[2]. Bu dü-zenlemelere rağmen, muhtarların seçilmeleri, görevleri, yetkileri, sorumlulukları ve alacakları ücretler sorun olmaya devam etmişti.
I. Dünya Savaşı’ndan önce 1912-1913 yıllarında yeni bir vilayet nizamnamesi çı-karma hazırlıkları sürerken muhtarlık kurumu da ele alınmış, özellikle uygulamada karşılaşılan zorlukların çözümü için yerel yöneticilerin ve ileri gelenlerin görüş ve dü-şüncelerine başvurulmuştu[3].
Bunun yanı sıra genel teftiş amacıyla görevlendirilenlere de talimat verilerek ku-rumun işleyişi ve karşılaşılan zorluklar hakkında bilgi, görüş ve düşüncelerini rapor halinde merkeze iletmeleri istenmişti. Ayrıca kimi vali ve yöneticiler de memleketin içinde bulunduğu durumu, bu arada muhtarlıkla ilgili düşüncelerini merkeze ulaştır-mışlardı.
Yayınlamakta olduğumuz iki belge bu görüşler içerisinde önemli olan iki örneği temsil etmektedir. İlk belge Ankara Valisinin kaleme aldığı 07.10.1913 (06 Za 1331) tarihli Vilayet Tahrirat Kalemi aracılığıyla Dâhiliye Nezaretine ilettiği görüş ve düşün-celeri kapsamaktadır. İkincisi ise Diyarbakır Vilayeti Teftiş Memuru Naci Bey’in 30.09.1914 (17 Eylül 1330) tarihli raporudur[4].
İlk belgemizde valinin adı belirtilmemiş olmakla beraber, bu tarihte eski Nafia Nazırı[5] Hulusi Bey Ankara valisidir ve belgede imzası bulunmaktadır[6].
Vali, öncelikle köylerde okulların açılması, yeni ziraat alet ve edevatının sağlanma-sıyla ilerleme sağlanacağım vurguladıktan sonra, “...hayvan çalmak, kız ve kadın ka-çırmak, oynatmak...” gibi halkın iktisaden çökmesine ve ahlakının bozulmasına neden olan olayların önünün alınabilmesi için “‘İlmî, ziraî, sıhhî, idari, ahlakî” ve benzeri hu-suslarda köy muhtarlarının önemli bir yer tuttuklarını belirtmektedir. Daha sonra Ana-dolu halkının ancak gözüyle gördüğü şeylere inandığını ve kendine önderlik yapanların tavır ve tutumlarını, davranışlarını örnek aldığını, bu yüzden köylülerin önlerinde hükümeti temsil eden, önayak olacak bil ileri bulunmadıkça ulema sıfatına bürünmüş cahillerin emellerine alet olmaktan kurtulamayacaklarım dile getirmişti[7]. Öte yandan dinle ilgili olmayan birçok hususun dinin gereği gibi gösterilerek gaflet içinde bulun-dukları dikkate alındığında yeni bir düzenlemenin gerekliliği vurgulanmaktaydı. Özel-likle nahiyelerin onar yirmişer köyden oluşan birer bölgeye dönüştürülmesi halinde nahiye müdürünün buraları teftiş edip hükümetin kararlarını bildirmesinin maddeten mümkün olamayacağı düşünüldüğünde, köylülerle daima temasta bulunan ve köylerde hükümetin tek temsilcisi olan köy muhtarlarının önemi artmaktaydı.
Ankara Valisi, vilayet merkezine ulaşmasından itibaren yaptığı incelemelerde ve vi-layete bağlı yerleri teftişi sırasında köylülerle teması sayesinde bulundukları genel du-rumu, maddi ve manevi ihtiyaçlarını tespit etme imkânı bulmuştu.
Anadolu’nun diğer bölgelerinde olduğu gibi bu vilayette de gelip geçecek yolcuların misafir edilebilecekleri, köylülerin toplanıp sohbet edebilecekleri, her köyde bir misafir odasının bulunduğu ve bu odanın da köyün en ileri gelen aile reisine ait olduğunu belirttikten sonra bu odaların vaktiyle köyün ileri gelen aile reislerine ait olduğunu, muhtarların da bunlar arasından seçildiğini, çünkü köylülerin sadece onların sözlerini dinleyip itibar ettiklerini vurguluyordu. Bunlar muhtar olduklarında misafir odalarının sahibi olurlar, hem de her gece bu odalarda toplanan köylülere hükümetin emir ve isteklerini anlatırlar, köyün ihtiyaçlarını karşılamak için ne yapılması gerektiğini konuşup kararlaştırırlardı. Zaman geçtikçe bu durumun değiştiğini, özellikle de Mutla-kıyet yönetiminin muhtarları meşru olmayan amaçlarının temininde bir vasıta olarak kullandığını belirtmektedir.
Yasa ve yönetmeliklere uyulmayarak halka zulüm edilmiş, resmi görevlerin yerine getirilmesinde tahsildarlar ve jandarma, dolaştıkları yerlerde muhtarların halk naza-rındaki nüfus ve itibarlarının azalmasına yol açmışlar, mevki sahibi olan “...o yaşlı başlı, uslu ve namuslu adamların...” yerini halka zulüm eden, muhtarlığı kuru bir unvan olarak kullanan, birkaç kuruş için onurunu çiğnemekten çekinmeyen kimseler almıştı. Köyün idari, adli, şer’i, askeri, mali, resmi işlerde kullanılan muhtarlık mühürlerinin, güvenilmeyen kimselerin eline geçerek hükümet işlerinin doğru yapılması zorlaşmıştı[8].
Vali, II. Meşrutiyet’in ilanından itibaren devlet memurları ve hükümet görevlilerinin muhtarlara olan eski kötü bakışlarının ortadan kalktığı ve eski dönemle şimdiki halin kesinlikle ilişkisinin bulunmadığım ifade etmektedir. Ancak köylülerin eşitlik meselesini yanlış anlayıp kendilerini sosyal kurallar ve kanunlardan kurtulmuş addederek takındıkları mağrur ve dik başlı tutumları karşısında haysiyet ve iktidar sahibi kimselerin vazife yapmanın imkânsız olduğuna kanaat getirip muhtarlığı kabule yanaşmadıklarını belirtmektedir. Bunun bir sebebi de muhtarlık görevlerinin çok olmasına rağmen, bu işin karşılığı olan resmi bir aylığın yokluğu, yaptıkları işlerden aldıkları aidatların ise bu iş için yetersiz olmasıdır. Vali bu açıklamaları yaptıktan sonra çözüm olarak aidatların arttırılması gerektiğini tablo halinde sunmaktadır.
İlmühaberlerin dışında ayrıca vergilerin toplanmasında tahsildarlara yardımcı ol-maları karşılığında da yüzde hesabıyla halktan aidat almakta oldukları ve hatta daha önceleri muhtarların “kâbız-ı mâl” olarak nitelendirildikleri, ancak bu uygulamadaki değişikliklerle sadece ağnam vergisinden ihtiyar meclisi üyeleriyle birlikte pay aldıkla-rını, birkaç seneden beridir verginin toplanması tahsildarlara bırakıldığından bu paydan mahrum kaldıkları sorun olarak sayılırken, çözüm olarak 45 para aidat verilmesi öneriliyordu.
İkinci belgemiz ise Mülkiye Müfettişi Naci Bey’in Diyarbakır Vilayeti’nde yaptığı teftişler sonunda kaleme aldığı 30.09.1914 tarihli rapordur. Naci Bey’in daha sonraki yıllarda da müfettişlik görevini sürdürdüğüne dair elimizde bilgiler vardır[9].
Bu rapor, Dâhiliye Nezareti Umur-ı Mülkiye Müfettişliği’ne Diyarbakır Vilaye- ti’nden 62 numeroyla “Mülkiye Müfettişi Naci Bey Tarafından 17 Eylül 1330 (30.09.1914) tarihinde Köy Muhtârları Hakkında İcra Eylediği Teftişi Mübeyyin Layiha” başlığıyla kaydedilmiştir. Üst yazısında rapor özetlendikten sonra, köy bekçileri için hazırlanan kanun gibi muhtarlar için de gerekli araştırmalar yapılarak görüşmelere hazırlık olmak üzere merkez ve taşranın durumunu bilen kişilerden Dâhiliye ve Maliye Bakanlıklarından birer memur tayiniyle bir komisyon oluşturulması teklifi Müdîriyet-i Umumiyye adına Ali Paşa tarafından 12.11.1914 (30 Teşrîn-i Evvel 1330) tarihinde Bakanlığa öneriliyordu.
İdari teşkilatın temelini oluşturan köylerde, hükümetin temsilcisi olan muhtarların görevlerinin ne kadar önemli olduğu ayrıntılarıyla belirtildikten sonra, bu kadar önemli görevleri üstlenen muhtarların kendi iş ve güçlerinden uzun süre uzak kaldıkları, köylülerin hükümete karşı sorumluluklarını yerine getirmediklerinde de mesul tutularak cezalandırıldıkları, hatta Divan-ı Harb’e bile sevk edilmekle tehdit edildikleri dile getiriliyordu. Ayrıntılarıyla tespit edilen sorunlar ve sıkıntılar yüzünden namuslu ve haysiyetli kişilerin muhtarlık görevini üstlenmeye yanaşmadıkları, seçilen ve hâlihazırda görevde bulunanların çoğunluğunun bu güçlüklerle mücadele ettikleri, hatta istifa et-tiklerinde bile yerlerine başkası bulunmadığından istifalarının kabul edilmediği tespitinin ardından, göreve yapışıp kalanlar ise işlerini bir suretle gördürüp çıkar sağlayanlardır ki böylelerinin yoklukları varlıklarından daha iyidir yorumunu yapıyordu.
Bunca sorunlarla uğraşan muhtarların, bu göreve rağbetini arttırmak için mali şartlar elvermediğinden maaşa da bağlanamadıkları, seferberlik döneminde hükümetin köylerdeki en etkin idarecisi olmaları dikkate alındığında; zabıta memurları gibi bazı hizmetlerden muaf tutulmaları, yerine getirdikleri mali hizmetler karşılığında aidat verilmesi ya da tarlalarından birkaç dönümünün vergilerden muaf tutulması önerili-yordu.
Yayınlamakta olduğumuz iki belgenin önemi, idari teşkilatın en küçük birimi olan muhtarlıkla ilgili kapsamlı yasal düzenleme çalışmalarının sürdürüldüğü sırada ve son-rasında, kurumun kronikleşen sorunlarına Ankara Valisinin 1913 ve Diyarbakır Mülkiye Müfettişinin 1914 tarihli gözlemlerini ve çözüm önerilerini sunarak ışık tutmalarıdır.
BELGE I
Ankara Vilâyet-i Tahrîrât Kalemi Aded
Umûmi: 18887
Husûsi 654
Bihî
Dâhiliye Nezâret-i Celîlesine
Hülâsa: (Boş)
Devletlû Efendim Hazretleri
Köylerde mektebler te’sîsiyle ma'ârifin taammümüne köylülerin yegâne medâr-ı ma'îşeti olan zirâ'atte âlât ve edevât-i cedîdeye celb-i rağbetle te’mîn-i teshîlât ve terakkiyâtına, karyeler üzerinde îrâs-ı tahrîbât-ı azîme eden ilel ve emrâz-ı müstevliyenin tahdîd-i intişâr ve sirâyetiyle, ref'-i esbâb-i hudûsüne, hayvân çalmak, kız ve kadın kaçırmak, oynatmak gibi milletin sâha-i iktisâdiyyesinde şedîd ve medîd rahneler ve safha-i ma‘sûme-i ahlâkiyyesinde de elim ve vahim şerhalar açan bâgîyâne cür’etler ve nâmûs-şikenâne i'tiyâdların izâlesine ve ve’l-hâsıl memleketin ilmi, zirâ'î, sıhhî, idâri, ahlâkî bi’l-cümle husûsâtına müte'allik kâffe-i teşebbüsât ve icrâ'âtta bir âmil-i vesâik olmaları itibârıyla köy muhtârlarınm bir mevki‘-i mahsûsu hâiz oldukları müstağnî-ani’l-izâhtır.
Asırların gösterdiği tecâribe ve bugün bir hakîkat-i mahzâ hâl ve şeklinde efkâr-ı umûmiyyede temessül ve ta'ayyün eden netâyice göre Anadolu ahâlîsi ve bâ-husûs kuv- ve-i muhâkeme ve fıkriyyeleri gözlerinin görüşünden ve hak ve sevâba mukârin olsun olmasın kendilerine rehnümâlık edenlerin hareket ve sîretlerine ale’l-amyâ imtisâl et-mekten ibâret bulunan köylüler önlerinde nüfûz-ı hükümeti hâiz bir müşevvik ve mu-harrik bulmadıkça menâfı‘-i zâtiyyelerine âid teşebbüsâta bile nazar-ı istihfâf ile bak-makta oldukları ve zî- ulemâya bürünmüş bir tâkım erbâb-ı cerr ve cehlin iltizâm-ı sa‘y ü amel ve men' ü nehy-i atâlet ü kesel hakkındaki ahkâm-ı sarîha-i şer'i şerif ile tevfik edilemeyecek bir yolda senelerden beri telkîn ve irâe edegeldikleri tarîk-ı nâ-hemvârı ta'kîb ile ni‘am-i dünyeviyyeden mahrûmiyeti ve dahâ ziyâdesini istihsâle imkân ve kudret mevcûd olduğu hâlde bile evkât-ı azîzeyi izâ'a ve imâte ile müstahsalât-ı kuvvet-i lâ-yemûte kanâ‘at-ı sa'âdet-i uhreviyyenin medâr-ı yegâne-i mazhariyyeti imişçesine fezâil-i dîniyyeden addedecek bir gaflet-i azîme ve elîme içinde kaldıkları nazar-ı dikka-te alınır ve hâlen tevâbi‘-i kesîr dâiresi gâyet vâsi' olan nâhiyelerden sarf-ı nazar teşkîlât- ı cedide yapılarak nâhiyeler onar yirmişer köyden ibâret birer dâireye kalb ve hasr edilmiş olsalar dahi bir nâhiye müdürünün her zamân bu köyleri teftiş, mukarrerât-ı hükümeti ta'kîb edebilmesine maddeten imkân olamayacağı düşünülür ise köylülerle dâimâ temâsda bulunacak ve köylerde hükümetin yegâne vâsıta-i teblîğiyye ve icrâiyyesi olacak olan köy muhtârlannın ehemmiyyeti bir derece dahâ tezâyüd ve te’âli eyler.
Merkez-i vilâyete muvâsalattan beri icrâ edilen tahkîkât ve tedkîkâta ve bu kere ba'z.ı mülhakât-i vilâyeti devr ve teftiş eylediğim esnâda köylerini bir nazar-ı dakik ve dikkatle görmek ve kendileriyle de temâsta bulunarak ahvâl-i umûmiyyelerine yakından tenfîz-i nazarla ihtiyâcât-ı mâddiyye ve ma’neviyyelerine ilme'l-yakîn bir vukuf ve ıttılâ‘ peydâ etmek fikriyle hâsseten uğradığım köyler ve köylüler üzerindeki meşhûdâtıma nazaran Anadolu'nun şâir mahallerinde olduğu gibi bu vilâyette de gerek gelip geçecek yolcuların misâfıreten beytûtetine gerek köylülerin ictimâ'ıyla sohbet ve muhabbet etmelerine mahsûs olarak hemen her köyde misâfır odası nâmıyla birer oda mevcûd ve bu odaların emr-i idâresi ve nezâreti köyün en mu'teber olan âile reisine mevdû’ olduğu ve vaktiyle köy (Sahîfe 2) muhtârları da bu gibi âile rüesâsı meyânından müntehab ve mansûb ve çünkü köylüler haseben, neseben bunların ihtârât ve nesâyihine meftûn ve ıneclûb olarak işte bu muhtârlar o misâfır odalarının sâhibi ve hemen her gece bu odalarda toplanan köylülere karşı gerek hükümetin evâmir ve teblîgâtını gerek köyün zâten mevcûd veyâ yeniden hâsıl olan ihtiyâcâtım köylüye tefhim husûsunda hükümetin ve köyün en muhterem ve mu’temed birer mübelliğ ve nâsihi ve netâyic-i tefhîmât ve teblîgâtının her dem hâzır ve âmâde birer murakkıb ve mu'akkıbı bulundukları hâlde edvâr-ı zâile-i mutlakıyyette son devre-i mündefi‘a-i şiddetde me’mûrîn-i hükümetin muhtârânı âmâl ve menâfı’-i gayr-i meşrutlarının te’mîn ve istihsâline bir vâsıta ve âlet olarak istihdâmı i’tiyâd etmeleri ve kavânîn ve nizâmâtın dâire-i tecvizine giremeyecek sûretlerde halka tahakküm ve tecellüd ile ifâ edecekleri vazîfe-i resmiyyenin hîn-i tebliğ ve tenfizine medâr-ı yegâne karz vesâir âmâl-i zâtiyye ve efâl-i keyfıyyelerinin de tervîc-i husûhıne hâdim ve vesile addeden me’mûrîn-i tahsîliyye ve jandarmaların da dolaştıkları yerlerde muhtârlarm efrâd-ı ahâlî nazarında kesr-i nüfûz ve i tibârlarına bâdî etvâr-i mütecebbirâne ve evzâ‘-i muhakkirâne takınmaları gibi ahvâl ve esbâb ilcââtıyla muhtârlık vezâifıni köylülerin birer mevki' sâhibi olan o yaşlı başlı, uslu ve nâmûshı adamları kabûlden ibâ ve ihtirâz ettiklerinden bu vazîfe-i mühimme-i me’mûr ve sıfat-ı resmiyyesiyle köye gelecek her şahsın her teklifine karşı "Semi'nâ ve ata’nâ" diyerek ve her lâtma-i tahkir ve tezlîli bir mu‘âmele-i iltifat ve nevâziş telakki ile boyun eğerek muhtârlığın kuru bir ünvânmı nefs-i zelilinde muhâfaza ve anın zımnında haklı haksız istihsâlinden ümîd-vâr olduğu birkaç guruş istifâde için haysiyyet-i zâtiyyelerini çiğnemekten, çekinmeden hüsn-i te’essür edemeyecek eşhâs uhdesine kalmış ve işte bu kabil kimselerden terekküb eden hey’et-ı ihtiyâriyye umuru pek müzebzeb ve mensi bir hâl alarak köyün devâir-i idâriyye, adliyye, şer'iyye, askeriyye ve mâliyyeye te'âlluk eden husûsât-ı resmiyyesinde isti'mâle mahsûs olan resmî mühürlerin eyâdî-i gayr-i mu'temedde kalarak bu yüzden kuyûd ve mu‘âmelât-ı hükümetin selâmet-i cereyânım muhill birçok hâlâtın ser-zede olmuş bulunduğu anlaşılmıştır. Meşrûtiyyet-i mes'ûdemiz.in hulûl-i salâh-ı şunıûhınden beri me’mûrîn ve müstahdemîn-i hükümetin muhtârlara eski enzâr-ı sakime ile bakmaları ber-taraf olmuş ve devr-i sâbıkın seyyitlı cümlesinden olan ahvâl-i mahkiyenin hâl- i hâzır ile münâsebet-dâr olmadığı derkâr bulunmuş ise de ne çâre ki köylülerin emr-i müsâvâtı yanlış telakki ve tefsir ile kendilerini kuyûd-i ictimâ‘iyye ve kânûniyyeden âzâde addetmek gibi garîb bir telakki ile takındıkları evzâ‘-i mağrûrâne ve ser-keşâne karşısında sehl ü âsân sûrette îfâ-yı vazife kâbil olamayacağına kanâ‘at eden erbâb-ı iktidâr ve haysiyyetin mnhtârlığı kabûle yanaşmamakta oldukları ve bu adem-i rağbetin başlıca esbâbından birisi de hey’ât-ı ihtiyâriyyenin ve bâ-husûs muhtârların kavânîn-i devlet ve evâmir-i hükümetle mu'ayyen vezâifıni câmi' ve muvazzah olarak telfîk ve mümkün olduğu kadar sâde bir ifâde ile bi’t-tahrîr tab‘ ü temsil ile muhtârlara verilmiş ve yüz bu kadar sahîfelik bir kitâb teşkil etmiş olan muhtârlık vazifesinin kesret ve bu yolda iktihâm ve ihtiyâr edilecek zahmet ve masrafa tekâbül edecek âidât-ı resmiyyenin mefkûdiyeti teşkil etmekte bulunduğu cihetle muhtârlıklar ke’l-evvel nâ-ehil ellerde kalmıştır. (Sahîfe 3)
Sene-i hâliyye için tecdîden ve ibkâen intihâb edilmiş olan muhtârlar içindeki eşirrâ ve cühelânın îfâ-yı vazifede görülecek batâet ve gayr-i kânûnî cür’etlerinden dolayı tebdil ve terhîbleri bedîhî ise de umûm muhtârlıkların eyâdi-i erbâb-ı haysiyyet ü iktidâra tevdî'ine teşebbüs vakt-i intihâb olan sene-i âtiye ibtidâsına kalmak zarûrî bu-lunmuş ve köylünün hey’et-i ihtiyâriyyeye ve hey’et-i ihtiyâriyyenin köylüye karşı hukûk ve vezâif-i mütekâbilesini mübeyyin ve ihtiyâc-ı hâl ve zamâna muvâfık bir kânûn tanzim ve buna ashâb-ı haysiyyet ü kifâyetin muhtârlığa nazar-ı rağbetini müs- telzim olacak ahkâm ve şerâit-i münâsibe dere ile beraber muhtârların muhtârlık yo-lunda ihtiyâr edecekleri zahmet ve masrafa mukâbil ahâlîden kânûnî ve gayr-i kânûnî bir sûrette almakta oldukları ücretin ahâlîye bâr olmayacak fakat muhtârlık yolunda iktihâm ve ihtiyâr edilecek zahmet ve masrafa tekâbül edebilecek bir râddeye iblâğ et-mek ve gayr-i kânûnî ücûrâtm muhakkak olan aksâmını da ta'dîlen kabûl ile şekl-i resmiyyet vermek mertebe-i vücûbda görüldüğünden bu cihetlerin tafsîlen arzına ibtidâr olunur: Ma‘lûm-i âlî-i nezâret-penâhîleri olduğu üzere muhtârların nüfûs nizâmnâmesi mûcebince verdikleri matbû‘ ilmühaberlerden aldıkları ücretin kendilerine âid olan kısmı ber-vech-i âtidir:
Ücret-i imlâ’iyye ve tahrîriyyeye bile kifâyet etmeyecek bir râddede olan böyle cüz’î mikdârda alınan ücretlerin bir senelik yekûnu en fakir bir muhtânn muhtârlık yolundaki bir haftalık zahmet ve masrafına bile tekâbül edememekte olması cihetiyle bu ilmühaberlerin vakt ü zamânıyla nüfûs idârelerine getirilip mu‘âmele-i kaydiyyesinin îfâsı — ashâbı tarafından bi’z-zât iltizâm ve bi’z-zât ta'kîb edilmediği sûrette-aylarca, senelerce te’ahhur etmekte yâhûd mahrûmü’l-insâf olan muhtârlar bu ilmühaber üc-retlerinin ez‘âf-ı muzâ'afım taleb sûretiyle ashâb-ı mesâlihe yâ nakden ızrâr yâhûd iş te’ahhurâta dûçâr edilmektedir. Bu gibi ahvâle mahal kalmamak, muhtâr da zahmete mukâbil mu'tedil bir ücret alarak (Sahîfe 4) maslahatı te’ahhurdan vikâye etmek üzere nüfûs nizâmnâmesi mûcebince ahâlîden alman matbû' nüfûs ilmühaberleri ücretlerinin muhtârân ve eimmeye âid kısmının ber-vech-i âtî tezyîd-i mikdârı maslahaten lâzimdir:
Bu ilmühaberlerden başka olarak muhtârların evrâk-ı âdiye üzerine verecekleri ilmühaberlerden de 3 kuruş ücret istîfâ edecekleri nüfûs nizâmnâmesinin 12. Mâddesinde musarrah ise de ilmühaberlerin aksâma münkasım olmamak ve bu 3 kuruş ücret ba‘zı ilmühaberlerin ehemmiyet-i mündericâtıyla da mütenâsib bulunmamak ve ez-cümle bâkir, sagîre, seyyib akidleri için mehâkim-i şer'iyyeden izinnâme istihsâli zımnında verilecek ilmühaberlerin ücreti husûsunda muhtârlar ile ashâb-ı mesâlih ara-sında ekseriyâ münâza'ât hâdis olmakta ve herhâlde iş muhtârları ziyâde mikdârda para vererek iknâ‘ ile neticelenmekte olmak cihetiyle bu ilmühaberlerden aksâma taksim ve ücretlerini mu'tedil bir sûrette tezyîd ile tasrîh mertebe-i vücûbdadıı :
Bunlardan başka 3 tâkım ilmühaber dahâ vardır ki; bunlardan bir kısmı kânûnen veyâ emre müsteniden değil te'âmüle binâen her yerde muhtelif sûrette ve bir kısmı da gâyet cüz’î mikdârda ücrete tâbi' tutulmakta, ale’l-ekser ya ashâb-ı mesâlih nakden za-rara, veyâhûd muhtâr ile sâhib-i maslahat arasında mücâdele tahaddüs ile - zât-ı mas-lahat te’ahhura dûçâr olmaktadır. Bu ilmühaberler de ber-vech-i âtidir: (Sahîfe 5)
1. Ma'zûl ve müteka'id vesâir ashâb-ı ma'âşın altı aylık yoklama ilmühaberleri
2. Ferâğ ve intikâl ilmühaberleri
3. Zirâ'at Bankasından istikrâz için müstekrize verilecek ilmühaberler
Muhassesât-ı zâtiyye idâresince ilmi, askerî, mülkî müteka'idîn ile erâmil ve eytâm me’mûrîn ve müteka'idîne ve ma'zûlîn ve kadro hârici ma'âş alanlara mahsûs ve ma'âş cüz-dânlarına merbût ilmühaberler ihdâs edilmiş olduğundan muhtâr ve imâmların altı ayda bir kere bu ilmühaberleri imlâ ve tanzim için almakta oldukları ücret-i gayr-i kânûniyyenin de tertîbâtı vech ile kabûl-i resmiyyeti maslahaten münâsib görülmüştür.
Şâir ashâb-ı ma'âşât için verilecek "Ber-hayât" ilmühaberlerinden alınacak ücûrâtta bu nisbet muhâfaza edilmelidir.
Ferâğ ve intikâl muamelelerine âid ilmühaberler ol bâbdaki emr-i mûcebince beş kuruş ücrete tâbi’ ise de bu ücret işin ehemmiyeti ile mütenâsib olmadığından ber-vech- i âtî aksâma tâbi’ tutulmalıdır:
Zirâ'at Bankalarından istikrâz için verilecek ilmühaberlerden alınagelen kırk para ücret dahi şu vech ile ta'yîn kılınmalıdır. (Sahîfe 6)
Yine ma‘lûm-ı âlî-i nezâret-penâhîleri okluğu üzere vaktiyle muhtârların bir ünvânı da "Kâbız-ı Mâl" idi. Emlâk ve arâzî vergisini bu kâbız-ı mâllar tahsil ve mâl san-dıklarına teslim ederler bu hizmetlerine mukâbil ahâlîden yüzde hesâbıyla bir mikdâr da âidât alırlar idi. Köylülerin kesret-i emlâkına ve vüs‘at-ı arâzîsine göre bu âidât muhtârların muhtârlık yolundaki zahmet ve masraflarına tekâbül ve maişetlerini te’mîn edecek bir yekûn teşkil ve bu intifâ' da erbâb-ı haysiyyetin muhtârlığa rağbetini te’mîn eylerdi. Ahiren tahsilat idâreleri teşekkül ederek muhtârlardan bu vazife alınmış ve yalnız ağnâm rüsûmu tahsilatından yüzde altmış paranın on parası imâm ve papaslara ve on parası muhtârlara ve yirmi beş parası da mütesâviyen ihtiyâr meclisi a'zâlanna i'tâsı ağnâm ta'lîmâtının otuz altıncı mâddesi iktizâsından bulunmuş olup fakat birkaç seneden beri ta‘dîl-i ağnâm vazifesi tahsil me’mûrlarına tevzi' ve tahsîl-i rüsûm da bu me’mûrların cümle-i vezâifınden addedilmek ve buna mukâbil tahsil me’mûrlarına birer ma'âş nisbetinde ikrâmiyye i'tâ olunmak cihetiyle imâmlara, papaslara, muhtârlara ihtiyâr a'zâlanna verilmek lâzım gelen yüzde altmış paradan kırk beş paranın birkaç seneden beri i'tâ edilmemekte olduğu anlaşılmıştır.
Ağnâının ta'dâdı husûsunda kendilerine birçok vezâif ve metâ'ib tahmil olunan hey’ât-ı ihtiyâriyyeyi ve bâ-husûs muhtârları irâde-i seniyyeye iktirân etmiş bir ta'lîmât ile mu'ayyen âidâttan mahrûm bırakmak gerek emr-i ta'dâd gerek tahsîl-i rüsûmat husûslarında muhtârlardan beklenilen hizmet ve mu'âvenetin kemâ yelîkıı ibrâz ve ifâsında velin ve kesel görüleceği şübhesinden âzâde bulunduğuna kemâ-fı’s-sâbık ber vech-i ta'lîmât kırk beş para âidâtın i'tâsı husûsu te’yîd olunmalıdır.
Bunlarla beraber muhtârlar intihâb-ı ahâlî ve tasdik ve ta'yîn-i hükümetle muhtârlıkda bulundukları seneler için tarîk bedel-i nakdîyesinden mu'âf tutulmalıdır. (Sahîfe 7)
Muhtârlık için tafsîlât-ı mesrûde dâiresinde âidât alınmak kat‘iyyet-i kânûniyye ile resmiyyet hâsıl ettiği ve binâen-aleyh muhtârlık yolunda ihtiyâr edilecek zahmet ve masrafın böyle mü’emmen ve dâimi bir karşılığı gösterildiği ve cânib-i hükümetden de erbâb-ı ehliyyet ve haysiyyetin tercih ve ta'yîni emrinde iltizâm-ı dikkat ve basiret oldu-ğu sûrette muhtârlıkların eyâdî-i iktidâra geçeceği ve şu hâlde tabakât-i idâre-i hükü-metin esâsını teşkil eden muhtârlık vezâifınin hüsn-i temşîyetine imkân hâsıl olmak cihetiyle mu'âmelât-ı umûmiyye-i hükümetin metin bir mecrâ-yı cereyân ve selâmete gireceği i’tikâdındayım. Ol bâbda emr ü fermân hazreti men lehü’l-emrindir. Fi 6 Zi’l- ka’de Sene 1331 ve Fi 24 Eylül Sene 1329, Ankara Valisi Hüseyin Hulûsî
BELGE II
Mülkiye Müfettişi Naci Bey’in Layihası - 1 (Üst yazısı)
Dâhiliyye Nezâreti
Umûr-ı Mülkiyye Müfettişliği
Diyarbekir Vilâyeti
Numéro 62
Dâhiliyye Nezâreti
Sene 1330
Mülkiyye Müfettişi Naci Bey Tarafından 17 Eylül Sene 1330 Tarihinde Köy Muhtârları Hakkında İcrâ Eylediği Teftişi Mübeyyin Lâyihadır.
Mülkiye Müfettişi Naci Bey’in Layihası – 2
Müşâhede Edilen Ahvâl ve Mülkiyye Müfettişi Tarafından Der-miyân Edilen Tenkîdât
Müstağnî-i arz ü beyândır ki teşkîlât-ı idâremizin esâsını nasıl kurâ teşkil ederse bi’l-cümle umûr-ı resmiyyemizin mihver-i deverânı da muhtârlarla he’yet-i ihtiyâriyyenin mesâi ve muâmelâtlarıdır. Mülkî, mâlî, adlî, şer’î, askerî, inzibâtî hiçbir dâiremiz yoktur ki esâs muâmelâtını bu he’yetlerin mezâbıt ve ilmühaberlerine istinâd ettirmekten âzâde kalabilsin. Muhtânn vesâteti olmadıkça evâmir-i hükümet ekseriyât-i ahâlîyi teşkil eden köylülere, tebliğ edilemez. Anın inzimâm-ı mu'âveneti bulunmadıkça tahsîldârlar; emvâl-i devlet-i cibâyet, jandarma: evâmiri ve celb ve ihzârlan infâza müttehim ve mahkûmları der-dest, nâhiye müdîri de emr-i irâdeyi bi-hakkın tedvir edemez. Andan ilmühaber alınmadıkça nüfûs muâmelâtı cereyân edemez, vergi ve tekâlîf-i emîriyye tahsîsâtı sür’at ve sühûletle yapılamaz, nikâh, talâk, hasr-ı verâset, isbât-ı neseb vesâir bin türlü mesâil-i şer‘iyye ferâğ intikâl gibi mu‘âmelât-ı medeniyye ifâ edilemez, delâlet ve biraz da gayreti te’mîn edilmedikçe vesâit-i nakliyye cem1, tekâlîf-i harbiyye cibâyet, erbâb-ı esnân ve mükellefıyet-i askeriyye celb olunamaz. El-hâsıl devâir ve mehâkimin heman umûmunda anın tasdiki anın şehâdeti anın ilmühaberi medâr-ı istinâd ittihâz ve ekser husûsâtta anın delâlet ve mu'âvenetine arz-ı iftikâr ediliyor. Bu kadar mühimm ve müteaddid vezâifle mükellef tutulan bir şahsın o nisbette külfet ve zahmeti olacağı şübhesizdir. Ba'zı vakitler olur ki günlerce köyünden uzak iş ve gücünden muattal olarak kazâ, livâ, vilâyet merkezlerinde kalmağla yâhûd hayvânî sûrette ovalarda dağlarda me’mûrîn veyâ jandarmalarla beraber dolaşmağa mecbûr olur.
Hattâ ekser husûsâtta ve bi’l-hâssa mu‘âmelât-ı askeriyye ile tekâlîf-i harbiyye mesâilinde muhtâr; hükümet ile ahâlî beyninde bir vâsıta-ı tebliğ ve tebellüğ, umûr-i resıniyyede emin ve mu’temed olmaktan ziyâde köylülere müte'allik husûsâtta âdetâ kendüsü bi’z-zât mes’ûl ve mükellef tutulmaktadır. Köylerdeki erbâb-ı esnânın vakt ve zamânıyla şevki, komisyonlarca tevzi’ edilen her türlü vesâit-i nakliyye ve tekâlîf-i harbiyyenin efrâd-ı ahâlî beyninde taksim ve ba’dehû cem’ ve irsâli ve nakl ve anbarlara îsâli mecbûriyeti şahsen kendisine tahmil ediliyor. Ve adem yâhûd te’ahhur-i ifâ ve infâzından dolayı muhill-i haysiyyet mu‘âmelât-ı şedîdedeye hedef tutuluyor, yâhûd divân-ı harbe sevk edilmekle tehdîd ediliyor.
Hâlihâzırdaki seferberlik tarîh-i ilânından bu güne kadar geçen iki ay müddet zar-fında köy muhtârları zann etmem ki bir gün hânelerinde kalup istirâhat etmiş yâhûd kendi zirâ'at işleriyle meşgûl olmak için bir fırsat bulabilmiş olsunlar; bi’l-âkis bütün evkâtlarını hayvân buğday, arpa, saman, ip, semer, çuval gibi lâ-yuadd ve lâ-yuhsâ tekâlifi toplamakla vesâir bin türlü evâmir-i hükümeti infâz etmekle imrâr etmektedirler. Bu müddet zarfında her birisi yalnız merkez-i vilâyete (Sahîfe 2) takriben yirmi defa gelüp gitmiştir. Öte tarafdan ise tarlaları hâlâ metrûk işleri hâlâ muattaldır. Ken-dilerine tahmil edilip bir nebzesi bâlâda ta'dâd edilen vezâif; resmî kânûnî olan vezâiftir. Hâlbuki bu muhîtde muhtârların ayrıca bir vazîfe-i munzamaları vardır ki o da köyüne giden me’mûrîn ve jandarmaların dahi efrâd-ı ihtiyâtiyyenin sık sık tevâlî eden ziyâretlerinde muhtârlara mâlen hâsıl ettikleri külfet ve meşakkat pek tahammül- fersâdır. Bu kadar mütenevvi’ vezâif ve mükellefiyetlerle mükellef ve zâhiren me’mûr ise de hakikatte bir hizmetkârdan dahâ dûn mu‘âmelât-ı tahkîriyeye hedef tutulan bu sâkin, mu'tî eşhâs, başkalarının] müstefid oldukları her türlü mu‘âfiyât-ı kânûniyyeden mahrûm ve mâlen müstelzim-i fevâid olan hidemât-ı resmiyyeden dûr tutulmaktadırlar. Bu gibi külfetli hidemâtın zuhûrunda en evvelâ tahattur edilen muhtârlar, mıntıkalarının dâhil veyâhûd ilerisinde mecâlis ve mehâkimce icrâsına lüzûm görülen keşf, tahdîd-i hudûd gibi yevmiye ücreti, a‘şâr tahmîniyyâtı ta‘dâd-ı ağnâm gibi ücret-i maktûası olan hidemât için ehl-i hibre, encümen veyâ ta‘dâd me’mûru ta'yîn edilirken kat’iyyen der-hâtır edilemezler. Belki hârictden ta'yîn edilen me’mûrîn îfâ-yı vazifeye azimetlerinde köylerde ve bi’t-tab’ muhtârlar nezdinde kalıp meccânen te’mîn-i mekân ve ma'îşet sûretiyle onlara bâr olurlar. İşte bu ve dahâ nice bu kabil ahvâlden dolayı erbâb-ı nâmûs ve haysiyyet muhtârlığa yanaşmamakta ve el-yevm muhtâr nâmıyla bulunup ekserisi intihâbsız olan (kâhyalar) bu vazifeden son derece bîzâr bulunmakta ve ekserisi istîfâ ettikleri hâlde başkaları bulunamayacağından nâşî, kabûl-i istîfâları da mümkün olmamaktadır. Bu vazifeye yapışıp infikâk etmek istemeyenler ise işlerini bir sûretle ediverip te’mîn-i menfaate muvaffak olanlardır ki bu gibilerin adem-i vücûdları vücûdlarından enfa’ bulunduğu şübhesizdir. Binâen-aleyh vücûdlarından istiğnâ edi-lemeyecek olan ve nice hükümün en esâslı vâsıta-ı icrâiyyesi dahi mu'temed ve mü’emmeni bulunan iş bu küçük me’mûrînin - ahvâl-i maliyye-nin adem-i müsâadesine mebnî bi’t-tab’—ma‘âş ve tahsîsâtla tavzif ve iktidârlan mümkün olmayacağı derkâr ise de seferberlik esnâsında — hükümetin en cevvâl ve fa’âl vesâitinden bulunduklarından nâşî — şâir me’mûrîn-i zâbata gibi müstesnâ tutulmak hükümetin ücretli, tahsîsâtlı hidemât-ı mevkûtesinde şâirlerine tercihen ta'yîn olunmak vesâit ve inzimâm-i mu'âvenetleriyle icrâ edilecek tahsilat, ta'şîr gibi umûr-ı maliyyeden vesâir bi’l-umûm hidemâttan dolayı kendilerine ba'zı cüz’î âidât vermek yâhûd tarlalarından birkaç dönümlük mu'ayyen bir parçayı veyâ ağnâmdan birkaç re’s rüsûmdan mu'âf tutmak (Sahîfe 3) ve’l-hâsıl külfetlerine mukâbil bu kabil menâfi’-i cüz’iye ile kendilerini mazhar-ı ni'met eylemek sûretiyle haklarında îcâb-ı ma'deletin icrâsı ve buna tebean da iş bu mülkün tezyidi i‘tibânyla beraber peyderpey kurânın teşkilât ve ıslahât-ı idâriye-i müstakbelesine şimdiden bir zemîn-i müsâid tehiye vü ihzârı fıkr-i kâsırânemce pek münâsib olacak ise de bi’t-tedkîk tasvîb ve adem-i tasvibi menût-i rey-i rezîn-i isâbet- karin-i sâmîleridir. 17 Eylül Sene 330 Mülkiyye Müfettişi (Naci) (İmzâ)
Teftiş Edilen Me’mûrun İzâhatı
İhtar: Teftiş edilmiş me’mûrun i’tâ edilecek bir cevâbı olmadığı takdirde iş bu hâl zabta dere edilecektir.
"Jandarmaları misâfir edip meccânen it’âm ve hayvân yemlerim tedârik eylemektir. Hele bunca meşguliyetlere bu kadar azîm fedâkârlıklara ilâveten seferberlik sebebiyle bu zamanlarda âmed ü şüdleri tezâyüd eden..."
Mülkiye Müfettişi Naci Bey’in Layihâsı – 3
Teftiş Edilen Me’mûrların Âmirleri Tarafından Der-miyân Edilecek Mütâlaât
"Muâmelât-ı tahsîliye teblîğiyye tenfîziye vesâire için köyde mes’ûl bir muhatabın vücûdu elzemdir. Mes’uliyet ise meccâni evvelâ hibe husûsuna bu bâbda der-miyân olunan ve vilâyât ile he’yet-i teftîşiye maruzatıyla müeyyed bulunan mütâlaât-i vakıa pek musîbdir. Fî 22 Eylül Sene 330 Diyarbekir Valisi" (İmzâ)
Nezâret veyâhûd İdâre-i A'idesince İttihâz Edilen Tedâbîr
"Mesele mühimmdir. Bir kere de müdir-i umûmî ile müzâkere edilmek üzere başkâtib bende efendiye, Fî 4 Teşrîn-i Evvel Sene330."
Mülkiye Müfettişi Naci Bey’in Layihâsı – 4
Babıâli
Dâhiliye Nezâreti
Umûr-i Mülkiyye Müfettişliği Müdiriyeti
Adet
872
Bihi
Huzûr-i Âlî-i Nezâretpenâhîye
Diyarbekir Mülkiyye Müfettişliği’nden bu kere vârid olup leffen takdim kılınan lâ-yihada adlî, şer‘î, askerî ve inzibâtî birçok husûsâtta hükümete hizmet ve mu'âvenet eylemekte olan muhtârlann işbu mütenevvi’ ve mühimm işlerde te’mîn eyledikleri fâide mukâbilinde istifâde-i şahsiyyeye mazhar olmadıkdan başka bazen de külfet ve hakarete ma'rûz kaldıkları beyânıyla hem mesâlih-i devletin te’mîn-i hüsn-i temşiyyeti ve hem de bu vazîfe-i müşkileye erbâb-ı isti'dâdın celb-i rağbeti zımnında muhtârânın ba'zı güne mu'âfıyete mazhariyyetleri lüzûmu der-miyân edilmiş ve mütâlaât-ı vâkıanın vilâyetçe de musîb görüldüğü anlaşılmıştır. Kurâ ve m.ıhallât ınuhtârları âidât ve ücûrâtmm mukannen ve müemmen olmaması yüzünden hükümetçe tesâdüf edilen müşkilât-ı adîdenin ref-i esbâbmın istikmaline dâir takdim kılınan 1 Nisan Sene 330 târîhli müzekkere üzerine bir gûna iş’âr-ı âlî-i nezâret-penâhîlerine dest-res olunamamış ve meselenin ehemmiyeti müstağnî-i beyân olarak bu husûsa dâir bir tedbîr-i esâsî ittihâzı derece-i vücûbda bulunmuş olmağla mes’ûliyetleri mukâbilinde münâsib bir sûrette tavzifleri îcâb eden muhtârlar hakkında dahi köy bekçileri misillü bir kânûn-i mahsûs tanzimi için tedkîkât-ı lâzime icrâsıyla müzâkerât-ı mütekaddimede bulunmak üzere merkez ve taşra ahvâline vâkıf zevâttan nezâret-i celîleleriyle Maliyye Nezâretince birer me’nıûr ta'yîn ve bir komisyon teşkil edilerek keyfiyetin intâc edilmesi menût-i müsâade-i aliyye-i nezâret-penâhîleridir. Ol bâbda emr ü fermân hazret-i men lehü’l- emrindir.
Fi 30 Teşrîn-i Evvel Sene 330 Müdîriyyet-i Umûmiyye nâmına Bende El-Hâc Alî Paşa
(Belgenin Arka Yüzündeki Kayıt) Müfettişlik (756)
He’yet-i Teftîşiyenin 1 Nisan Sene 330 târîhli müzekkeresi ne olmuştur. Fi 2 Teşrîn-i Sânî Sene 330. Mezkûr müzekkerenin târihi 9 Nisan Sene 330 olup bükük müşâvirliğinden alınarak birleştirildiği ma'rûzdur. Fi 2 Teşrîn-i Sânî Sene 330. ( İmzâ)
Muhtâr âidâtınm sûret-i tevzi' ve tahsili hakkında der-dest tedkîk olan nevâhî kânûnuna ahkâm-ı mahsûs vaz' olunacağından şimdilik usûl-i mer’iyye dâiresinde mu'âmele ifâsı zarûrî olduğu arz olunur. Fi 5 Teşrîn-i Sânî Sene 330 (Mühür) (Hafız).